DENİZ, YEMEKTE


Deniz okuldan sevinçle çıktı. Annesine, yarınki gezi için çok heyecanlandığını söyledi. Annesi de onun böyle bir geziye gitmesinin çok iyi olacağını anlattı bazı örneklerle. Arkadaşlarıyla hoşça zaman geçireceğini vurguladı.

Eve geldiler. Konu, yine bir sonraki gün yapılacak geziydi. Çok geçmeden Deniz’in babası girdi içeriye. O da katıldı gezi söyleşisine. Öğrenciliğinde gittiği birkaç geziden söz etti. Unutamadığı bir iki anısını anlattı ballandıra ballandıra.

Gezi için hazırlıklar, yatmadan yapıldı. Annesi, giyeceklerini hazırladı. Birkaç giyim seçeneği hazırladı. Her şey ütülenmişti. Artık yatma zamanı gelmişti. Deniz, çok heyecanlıydı. Bir damla uykusu bile gelmemişti. Gezi, usuna geldikçe kaçıp gidiyordu uykusu. Onun uyuyamadığını anlayan annesi, kalkıp yanına gitti. Onu yatağından kaldırıp getirdi yatak odasına. Annesiyle babasının arasına uzandı mutlulukla. Çok geçmeden bebekliğinden beri yaptığı gibi babasına sarılıp uyumaya çalıştı. Sabaha dek ne kadar uyuduğu belirsiz. Ancak babası, onunla uyuyup onunla uyandığından en az on kez uyandığını söyledi sabahleyin ona.

Sabahleyin hava aydınlanmak üzereyken uyanıp kalktı yatağından. Geç kalmanın telaşı vardı kalkışında. Kalkar kalkmaz babasına saatin kaç olduğunu sordu. Babası, ona çok erken olduğunu, uyuması gerektiğini söyledi söylemesine de nasıl uyuyacak çocuk? İçinde gezi denizinin dalgaları dövmekte yüreğinin kumsalını. Onunla babası da kalkıverdi yatağından. Televizyonu açıp sabahın uyarıcı serinliğinde şarkı, türkü dinlemek istedi baba. Çocuk, uzaktan kumandayı alıp bir haber kanalı açtı. İlgiyle dinlemeye başladı Rusya-Ukrayna savaşı haberlerini. Arada yorum yapmaya başladı uykusuz ve dalga şıpırtılı bedeniyle. Reklam arası verince televizyon, babası bir müzik kanalı açtı çocuğun dalgınlığına getirerek.

Babasının hazırladığı kahvaltıdan isteksizce aldı bir lokma. Ağzındaki, çiğnemeye çalıştıkça ağzında büyüyor sanki. Lokma, ağzının sol yanına devrilip kaldı. Dişleriyle yanağı arasında bir yumru gibi durmakta. Gönülsüz yenen aş, mideye inmiyor bir türlü.

Anne uyanıp kalktı söylene söylene: “Ne bu çengi mi oynatıyorsunuz?”

Baba: “Ne çengisi? Müzik dinliyoruz. Güne müzikle başlamak güzeldir. Gel, seninle dinleyelim. İyi gelir.” dedi.  

Anne: “Köylü türküleriyle mi sabaha başlayacağım?”

Baba: “Köylü türküleri az sonra başlayacak. Bu dinlediklerimiz İstanbul şarkıları. Bir İstanbullu olarak bilmen gerekir. ‘Köylünün milletin efendisi’ olduğunu anımsatırım. Unutma Türk kültürünün temeli köylüdür.”

Anne: “Bunları da İstanbul’a gelen köylüler söylemiştir.”

Deniz: “Kentliyim, dersin kentini bilmezsin. Küçümsediğin köylülerin yarısı kadar yüreğinde insanlık yok! Bu nasıl iş? Her şeye karşı çıkıyorsun. Hiçbir şeyden zevk almıyorsun.”

Anne: “Sen sus, boyundan büyük işlere karışma! Babanı savunma sabah sabah…”

Deniz: “Babamı savunmuyorum, yanlışa karşı çıkıyorum.”

Anne: “Kes sesini şimdi. Baban sana kahvaltı hazırladı mı, yedin mi?”

Deniz: “Her sabah olduğu gibi hazırladı, ancak ben istemiyorum bir şeyler yemeyi. Canım istemeyince bana yemek vermeyin.”

Anne: “Senin dilin çok uzadı baban yüzünden. Gel, giydireyim seni.”

Deniz: “Ben giyinsem olmaz mı?

Anne: Beceremezsin…”

Annesi üst üste üç değişik kıyafet giydirip çıkardı çocuğun üzerinde. Çocuk sıkılıp yoruldu.

Çocuk: “Defileye gitmiyorum, geziye gideceğim.”

Dördüncü de karar kıldı anne. “Benim kahvaltım niye yok?”

Baba: “Masada hazır. Çayını dolduruyorum.”

Söylene söylene kahvaltısını yaptı. Arada çocuğa, eşine laf sokmayı da unutmadı. Kalktı sofradan. Çocuğun yanına gitti. Ona cüzdan bulmaya çalışmakta. Baba cebindeki bozuk kâğıt paraları ortaya döktü, toplamı elli lira. Annesi de cüzdanından bir bütün ellilik çıkardı. Paraları elinde evirip çevirdi.

“Eğer çok acıkıp öğlen yemeği yiyeceksen bu bütün elliliği harca. Ayaküstü bir şeyler atıştıracaksan bozukları kullan.” deyip paraları bir el çantasına yerleştirdi. “Olmadı!” deyip bir cüzdan denedi. Hoşuna gitmedi. Yeni bir çanta buldu, bele bağlananlardan. Paraları özenle yerleştirdi. Açtı içini; neyi, nereye koyduğunu gösterdi çocuğa. Çocuk, anlamış gibi başını salladı.

Telaşla kapıdan çıktı anne ile oğul. Baba, onları uğurladı. Çocuk, merdivenlerden inerken dönüp el salladı. Bugün ders yok, gezi var. Bu öğrenciler için büyük mutluluk…

Deniz, okul çıkışında annesiyle babasını görünce çok sevindi. Hava güzeldi. Sınıfça gittikleri geziden dönmüşlerdi. Geziye başka sınıflar da katılmıştı. Çok eğlendikleri her hallerinden belliydi.

Gezi demişken öyle doğa ya da tarih gezisi değildi bu. Lunaparktı gezdikleri yer. Eskisi gibi doğa ve tarih gezileri yapıp gözlem ve incelemede bulunmuyordu günümüz öğrencileri. Doğa karşısında hayranlık dolu gözler yoktu. Tarihsel yapıtların öykülerini ne anlatan vardı ne de dinleyen.

Akşama dek oyuncaklara binip inerken iyice yorulmuştu Deniz. Yorgundu, ancak mutluydu her şeye karşın. Karnı açtı. Ancak dışarıda yemek yemek istemiyordu. Bu yaşam pahalılığında bir kap yemeğe dünyanın parasını dökmek işine gelmiyordu. Yaşına göre bilinç düzeyi yüksekti. Tutumlu olmak, onun belirgin özelliğiydi. Savurganlığı nerede görse sert eleştirir. Tutumlu olmanın bir yaşam biçimi olmasını isterdi arkadaşlarında ve akrabalarından.

Anne ve babasına aç olup olmadıklarını sordu çocuk. Onlar “Tokuz!” deyince yemek önerisini kesin bir dille reddetti. Çünkü özel bir ilgiyi hiç istemezdi. Ya hep ya hiç… Evde ne varsa yiyeceğini söyledi. Anne, çocuğun çok sevdiği dönercinin önüne çekti arabayı. Durdu, indi taşıttan. Baba ile çocuk, arka koltuktan yavaşça indiler. Kaldırımda, el ele ufka inmekte olan güneşin ölgün ışıklarıyla kamaşan gözlerini ovuşturan baba: “Çok acıkmışın, benim açlığımı ancak buranın döneri yatıştırır deyince çocuk “Benimkini de…” dedi.

 

El ele girdiler aşevinden içeri. Dışarıyı gören bir masaya kuruldular. Yemekleri geldi. Yemeye başladılar yavaşça. Anne, önce çocuğa yedirmeye çalıştı yemeği. O “Ayıp oluyor, utanıyorum insanlardan. Kendim yerim!” deyince geri çekildi anne. Bu kez çocuğun bel çantasını karıştırmaya başladı. Büyük bir keşif yapmış gibi kaşlarını çatıp yüzünü ciddileştirdi. “Ben, sabahleyin çantana kaç lira koymuştum?”

Çocuk: “Yüz…”

Anne: “Sen ne yedin gezide?”

Çocuk: “Patates kızarması…”

Anne: “Kaç lira ödedin bu yediğine?”

Çocuk: “Yirmi...”

Anne: Peki, neden yirmi lira için elliliği bozdurdun? Ben sana böyle mi demiştim?”

Çocuk: “Ne fark eder, para tamam ya…”

Anne, çocuğun yanıtı üzerine açtı ağzını yumdu gözünü. Bir yandan da eliyle yemek yiyen çocuğu iteklemekte. Çevre masalardaki gözler, anneye döndü. Çocuk oturduğu yerde küçüldü, küçüldü ve nokta gibi kaldı. Yerin dibine geçmek bu olsa gerek.

Baba, kızarıp bozardı. Alçak sesle: “Ne yapıyorsun, neler söylüyorsun? Saçma sapan bir konudan ötürü çocuğa yemeğini zehir etmektesin. Ha Ali Hasan, ha Hasan Ali ne far eder? Bu çocuk, robot mu? Biraz da çocuk açısından bak konuya. Arkadaşlarıyla oyun oynayan çocuk, elli lirayı kim bilir hangi nedenle bozdurmuştur? Onun da kendine göre gerekçesi vardır. Sen, hiç çocuk olmadın mı? Neden öğrencilerine gösterdiğin hoşgörünün binde birini kendi çocuğuna göstermiyorsun? İnsan içinde insana laf edilir mi? Kes sesini artık! Bırak çocuğun yakasını! Çocuğa yemeği zehir ettin, yazıklar olsun sana!” deyip baba sustu.

Yemekler bitti bitmesine de çocuk mu yedi, yoksa yemek mi çocuğu yedi anlaşılmadı. Bu konuşmaya garsonlardan bazıları da kulak misafiri olmuşlardı ister istemez. Bu durumu hem çocuk hem de baba fark etti. Masadakileri tanıyan garson, çay içmeleri önerisinde bulundu. Aynı anda çocuk da baba da “Sağolun… Hayır içemeyeceğiz, başka zaman geldiğimizde içeriz inşallah… Geç kaldık, yapmamız gereken bir iş var. Gitmemiz gerek…” diyerek çay içmeyi reddettiler. Baba, hesabı ödedi keyifsizce. Ağır adımlarla kalkıp gittiler kimseyle göz göze gelmeden.

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               8 Nisan 2022

                               

 

3 yorum:

  1. Toplumdaki gelir adaletsizliği, refahın üç beş rantçının elinde toplanması, değer kavramının yok edilmesi ve en başından belki ondan ruhunun reddiyesi ve maddeye tapma... Tüm bunlar bireyler arası ilişkide tahammülü azaltan faktörler. Herkes barut fıçısı gibi... Biraz meditasyon herkese iyi gelebilir ��

    YanıtlaSil
  2. Bu kadar sıkıcı bir aile reisi olmamalı bence. Biraz serbest bırakmalı aşırıya kaçmadan çocukları gençleri
    İSMAİL GÖKÇE

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir çocuğun en önemli ihtiyacı ona sabırla sevgiyle yaklaşan ve yaşamın kurallarını onu incitmeden öğreten bir annedir.İçinde yaşadıkları ortamdaki duyguları en iyi çocuklar hisseder ,onların gönül gözleri açıktır.Bir çocuğun ruh halini onun yetişkin gibi davranmasını bekliyoruz bazen halbuki,o çocuk kalbiyle kırılgandır.Çocukların dünyası farklı saf ve çaresizdır çocuklarımız vegençlerimizi yargılamadan önce dinlemeli , ne hissettiklerini anlamaya çalışmalıyız.Çocuklarla iletişimde onları dikkatlice dinlemeni anlattıklarına saygı duymalı onların da bir birey olduğunu kendilerine hissettirmeliyiz. gelecekte bütün bunların ne kadar önemli olduğunu onların da birer kendine güvenen insan olarak yetişmelerini sağlamalıyız.Baba ile çocuğun arasında ki bağlar o kadar güçlü ki ikilem de kalmasın, seçimini her çocuk kendi yapabilmeli ki mutlu olsun.Kaleminize sağlık hocam anne - baba arasında çocuklar köprü vazifesi yapabiliyorlar.🙏🏻🍀✍️👩Fulya Kırımoğlu

      Sil