ÇOCUKLARIN İÇİNDEKİ ASLANI ÖLDÜRMEYİN


        Köy enstitülü yazarımız Fakir Baykurt’un yaşamını anlattığı sekiz kitaplık diziyi okumak gerek. Öncelikle öğretmenler, anneler, babalar, “Devrimciyim, milliyetçiyim, İslamcıyım!” diyenler okumalı. Yazarlar okumalı ki bir yapıtta hele de özyaşamöyküsünde nesnellik nasıl olur, onu öğrenmeliler.

        İğneyi kendine batıran bir yazar Baykurt. Özyaşam dizisi, güzel bir Türkiye tarihi. Yalnızca yazın meraklılarının değil, tarihle ilgilenenlerin de başucu kitapları olabilecek bir dizi bu. Bu kitaplarda Cumhuriyet tarihimizin önemli bir kesiti okuyucuya sunulmakta. Okumayan çok şey yitirir, okuyan ise Akçaköy’den doğan güneşin aydınlığında ışıl ışıl bakar ufuklara.

        Fakir Baykurt, birçok kişi gibi zor bir çocukluk yaşadı. Düşe kalka büyüdü. Yaşama dişiyle tırnağıyla tutundu. Hatalarından ders çıkarıp yanlışlarından öğrendi. Yaşam okulunun sert kuralları içinde ayakta kaldı.

        Neyse konumuza dönelim.

        Baykurt, her köy çocuğu gibi çelik çomak ustası. İşten güçten fırsat buldukça çelik çomak oynar köyünün çocuklarıyla. Hele de köylüyü ezen güçlülerin çocuklarını yenmekten çok zevk alır. Onlarla oynarken neredeyse kendini kaybederdi.

        Ömer Ağa’nın Hacı ile kapışırlar köy alanında. Çelik çomak oyununun izleyicileri de çevrelerini almıştır. Oyunu yengiyle bitirir Tahir (Fakir). Çok sevinçli ve coşkuludur, ancak iş güç zamanı ailesine yardım edemediği için de annesinden korkmaktadır. Kazandığı utkunun heyecanıyla eve koşarak gider. Annesinin az önce pişirip kapının önüne koyduğu çorba tenceresini görmeyip deviriyor onu. Yedi boğazın aşı, bir anda yok oluyor.

        Annesi Elif, “Aferin koçuma!” deyip bağrına basıyor oğlunu. Öfkesini sevgiye dönüştürüp sıkıyor onu göğsünde. Hasırı çulu yıkayıp ekmek kırıntılarından yeniden çorba pişiriyor Elif Ana. Yedi nüfus, yeni çorbayı iştahla kaşıklıyor.

        Daha sonraki günlerin birinde yine çelik çomak başlıyor. Bu kez karşısında Çiyanoğlu’yla yarışmakta. Baki de ayırtman… Bugünkü deyişle hakem… Baki, Çiyanoğlu’nu tutmakta. Tahir’in iki sayısından birini saymamakta, onu yendirmek için. Yine de pes etmiyor yetim Tahir.

        “Köyün büyükleri akşam namazını kılıp çıkmış, bizi seyrediyor. Ayırdında değilim, anam da gelip köşeye durmuş. Niyeti kolumdan tutup eve götürmek. Bakmış kızışkın bir yarıştayız, hem de ayırtman Baki’nin kötü tutumuna düşmüşüm; “Ha koçum göreyim!” diyor. Ama ne dikilişini görüyorum ne mırıldanışını duyuyorum. Aştım onca kayırmayı, yendim Çiyanoğlu’nu. Köyün içi çanga manga oldu. Alkış tufan birbirine karıştı.

        Birden anamın elini bileğimde buldum. Boynumun kulağımın terlerini siliyor. ‘Bu köyün gözü öldürür seni; bir gök boncuk asayım omuzuna!’ diyor. Yanı sıra yürüyor, ‘İyi!’ diyorum içimden. ‘Azarlamayacak!’ Uça uça gideceğiz sanıyorum. Yoook; Hüseyin’in kahveye sapıyoruz. ‘Hüseyin! Bir çay getir Tahir’e!’ diyor. Hüseyin kahveyi açalı kaç zaman oldu, daha kapısından girmedim. Öyle imreniyorum çaya; ince belli bardaklar içinde öyle mis gibi kokuyor. Evimizde yok, Hüseyin’in kahvesi ilk. Kimi varsıl babalar çocuklarını götürüp içirmiş, anlatıyorlar, deli oluyorum.

        O güzel bardağı doldurup elime verdi Hüseyin. Alır almaz diktim. Sıcağı elbet biliyorum ama ayırdında değilim. Elim dilim yandı; bıraktım yere. Yer toprak, kırılmadı ama çay döküldü.

        Kulaklarımda anamın sesi: ‘Hüseyin, bir daha getir!’ Beni de öğütlüyor: ‘Üfle de iç akıllım! Üfle de!’ (Fakir Baykurt, Özüm Çocuktur, Literatür Yayınları, 3. Basım, Mart 2019, sf. 109, 110)”

        Çocuk dayak yemez, tersine ödüllendirilir. Bu ödüllendirilmeye bir türlü anlam veremez. Yıllar geçer, köy enstitüsünü bitirip öğretmen olur. İlk görev yeri Kavacık Köyü. Doğup büyüdüğü Akçaköy’e yakındır burası. Annesi Elif, işten güçten fırsat buldukça Kavacık’a gider. Öğrencilerini görür. Mutlu olur. Unutulmaz öğüdünü verir oğlu genç öğretmene: “Bu yavruları sakın dövme! İçlerindeki aslanı öldürme! (Fakir Baykurt, Kavacık Köyünün Öğretmeni, Literatür Yayınları, 3. Basım, Kasım 2019, sf. 35)” der. Ne güzel bir öğüt! Bu öğüdü işittiğinde anlıyor çoraba tenceresini döktüğünde niye dayak yiyip azar işitmediğini. İçindeki aslanı öldürmek istemediğinden Elif Ana, Çiyanoğlu’yla çelik çomak oynadığında kızmayıp una yaşamının ilk çayını içirmesinin nedenini belliyor bu öğütle.

        Her gün anneler, babalar, öğretmenler ve başkaları milyonlarca çocuğun içlerindeki aslanı öldürmekteler. Hem de farkında olmadan… Kimi eğiteceğim diye yapmakta bu işi. Yani kaş yaparken göz çıkarmaktalar. Keşke Anadolu’nun bilge kadını Elif Ana’yı tanısalardı da çocukların içlerinde yaşattıkları aslanların kükremesini sağlayabilselerdi.

        İçindeki aslan ölen çocuk, kafeste yaşayan korkak maymuna döner. Çocukların özgür gelişimi için onların aslanlarını yaşatmalı, hem de sonsuza dek.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       29 Kasım 2022

 

       

5 yorum:

  1. Çok önemli kitaplar... Seksen yıl öncesini bilmediği için bugün ülkesine bakıp utanan okumuşların kibirlerine panzehir olacak bir özyaşam öyküsü serisi. Herkes okumalı.

    YanıtlaSil
  2. Dayak değil yüksekseler bile konuşmamalı bence

    YanıtlaSil
  3. Oldu mu ya Hocam. Ağlattın ya beni. Canın sağolsun, yeter ki yazmaya devam et. Selamlar saygılar

    YanıtlaSil
  4. Bir çocukla uğraşırken iki duygu içinde ol: Çocuk olduğu için sevgi , yarın büyüyeceği için saygı .Louis Pasteurinsanın karakteri üslubundan belli olur.Çocukların gülümsemesi için elimizden gelen herşeyi yapmalıyızÇocuklar birer mücevherdir. Çocuğa değerli olduğunu hissettirmek , sevgi ile yaklaşmak , dokunmak şefkat göstermek insan ilişkilerini de etkilerKişiliğine saygı gösterilen çocuk ben değerliyim diye düşünür kendini özgürce ifade eder..sağolunuz..Halk insanı değerli öğretmen , yazar Fakir Baykurt📚un “Özyaşam serisini” okumak gerekir .Yaşam da insan olmak yürek işidir.Adil Öğretmenim yüreğiniz daima huzurla dolsun Esen kalınız 🙏🏻👏✍️🍀🌺Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil