Atatürk, 1924’te Konya’ya gider. Halk tarafından O’na armağan
edilmiş konakta bazı milletvekili ve halktan çağrılılarla akşam yemeğinde Millî
Mücadele’den söz açılmıştı. Sofrada bulunanlar, o dönemle ilgili anılarını
anlatmaktaydı. Atatürk, çok neşelenmişti. Söyleşinin bir yerinde Konya
Milletvekili Refik Koraltan söz alır. Atatürk’e hitaben bir söylevde bulunmaya
başladı. “Her şeyi yapan sensin, bütün varlığımızı sana borçluyuz. Sen
olmasaydın başka hiç kimse, hiçbir şey yapamazdı; bundan sonra da yapamaz.
Allah seni başımızdan eksik etmesin.”
Atatürk’ün neşesi kaçmış, bunalmaya başlamıştı; konuyu
kapamak istedi: “Beyefendi!” dedi, “Bütün yapılanlar, herkesten evvel büyük
Türk milletinin eseridir. Onun başında bulunmak bahtiyarlığına ermiş bulunan
bizler ise ancak onun şuurlu fedakârlığı sayesinde ve fikir ve iman birliği
içinde müşterek vazife görmüş, öylece başarı kazanmış insanlarız; hakikat
bundan ibarettir.”
Ancak Koraltan, alkolün etkisiyle coşmuştu, susmuyordu,
sözlerini sürdürdü: “Paşam, bu kadar yüksek tevazua tahammülümüz yoktur.”
Atatürk, artık iyice sinirlenmişti; sesini biraz yükselterek
yanıtladı onu: “Efendim, müsaade buyurunuz. Ortada tevazu filan yok. Gerçeğin
ifadesi vardır. Zatıalinize bir şeyi hatırlatacağım. Elbette dikkat
etmişsinizdir; ben önümüze çıkan meseleler hakkında, her zaman uzun uzadıya
konuşur, istişarelerde bulunurum; herkesi söyletir ve dinlerim. İtiraf edeyim
ki, konuşulacak meselelerin hal şekilleri hakkında açık bir fikre sahip olmadan
müzakerelere girdiğim çok olmuştur; bu konularda ancak arkadaşlarımı, yani
sizleri dinledikten sonradır ki kanaate varmışımdır. Binaenaleyh tatbikatta
olduğu gibi, verilen kararlarda da hepinizin hissesi vardır; bunu bilesiniz.”
Atatürk, biraz susup düşündükten sonra sözlerini şöyle
sürdürdü: “Şimdi mevzuun asıl ince noktasına geliyorum. Beyefendi, içeride ve
dışarıda şahsıma karşı suikastlar tertip edilmesinin sebep ve hikmeti nedir,
hiç düşündünüz mü? Bu tertiplerin peşinde koşanların benimle şahsi bir alıp
verecekleri mi vardır? Hayır! İntikam hissiyle mi hareket ediyorlardır? O da
değil. O halde neden beni ortadan kaldırmak istiyorlar?
Cevap vereyim; çünkü devrimci Türkiye Cumhuriyeti’nin benimle
var olduğunu, ben gidince yıkılacağını, bu suretle haince emellerine
kavuşacaklarını vehmediyorlar da ondan. Sizin sözlerinizin de onların sakat
muhakemesine uygun olduğunu bilmem fark ediyor musunuz?
Çok rica ederim Beyefendi, eğer samimi iseniz; bu fikri
kafanızdan çıkarınız, hatta böyle düşünenlere rastlarsanız, onlara da aynı şeyi
ihtar ediniz. Herkes milli vazife ve mesuliyetini bilmeli ve memleket
meseleleri üzerinde o zihniyetle düşünüp çalışmayı alışkanlık edinmelidir.”
Sonra sofradakilere dönerek: “Efendiler, size şunu söyleyeyim
ki, devrimci Türkiye Cumhuriyeti’ni benim şahsımla var olacağını sananlar çok
aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her manası ile büyük Türk milletinin öz ve
aziz malıdır. Kıymetli evlatlarının elinde daima yükselecek, ebediyen payidar
olacaktır. Şimdi rica ederim, artık bu bahsi kapayalım, bir daha da tekrar
etmeyelim. (Hasan Rıza Soyak, Atatürk’ten Hatıralar, Yapı Kredi Yayınları, 5.
Baskı, Ekim 2008, sf. 55-56)”
Yukarıdaki anı, derslerle dolu. Öncelikle söylemeliyim ki,
Atatürk yüzüne karşı aşırı övgü yapılmasından hoşlanmıyor. Bu tür övgüleri,
içten bulmuyor. Onu putlaştırmaya çalışanları, terslemekte. Onlara gerekli
yanıtları verip yanlış davranışlarını düzeltmelerini istemekte. Bir kişiyi, put
yaparsan onu yıkmak çok kolay. Çünkü putlar kırılmak için var.
İnsanların yüzüne karşı aşırı övgülerde bulunanlara oldum
olası güvenmem. Bu kişilerin ilk fırsatta, övgüde bulundukları kişileri
sırtından vuracağını düşünürüm. Bu düşüncem de birçok kez kanıtlanmıştır. Bir
düşünceden, bir ülküden, bir davadan dönenlere bakın! Göreceksiniz ki dönmeden
önce lidere en çok övgülerde bulunanlardır bu kişiler. Koraltan da Atatürk
sonrasında devrimler Atlantik sürecinin yelleriyle lime lime edilirken en
öndedir. Cumhuriyet kurumları ortadan kaldırılırken sessizdir. Hatta sorumludur
çoğu zaman. Tam bağımsızlığımız yok edilirken Atatürk dönemini unutmuştur
çoktan. İşte, bu anıda Atatürk’ün uyarısı bir öngörüdür. Aslında Koraltan’ın
övgüsünden de rahatsızlığı bundandır.
Kurtuluşun da devrimlerin de toplumumuzun, ulusumuzun ortak emeğiyle
olduğunu vurgulamakta Atatürk. Burada siyasetçilerin halktan başka kimseye
dayanamayacağını anlatmakta. Kurtarıcıların ancak bir toplumun içinden
çıkacağının altını çizmekte. Devrimlerin, liderin yaşamıyla ilişkili olduğu
gibi yanlış bir anlayışı, bu konuşmada çürütmekte.
Koraltan gibi düşünenler, günümüzde de çok. Devrimleri
savunma konusunda gerekeni yapmayanlar ve ulusun gücüne güvenmeyenler, “Keşke
Atatürk, on yıl daha yaşasaydı.” benzeri tümceler kurarlar. Hatta bazıları
biraz daha ileri giderek Atatürk’ün dirilmesini beklerler. Deyim yerindeyse
göklerden kurtarıcının gelmesini düşlerler. Büyük Kurtarıcı’nın bu ulusun
içinden çıktığı nedense unutulur. Bu tutum, Cumhuriyet’i koruma görevinden
kaçmanın kestirme yolu. Kişilerin kendi tembelliklerine gerekçe bulmasıdır bu.
Bu anlayışta, halka güvensizlik de açık seçik ortaya çıkar.
Kemalist devrim, bir tansık değil; gerçektir. O gerçeği de yaşama
geçiren Atatürk önderliğindeki Türk ulusudur.
Günümüzde de kurtuluş, kişilerden beklenmekte. Cumhuriyet
kurumlarını yeniden canlandırmak ve Türk devrimini tamamlamanın yolu, Atatürk’ün
“arasız devrimler” söylemine uygun olarak davranmaktır. Devrimci tutum, halkla
birlikte Cumhuriyet’imizi kundaklayan emperyalizmi ülkemizden defetmektir. Bir
devrim, dış güçlerin desteğiyle yeniden kazanılmaz. Çünkü Kemalist devrim,
emperyalizmle savaşarak yapıldı. Şimdi de öyle olacak, emperyalizmle savaşarak
devrimci sürecimizi sürdüreceğiz. Ulusça bunu başaracak güçteyiz.
Adil
Hacıömeroğlu
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder