Doğu Karadeniz’in en lezzetli meyvelerinden biri üzümdür.
Kendine özgü kokusu insanı sarhoş eder. Tadı, cennetten fırlamış gibidir. Çok
şekerli değildir. Bu nedenle “Fazla yersem bir şey olur mu!” diye korkmaya
gerek yok! Kabuğu serttir. Yerken kabuğunu çıkarmak gelenektir. Ama benim gibi
doğuştan muhalif olanlar kabuğunu da yer. Koyu renkli kabuğu antioksidandır.
Karadeniz’in hırçın üzümü pek bodur değildir.
Genellikle bir ağaca sarılarak yaşar. En âşık olduğu ağaçsa kızılağaçtır. Asma,
ağacın dibine dikilir. Ağaç büyüdükçe o da büyür. Asma, asalak sarmaşıklar gibi
arsız değildir. Sarıldığı ağacı güneşsiz, havasız bırakmaz. Sarmaşıkların
sarıldığı ağaç uzun yaşamaz, kurur. Oysa asma, yaşamının ağaçla süreceğinin
farkındadır. Ağacın ömrü de asmaya bağlıdır, çünkü asma var olduğu için ona
kimse kıyamaz. Kereste, odun yapımı için en son düşünülür. Anadolu’da meyve
ağacına zarar verilmez. Meyve ağacına balta vuran el, büyük bir günah
işlediğinden onmaz.
Eylül başında dalların arasından olgunlaşmış üzümler
göz eder çocuklara. İri bedenli, güneşe kavuşmak için göğe kol kanat germiş
ağaçlara göz açıp kapayıncaya dek tırmanır çocuklar. Dallardaki çocuklar,
sincaplara benzer. Daldan dala zıplamaları, en uzak uçtaki üzümleri ustalıkla
almaları izlemeye değerdir.
Ağaçtaki çocuklar karınlarını tıka basa doyururken
bir yandan da ellerindeki sepetleri üzümle doldururlar.
Üzümler, iyice olgunlaştığında pekmez zamanı gelip
çatmıştır artık. Bu, yeni bir toyun başladığının habercisidir. Önce pekmez
kazanı hazırlanır. Pekmez kazanı oldukça büyüktür ve bakırdandır. Derinliği az,
çapı geniştir. Yandaki iki kulp taşınmasını kolaylaştırmakta.
Köyde her evde bulunmaz bu kocaman kazan. Genellikle
bir mahalle ortaklaşa edinir bu kazanı. Kazanın bakımı, kalaylanması, korunması
ortaklaşa yapılır. Herkes pekmez pişireceği günü önceden belirlerse sorun
çıkmaz tabi ki. Kazan ortaklaşa yaşamın, ortak mülkiyet edinmenin güzel bir
örneğidir.
Pekmez pişirilmeden önce üzümler toplanır. Ağaçlara
genellikle çocuklar ve gençler çıkar. Kadınların, kızların üzüm toplaması çok
nadir görülür. Ağaçtan düşüp bir sakatlığın olabileceği düşünülerek kadınlar
tehlikden korunur. Ağaca tırmananların
bellerine uzunca bir ip bağlıdır. İpin diğer ucunda sepet vardır. Toplanan
üzümler sepete konur. Sepet dolunca iple aşağıya sarkıtılır. Aşağıda genellikle
kadınlar ve yetişkin erkekler bulunur. Üzüm sepeti boşaltıldığında ağaçtaki
kişi sepeti yukarı çeker, üzüm toplama işini sürdürür. Ağaçta kuşların yemesi
için biraz üzüm bırakılır. Yere düşüp ezilen üzümler de arıların, sineklerin,
karıncaların ve cümle böceklerin hakkıdır.
Üzümler toplandıktan sonra pekmez yapımına başlanır.
Önce üzümler bir çuvala doldurulur. Çuval, ahşap teknenin içine konur. Yalnız
üzüm ezmekte kullanılan temiz çizmeler ayağa giyilir ve üzümler ezilerek suyu
çıkarılır. Çuvaldan akan şıra, kaynamak üzere kazana dökülür. Kazanın altında
harlı bir ateş yanmaktadır. Şıra kaynadıktan sonra tülbentlerden süzülerek
tortudan arınır. Süzülen şıra yeniden kaynatılır. Kaynayan pekmezin içine kabak
dilimleri koymak adettendir. Çünkü pekmezde pişen kabağın lezzetine doyum
olmaz. Doğal bir kabak tatlısı yapımıdır bu aslında, katkı maddesi olmadan.
Pekmezli kabaklar, gerçek bir toydur herkes için. Küçük yaramazlar, kazanın
çevresinden ayrılmazlar kabaklar pişene kadar. Önce çocuklara verilir
kabaklardan. Saatlerce kazanın başında nöbet tutmanın ödülüdür bu.
Pekmezin kestirilmesi için toprak, kül ve başka
katkı maddeleri kullanılmaz. Bu katkı maddeleri, pekmezin şekerlenmesine, çokça
tatlanmasına neden olur. Bu yüzden pekmez, doğal haliyle bırakılır.
Pekmez kaynarken çıkan koku, her yana yayılır. Cümle
mahlûkat yararlanır bundan. Koku, sarhoş eder insanı. Yemeden doyurur insanı
pekmez kokusu.
Pekmezin pişirilmesi de tıpkı kazan gibi bir
imecenin, ortak bir emeğin ürünüdür. Pişen pekmezden komşuların hakkı verilir.
Göz hakkı verilmezse pekmezin bereketi kaçar, tadı değişir.
Şimdilerde apartmanlara hapsedilmiş, betonlar
arasında kafes kuşu gibi yaşayan çocuklar, o kaynayan pekmezin kokusunu
içlerine çekebilmek için acaba neler yapmazlar?
Çocukluğuma dönüp baktığımda renkte, kokuda, tatta,
en küçük yelin esintisinde duyumsadığım mutluluğu düşe dönüştürmekteyim. Bir
derenin küçük çağlayanının kulağıma söylediği muhteşem ezgiyi düşünerek düş
dünyasının dönemeçlerinde yol almaktayım yıllar sonra.
Pekmez kazanını ortak satın alan, en zor işlerin
üstesinden imeceyle gelen, dayanışmanın en güzel örneklerini veren bu güzel
insanlara ne oldu? Üç kuruşluk çıkar için toplumu inim inim inletenler bu halkın
içinden mi çıktı acaba; yoksa ruh ve uslarını sömürücü bir canavarın buyruğuna
mı verdiler?
Adil
Hacıömeroğlu
23 Ocak 2014
Anadolu'nun unutulmaya yüz tutan bir geleneği de , köy insanlarının özellikle Doğu Karadeniz Bölgesindeki üzüm pekmezi yapmalarıdır. Olgunlaşan üzümlerin toplanması , şıra haline getirilmesi; köylülerin ORTAK BAKIR KAZANI içinde pekmezin kaynatılması ; kaynayan pekmez içinde kabak pişirilmesi ; bu sırada çocuklarda izlenmeye değer keyifli , sevinçli izlenimler ... Bütün bunlar yine Sayın A. Haciömeroğlu'nun güzel anlatımında yaşarlık bulmuş. Teşekkürler!.. ÖZGEN KARA
YanıtlaSilKana kan cana can katan mükemmel bir lezzettir pekmez. Ne güzel de anlatmış Adil hocam pekmezin yapılışını. ne büyük bir emektir o üzümü pekmez haline getirmek. Adil hocamın güzel yazısını okuyunca ben de kendi çocukluğuma döndüm. annem her sabah okula gitmeden önce pekmezi su ile seyreltip enerji ve kan yapar diye bana içirirdi.Hele o soğuk
YanıtlaSilkış günlerinde pekmez içmek içimizi ısıtırdı. Ne güzel günlerdi insan özlemle yâd ediyor o günleri. ve yine pekmezi tahinle karıştırıp onu ekmeğimize sürerdi Allah'ım ne kadar güzel bir tat ne kadar güzel bir lezzetti o. hatta tekerlememiz bile vardı. Masa üstünde pekmez bu pekmez bize yetmez 🙂 günümüzde ise yetişkinlere bakıyorum vitamin ve enerji sağlaması için eczanelere gidip dünya paralar vererek vitaminler alıyorlar. yahu Anadolu insanı dedelerimiz ninelerimiz doğal vitamini bulmuş pekmez için kan yapar Can yapar vitamin verir kendini dinç hissedersin. niye gidip dünya paralar vererek eczanelerden doğal olmayan vitaminler alınır hiç anlamıyorum. Karadeniz'in yiğit evladı ve bilge öğretmeni Adil Hacıömeroğlu nu bu enfes yazısından dolayı tebrik ediyorum. yine çocukluğumuza götürdü bizi yine Anadolu'nun o eşsiz lezzetlerini hatırlattı.