KARAKULLUKÇULARIN EKİNİ


Çal yöresi, Anadolu’nun fethi sırasında genellikle uçbeylerinin yerleştiği bir bölgedir. Uçbeyleri dayanışma içinde olmak zorunda. Çünkü dayanışmanın olmadığı bir yerde başarı olmaz.
Çal’a bağlı İsabey Kasabası, Ege’nin en yüksek dağlarından biri olan Çökelez’in eteklerinde endam eder. Dağın eteklerinden bir kartal duruşuyla gururla bakar Baklan Ovası’na. Dağın vakarı, görkemi kasabanın duruşuna yansımıştır adeta. Çökelez, Baklan Ovası’nı koruyan bir dev gibidir. İsabey de dağın kucağında nazlı bir gelin. Kasaba halkı da yaşadığı doğanın özelliklerini yansıtır. Babacan davranışları görmek zor değil güngörmüş dik duruşlu insanlarda. Alçak gönüllüğün altında yatan efe duruşunun heybetini duyumsarsınız Dibek Başındaki kahvede yarenlik edenlerde. Dibek Başı’nda ovayı en iyi gören dut ağacının serinliğinde, kasketini kaldırarak ve alnındaki teri mendiliyle eski bir şarkının yavaş ritmiyle silen, Çökelez bakışlı dedelerin mavi gözlerindeki buğu hala tüter toprağın bağrında.
Haziran ayının ortalarına doğru önce arpa biçilir. Orakçılar, hazırdır ekinin hışırtılı müziğini dinlemek için. Susuz ovada arpa boy atamaz. Cüce ekinler, kış boyu hayvanlara samanı ve tanesiyle can verecektir. Arpadan sonra sıra buğdaya gelir. Kavrulmuş toprakta buğday başakları, yavuklusunu özlemle bekleyen utangaç kızlar gibidir. Gün çalışma, arpayı, buğdayı ambara doldurma zamanıdır.
Sabah ezanıyla atlar, arabaya koşulmaya başlar. Bir anda sessiz günün sabahını at kişnemeleri ve atlara hükmeden buyruk tümceleri her yanı kaplar. Sesler birbirine karışır. Çoğalır, çoğalır, sel olup akar Derepınar’ın cılız sularıyla can bulan dereye. Akar, akar ovanın bağrında sarı ekinde, yeşil üzümde can olur ses deresi. Uykulu çocuklar belirir, demir parmaklı pencerelerde. Yumuş gözleri, çapaklı bir bakışın merakını taşır.
Atların nal sesleri taş yollarda çınlarken tekerleklerden çıkan tiz ezgi gökyüzünün boşluğunda çınlarken nadir de olsa kağnı gıcırtıları ağır aksak ritmi kulağı tırmalarken tellalın sesi işitilir. “Sayın İsabey Halkı! Arabası, kağnısı olmayan karakullukçuların destesi çekilecektir, duyurulur.” Tellal avazı çıktığı kadar bağırarak tüm köyü dolaşır. Duyan, duymayana haber verir. Bir imecenin kutsal ayinin başlamasının iç rahatlığı duyumsanır her yanda.
Yörede karakullukçu adı verilen kişiler, yoksul, tarlası yetersiz olan bu nedenle de tarımsal araç gereci olmayan kişilerdir. Delişmen atlar, yorgun öküzler ovaya sürülür. Karakullukçuların ekinleri elbirliğiyle kaldırılır. Herkes, kendi işine gösterdiği özenden fazlasını gösterir bu imeceye.
Karakullukçuların ekini ambara doldurulduktan sonra sıra asıl işe gelmiştir. Kendi tarlalarının yolunu tutar güngörmüş toprakların özverili çocukları. İnsanlar, mutludur. Çünkü yoksulun ambarı dolmuştur.
Tırpan sesleri, eski bir kutsal şarkının bereketli ezgisini seslendirir. Atlar terler, dizginleri tutan eller yorulur. Tarla sahibi yağlığıyla önce atların terini siler, sonra kendi yüzünü kurular. Yüzler güleçtir, dillerde bitmeyen türkülerin ezgisiyle ova dile gelir, gökle kucaklaşır. Toprak, göğün şefkatli kollarında toy verir.
Önce yoksulun ekinini biçerek onun yaşamını garanti altına alan bu toprağın çocuklarına ne oldu? Karakullukçuları, kara talihlerinin bilinmez çukurlarına gömdüğümüz günümüzde topraktan, gökten, ekin başaklarından, kartal bakışlı köylerden, bereketli ovalardan, gururlu dağlardan utanmadık mı hiç? Zamanın derinliklerinden kopup gelen vicdanın sesini nasıl duymaz olduk? İmece coşkusundaki mutluluk, üç beş kuruşa satılacak, terk edilecek bir değer miydi?
Dünyanın adalet, eşitlik isteyen tüm filozoflarını kıskandıracak ve onlara esin kaynağı olacak bir geleneği yok saymanın nasıl bir toplumsal yitik olduğunun farkında mıyız? Farkında mıyız kazandıklarımızın, yitirdiklerimizin yanında yalnızca bir hiç olduğunun?
Yoksulu aç bırakmamanın erdemidir karakullukçuların ekininin kaldırılması. Toplumsal dayanışmanın doruğudur bu imece. Adaletin hücreler işlediği kutsal ayindir bu. Komşusu açken tok yatamayanların vicdanının haykırışıdır yoksulun ekininin öncelikle kaldırılması.
                                               Adil Hacıömeroğlu

                                               22 Ağustos 2013

8 yorum:

  1. Ege yöresinin geçmişte kalan İMECE geleneğinde , özellikle KARAKULLUKÇU denen yoksul tarım kesiminin tarla , ekin işlerini öncelikle bitirilmesi ; yardımlaşmada yoksulların geçim kolaylığı bulması , ayrıntılı gözlemler ve güçlü anlatımla verilmekte bu yazıda. Teşekkürler Adil Haciömeroğlu ; kaleminize sağlık . / Özgen Kara

    YanıtlaSil
  2. tARİH VE OLAYLARIN BAZILARINI BU KONUYLA BİRLEŞTİRMEK BU GÜZEL İMECEYİ GÖLGEDE BIRAKIR KORKUSUYLA HİÇ BİR DAYANIŞMA ÖRNEĞİNİ EMSAL GÖSTERMEYECEĞİM .aKLİMA BİR TEK ŞEYH bEDREDDİN'İN ORTAKLAR KÖYÜ GELİR ORADA FARKLI BİR SINIF YOKTUR Kİ O DA BUNUN KARŞILIĞI DEĞİLDİR . kONUNUN ÖZETİ " KAYBETTİKLERİMİZ KAZANDIKLARIMIZDAN FAZLADIR " CÜMLESİNDE KENDİNİ ÖZETLİYOR . sAYGILARIMLA .şEREF öZTÜRK uSTA

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel, okunmaya değer bir yazı. Teşekkür ederim.

    YanıtlaSil
  4. herkes kendini düşünür hale geldi...ülkem hiç bir şeye aldırış etmeyen insanlarla dolu..komşusu açken rahatlıkla tok yatabiliyor...hatta yan komşuda insan ölüyor hiç oralı bile değil..bize eski zamanları yazılarla yaşatıyorsunuz...:)..çok teşekkürler....BİLGEHAN AKTAN...

    YanıtlaSil
  5. Adalet amca,
    İsabey ile ilgili diğer yazılarını da bekliyoruz.

    YanıtlaSil
  6. Yine kaleminize sağlık hocam, adaletin yüreklerde tecelli etmesi dileğiyle...Selam olsun tüm emekçi Karakullukçulara!

    YanıtlaSil
  7. Şahane bir anlatım, kaleminiz tükenmesin.🙏

    Dayanışmanın, komşuluğun ne denli önemli olduğunu bizler biliyoruz. Ancak büyük şehirde yaşamak kaybediyor bu güzellikleri. Bırakın yardımcı olmayı, kapı komşusunu tanımayanlarla dolu şehirler. Maalesef...




    YanıtlaSil
  8. İsabeylinin insanları,peygamberimizi görmediler ama sanki onu görmüş gibi yaşamışlar. Medine'ye gelip,Peygamberimizle tanışmak isteyen misafirleri bir eve yönlendirirler. Evde birisi testiden ,konuklara su ikram etmektedir. Gelenler,bu kavmin efendisi kim?Onunla tanışmak istiyoruz derler. Konuklarına su ikram etmekte olan Peygamberimiz,"kavmin efendisi,kavmine hizmet edendir" diyerek cevap verir. Kavmin efendisi,herkesin ihtiyacı olan suyu ikram eder,en son kendi içer,su kalmazsa da içmez.İsabeylide ki insanlar sürekli toprakla meşgul olduğu için,kendi özü,fıtratıyla bütünleştiler. Bugünün insanı,topraktan uzaklaştılar. Ateş,Şeytanın hammaddesi olup,en az zararlı olanı,odun ateşi;en tehlikeli olanı ise manyetik ateştir. İnsan kendi özü olan topraktan uzaklaşıp,şeytanın özü olan ateşe(bilgisayar,tv,cep telefonu,mikro dalga fırın vs) yaklaştıkça insanlıktan sakıt olduk.

    YanıtlaSil