Çayyolu’na
gitmek için dolmuş beklerken güneşin yakıcılığından kurtulmak için küçük de
olsa bir gölge arayıp buldum. Durak, çok kalabalık... Sıcak bunalttıkça bekleyenlerin
sabrı tükenmekte. Bazıları beklediği dolmuş gelince koşarak giriyor içeri
sıcaktan kurtuluş umuduyla. Geçip giden kimi dolmuşlar sıkış tıkış… Derken…
Uzaktan dolmuşlardan birinin camında “Türk Konut” yazısı görünce hızlıca
yürüdüm yolun kıyısına doğru el kaldırarak. Gelip önümde durdu. Bindim…
Dolmuşun
içi, dışarıya göre serin. İçerde iklimlemenin çalışması güzel. Oturacak yer
olmadığından ayaktayım. Sorun değil. Zaten kaç saattir oturmadım mı otobüste?
Ayaklarım biraz rahatlasın ayakta durarak. Türlü düşüncelere dalarak, sağı solu
izleyerek ineceğim yere geldim.
Güneş,
tepemde kaynar bir buhar kazanı… Neyse ki yol uzun değil. Eve varıp kapıyı
çaldım. Annem açtı gülerek. Sarıldık… Anne kokusu, sıcaklığı bozkırın sıcağında
bir bahar çisesi bulutu… Heyecanından yere yıkılacak sanki. Arkasında iki kız
kardeşim, eniştem var. Onlar sıra beklemekte bana “hoş geldin” demek için.
Ancak annemin sarılması bitmiyor bir türlü. Derken bahar kokulu çise bulutu
üzerimden kalktı. Havanın yakıcılığını yeniden duyumsadım.
Hoşbeş
bitti. Annemle büyük kız kardeşim birkaç saat önce Denizli’den gelmişler. Ancak
annem de yol yorgunluğunun belirtisi yok! Birkaç günlük bir gezi… Dayımın
torunun düğününe gitmişler. Oturduk gölgelik balkona. Söyleştik dereden
tepeden. Kendi yolculuğuna bakmadan: “Sen çok yorulmuşsundur, dinlen biraz.”
diyor kendi yolculuğunu unutarak. “Anne! Benim geldiğim yol üç saat, seninki
ise benimkinin en az iki katı… sSn yorulmadın da ben mi yoruldum? Çok
istiyorsan gel, birlikte dinlenelim.” dedim. O, yine de benim yorgun olduğumu
düşündüğünden “Şuraya uzan, ayağını buraya uzat, başının altına şu yastığı al…”
biçiminde komutlar veriyor durmadan.
Az
sonra küçük kardeşim, eşi ve kızıyla izin isteyip kalktılar. Pazartesi işe
gitmeleri gerek. Kızları Öykü, biraz rahatsız… Midesi bulanmakta ve yorgan
döşek yatıyordu ben geldiğimde. Onu kucaklarına alıp çıktılar Kastamonu’ya
gitmek için. Yolcu edip yerlerimize geçtik. Söyleştik bol bol gece yarısına
dek. Yedik, içtik söyledik. Çaylar, kahveler gelip gitti.
Annem,
benim büyüdüğümü bir türlü kabullenemiyor sanırım, oysa altmış beş yılı geride
bıraktım. İkide bir “Şundan ye, bundan iç…” diye uyarılarda bulunmakta bana. Sağlıklı
yaşam için öğütlerde bulunuyor.
En
güzeli de annemle kitaplar üstüne söyleşimiz. Okuduğu kitapları bana anlatıyor,
ben de can kulağıyla dinliyorum. Birbirimize kitap öneriyoruz. Bu kez İstanbul’dan
gelmediğim için ona kitap getiremedim. Ona aldığım en güzel armağan kitap.
Anılar
anlatıp tarih bilincimi canlandırıyor. Bazılarını not alıp bazılarını da
belleğime yazıyorum. Her anlattığı anı bir yazı konusu. Gece yarısı oldu, anılar
bitmedi. Şeker bayramında bir hafta yanındaydım. Konuşmalarımıza geceler,
gündüzler yetmemişti. Bu nedenle Ankara’ya gittiğimde evden pek çıkmam, annemle
söyleşmeyi yeğlerim. Ankaralı arkadaşlarımdan bazıları, gelip de onları
aramadığı işitince doğal olarak kırılırlar bana.
Gece
yarısı oldu. Hepimiz yoldan gelmişiz, yorgunuz az da olsa. Kız kardeşim de
sabahleyin iş gidecek. Yattık yataklarımıza. Çarşafım, yastığımın kılıfı,
örtünmediğim örtü anne kokuyor. Çocukluğumda sabun kokulu yatak yorganımı
düşündüm bir süre. Çamaşır günlerinde tokaçlarla dövülüp leğende sabunlar
köpürtülerek yıkanan çamaşırların kokusu hâlâ burnumda. Yattığım yatakta aynı
koku… Anne kokusu…
Sabahleyin
kuş gibi uyanıp kalktım yataktan. Anne bu… Uyandığımı duyumsadı odasından.
Kalkıp seslendi bana: “Kalktın mı?” diye. “Evet… Kalktım, geliyorum.” dedim. Yatağımı
topladım. Üstüme örtmek için verdiği örtüyü, çok düzgün katlanmış görünce: “Niye
örtünmedin? Ankara geceleri serin olur. Üşütürsen ne yaparız?” deyince güldüm. “Doktora
götürürsün beni. Ben de vaz geçerim gitmekten. Burada kalır, bana bol naneli
yayla çorbası pişirirsin. Böylece hemen iyileşirim.” dedim. Güldü…
Kahvaltıyı
hazırladı, beni mutfağa sokmadan. Karşılıklı oturarak kahvaltımızı yaptık
balkonda. Bana sağlıklı yiyecekler yedirmeye çalışmakta. Ben de sesimi
çıkarmadan yiyorum verdiklerini. “Yememi istiyorsun da kilo alırsam şekerim
çıkar.” diyorum. “Bir öğünden bir şey olmaz.” diyor. Çayları hep ben doldurup getirdim. Çay içtikçe
keyiflendik.
Saat
11.00’de trene bineceğim İstanbul’a gitmek için. Geç kalmamalıyım. Gerekli
hazırlıkları yaptım ivedilik göstermeden. Saat 10.00’da kalktım. Vedalaşıp
ayrılmak zor, ancak çıkmak zorundayım. Zoru istemeden başarıyorum. Sarılıyorum
annemin boynuna. O da buğulu gözlerle
sarılıp kokluyor beni. Sesi titreyerek “hayırlı yolculuklar” dileyip dualar
ediyor bana.
Çıktım
arkama bakmadan. Bakarsam kendimi tutamayıp koy vereceğim gözyaşlarımı.
Bahçeden çıkarken balkondan bakıyor bana. Bahçeden çıkıp caddeden yürürken
gözleri üstümde. El sallıyorum ona biraz utangaç. Evin bulunduğu alanın soluna
doğru döndüm. Bu kez arka odanın camında gördüm onu. Benimle yürümekte dolmuşa
doğru evin içinde. Yeniden el sallayınca gülümseyip o da el salladı. Az sonraki
dönemeçten dönünce görünmez oldu, içim burkuldu. Yüreğinin temizliği sanki ak
saçlarına yansımış. Dolmuşa bindim. Yol boyunca annemin ak saçlarıyla
gülümseyen yüzü gözümün önünde. Dolmuştan inip istasyona girdim belleğimde o
gülümseme, üstümde onun kokusu. Trene bindim, şaşkınım. O denli şaşkınım ki
oturacağım koltuğun numarasını yanlış gördüm. Neyse ki sonradan uyarılınca düzeldi
yanlışlık.
Tren,
sessizce hareket etti. Her iki yanıma bakındım bir süre. Kentten çıktık. Yol
boyu doğayı izlerken kaçamak gözlerle kendimi Talip Apaydın’ın “Köy Enstitüsü
Yılları” adlı kitabına kaptırdım. Tren, Polatlı İstasyonu’nda durduğunda Talip
Apaydın’ı düşündüm uzun uzun. Çünkü onun doğum yeri burası. Az sonra Apaydın’ın
yaşamını değiştiren Eskişehir topraklarına gireceğiz. Kitabı okurken bir yandan
da Çiftler Köy Enstitüsü’nü düşlemekteyim. Burası, Kızılçullu ile ilk kurulan
iki enstitüden biri. Çifteler’e ilk gelen köy çocuklarını düşünüp onların
umutlarını, heyecanlarını gözümde canlandırmaktayım.
Enstitüleri
kapatanlar yalnıza köy çocuklarının umutlarına, düşlerine, geleceklerine
kıymadılar; koca bir ulusun geleceğini yok ettiler. Yurdumuza, insanımıza bu
kötülüğü yaparken vicdanları zerre kadar sızlamadı. Üstüne üstlük bu okullarda
okuyan köy çocuklarına da öğretmenlere de okullara da bir insanın usuna
gelemeyecek karalar çaldılar. Baltaladıkları kendi ülkelerinin kalkınması
yerine emperyalist ülkelerinin gelişmişliklerini anlattılar salya sümük. Bu
masallarla uyuttular ülkemizin özverili insanını. Bu masallarla yağmaladılar
yurdumuzun yerinin altını da üstünü de. Yurttaşlarımıza insanca bir yaşamı
sağlayamayan, onlara yoksulluğu bir ilahi yazgı gibi dayattı egemen güçler. Bu
dünyada çektikleri yoksulluğun karşılığında öbür dünyada ödüllendirilerek büyük
bir varsıllığın içinde yaşayacaklarını anlattılar. Oysa kendileri nedense bu
dünyanın varsıllığını, öbür dünyanınkine yeğlediler.
Eskişehir’in
dağlarındaki boz rengi görmediler gelip geçerken kara gözlüklerinin ardından. Bozkırı
canlandırıp aydınlatmayı amaç edinmediler hiç. Yoksullukla savaşmayı uslarından
geçirmediler. Ellerini halkın cebinden çıkarmadılar ömürleri boyunca. Yoksulun
etini yiyip kanını içerek semirdiler.
Kitabımı
okuya okuya, ülkemin sorunlarını düşüne düşüne yolculuğum bitti. Bostancı’da
indim trenden dalgın dalgın. Eve yürüdüm. İner inmez annemi aramayı unutmuşum.
Hemen aradım onu. Annemin sesi kulaklarımda ve kokusu üstümde. Sırt çantamı ve
takım elbisemi eve bıraktım. Yapacak birkaç işim var. Ardından akşam Şarköy’e
gitmek için otobüse gideceğim.
Adil
Hacıömeroğlu
25
Temmuz 2024
Adil Öğretmenim , yazınız insan ve hayat kokuyor, ne güzel anne kokusu , özlem gidermek birbirinize kıyamamak ,doyamamak sağlıklı ömür versin birlikte nice yıllarınız olsun . Beni de ağlattınız , fedakar , güler yüzlü,anneler baş tacımız , harika bir yazı👏Yüreğiniz Sağolsun♥️Sizin yolculuklarınızla bizde heryerdeyiz . Ülkemizin sorununların zamanla giderilmesi dileğiyle.Umudumuz ,geleceğimiz aydınlık yarınlara erişmek sağolunuz .🙏🏻🌺🍀🌿Fulya Kırımoğlu👩🦰
YanıtlaSil1) Ana ve babalarımız canlarımız. Selam olsun o güzel insanlara.
YanıtlaSil2) Siyasiler yıllarca bize ahiret diyip diyip dünya saltanat ve zenginliklerini arttırdılar.
Çok duygu dolu güzel yazılar.
Teşekkürke saygudeğer Adil kardeşim değerli insan. B
Teşekkürler saygıdeğer Adil
Ahh Adil bey, yine yüreğime dokundunuz. Ne güzel anlattınız annenizi, anne oğul ilişkinizi. Anneler veda etseler de hep kalbinizde kalıyor. Hani Cemil Meriç demiş ya “Ölüm iki kişiliktir. Asıl ölen geride kalandır” diye.
YanıtlaSilAnnecinize sağlık sıhhat diler, pamuk yanaklarından ve ellerinden öperim. Annecimi öpmüş gibi.😢
Şükran Balekoğlu Yamak