Köyden
Of’a giderken yolda Recep Şahin aradı kardeşim Özgür’ü. Ayaküstü de olsa
görüşmek istediğini söyledi. Sahilde ayaküstü görüştük.
Ben, ilçe merkezine kısa bir süreliğine girip
Trabzonspor forması ve bayrağı almayı düşündüğümü söyledim. Osman, Ahmet ve
Recep “Havaalanında satılıyor.” dediler. Böyle olunca Recep’le vedalaşıp
ayrıldık. Konuğu olmadığımız için biraz buruktu. Elindeki torbalarda karınca
kadarınca armağanları vardı. Recep her zaman bu inceliği gösterip bizi mahcup
eder. Önce ağabeyleriyle arkadaştım, şimdi kendisiyle. Özgür’ün akranı
olduğundan onun daha iyi arkadaşıdır.
Receplerin
köyü Uluağaç’ta çok fazla arkadaşım, dostum var. Kitap okuyan, kendi kafasıyla
düşünen, araştırıp öğrenmeyi seven insanların var olduğu bir yerdir Uluağaç.
Doğaldır ki genelleme yapmak yanlış. Her şeyin karşıtıyla var olduğunun
bilincindeyim.
Recep’ten
ayrıldıktan sonra Ahmet’i de bırakınca Osman’la kaldık. Bol söyleşili bir
yolculuğumuz oldu. Zamanın nasıl geçtiğini, yolun nasıl bittiğini anlayamadım.
Kendimizi havaalanının kapısında bulduk. Osman, ayak sürüyor. Belli ki ayrılmak
istemiyor bizden. Söz sözü açıyor. Biz de ayak sürümekteyiz. Bir dosttan
ayrılmanın zorluğu var. Kısa sayılan bu görüşmemiz, yeterli olmadı. Nedense dostun
iyisine doyulmuyor.
Havaalanına
girer girmez forma aradık. Ne yazık ki istediğimiz ürünleri satan dükkânlar
yoktu burada. Trabzonspor’un burada bir satış mağazası açması iyi olur. Ufak
tefek bir şeyler aldıysak da bu konuda mutlu olmadık.
Uçak
saatimiz yaklaşınca sıraya girip yerlerimize yerleştik. Bu kez Özgür’le farklı
yerlerde oturmaktayız. Yine cam kıyısında değilim. Sağlık olsun. Bir başka
zaman cam kıyısına oturup doya doya gidip gelirim Trabzon’uma.
Uçak
havalandı. Yanımda Rizeli bir yurttaşımız var. Konuşkan biri. Tanışıp
söyleşmeye başladık. Kitaplarla dost biri. O da İstanbul’a cenazeye gidiyormuş.
Karadeniz insanı göçmen kuşlar misali, sılayla gurbet arasında gidip gelmekte
hem de mevsimsiz.
Uçağımız
İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanına yaklaşınca alçalmaya başladı. Her yanda ışıl
ışıl yanan ışıklar, kentsel çarpıklığı örtmekte. Uçağımız havalandıktan bir
saat otuz beş dakika sonra piste indi. Diyeceksiniz ki gidişle dönüş arasında
neden on dakika fark var. Bu fark dünyanın batıdan doğuya doğru dönmesinden
kaynaklanmakta.
Yol
arkadaşım Hilmi Çakır’la vedalaşıp ayrıldık. Birbirimizin telefonlarını aldık.
Çıkışta Özgür’le de vedalaştık. O, Çekmeköy’e gidecek, bense Bostancı’ya
gideceğim. Yollarımız ayrı. Sabah havaalanına geldiğim gibi yine çift biletli
belediye otobüsüne bindim. İstanbul kartım yok. Durakta beklerken tanışıp
söyleştiğim Oğuzhan’dan yardım isteyecektim ki cüzdanımda ikinci bir kartımın
olduğu usuma geldi. Onu kullanarak sorun yaşamamış oldum.
Bostancı,
otobüsün son durağı. İnip soğuğa aldırmadan yavaş adımlarla eve yürüdüm. Eve
geldiğimde saat 24.00’ü azıcık geçmekteydi. Atacan uyumamış beni bekliyordu
annesiyle. Beni görünce üzerime atıldı. Biraz söyleştik sarılıp kucaklaştıktan
sonra yatağına girdi. Bir de benden iyi geceler öpücüğü istedi, verdim.
Yorulmuştum
iyice. Bu arada uçakta burnum kanamıştı. Köy sütüne kendimizin mayaladığı
yoğurttan bir tas yiyip yattım.
Yaşamak
çok güzel! Yaşam, insanlarla güzel ve anlamlı. Uyumalı… Yarın yeni bir gün…
Adil
Hacıömeroğlu
2
Nisan 2022
İnsanı insan yapan duyguları imkanları ölçüsünde paylaşımlarıdır Sizin de yol arkadaşlarınız ve sizi özleyen insanlarla renklenmiş yolculuğunuz her ne kadar gidiş acıyla da olsa yüreğe dokunan sesler duymak insana iyi gelir mutlaka...
YanıtlaSil