Bazı
dostlarımız, devletçiliği savunuşumuzu yanlış anlamakta. Özel sektörün tamamen
ortadan kaldırılacağını düşünmekte. Bu düşüncenin
kökleri var tabi ki.
Soğu
Savaş döneminde devletçiliği sürekli kötüleyen ABD ve onun yerli sözcüleri,
devletçiliği sürekli komünizme eşdeğer göstermişler. Tabi bu arada komünizmi de
usa gelmeyecek iftiralarla karalama yoluna gitmişlerdi. Ülkemize komünizm
gelirse özel mülkiyetin tamamen ortadan kalkacağını sürekli anlattılar. El
kadar tarlası olan köylü “Komünizm gelirse malımı alacak.” diyerek
emperyalizmin bu propagandasına kanmış ve emperyalizme bilmeden hizmet
etmiştir. Bu durum, farklı toplum katmanlarında da böyle algılanmış. Bu yolla
ABD, yıllarca ülkemizin ekonomisinin, siyasetinin, kültürünün, silahlı güçlerinin,
eğitiminin, yatırımlarının üzerinde etkili olmuştur.
Devletçilik,
Altıok’ta ifadesini bulan Kemalizmin bir ilkesi. Özellikle 1930’lu yıllarda
etkin bir biçimde uygulandı. Bu dönemde Türk ekonomisi büyüme rekorları kırdı
dünya ölçeğinde. Sanayimiz kuruldu. Tarımımız, yılların uyuşukluğundan
kurtuldu. Tarımda makineleşme başladı. Tohum ıslahı verimliliği artırdı.
Çiftçiye destek, üretimde belirgin bir artış sağladı.
Peki,
10930’lu yıllarda devletçilikle kalkınmamız hızlanırken özel sektör yok muydu?
Elbet de vardı. Özel sektör, birçok alanda yatırımlar yaptı. Ülkemizin köklü
holdinglerinin çoğunun güçlenmesi, bu yıllara dayanır. Devlet yatırımları
kârlılığı değil, ülkenin kalkınmasını amaçladığı için yurdun dört köşesine
yayıldı. Söylediklerimiz yanlış anlaşılmasın. O dönemde kurulan sanayi
kuruluşlarının hiçbiri zararına çalışmadı.
Özel
sektör devletçiliğin sağladığı olanaklarla kârlılığı esas aldı ve daha çok
ülkemizin gelişmiş kentlerinde etkinlik gösterdi. Stratejik yatırımlar devlet
kuruluşlarınca yapıldı. Sanayi için gerekli altyapı yatırımların da devletin
işi oldu. İşte Türk özel sektörü bu koşullarda gelişti.
Özel
sektör olacak, ancak halkı sülük gibi emmeyecek. Ulusal olacak, emperyalist
odaklara göbeğinden bağlı olmayacak. Kazandığı parayı Türkiye’de değerlendirecek.
Birikimine dışarıya çıkarmayacak.
Atatürk
döneminde uygulanan ve sonrasında ağır aksak 1980’e dek süren ekonomik modelin
adı, karma ekonomidir. Bu sistemde hem devlet hem de özel sektör yatırım yapar.
Ancak devletin denetimi, kontrolü esastır.
Günümüzde
neredeyse dünyanın birçok gelişmiş ülkesinde Ülkemiz sanayileşmesine benzer bir
durum gözlenmekte. Ülkelerin altyapısı devletçe oluşturulmakta. Stratejik endüstri
yatırımları da devlet kuruluşlarınca yapılmakta. Bu nedenle karma ekonominin
uygulandığı ülkeler, dış ülkelerin (emperyalistlerin) müdahalelerine açık
değil. Ülkeler, kendi iç dinamikleriyle piyasayı kontrol eder.
Karma
ekonomide gelir dağlımı adildir. Varsıl gittikçe varsıllaşmaz, yoksul da
gittikçe yoksullaşmaz. Devletçik, halkçılıkla birlikte uygulandığında yoksulluk
denen illet, yurttaşın yakasından düşer. Her yurttaşın bir işi olur. Amaç,
işsiz yurttaş bırakmamaktır. Yatırımlar, devlet planlamasıyla ülkenin her
yanına dengeli dağılır. Bölgesel kalkınma farkları böylece ortadan kalkar. İşte,
böyle bir ortamda özel girişimcilerin de önü açılır. Alt yapı sorunu olmayan
bir ülkede devlet de özel sektör de yatırımlarını yapar. Ancak her şey devletin
planlaması ve denetiminde olur. Serbest piyasa ekonomisinde olduğu gibi bir
başıbozukluk söz konusu değil devletçilikte.
Halkın
devlet işletmelerine ortak olması sağlanır. Böylece ekonomiye halkın katılımı sağlanır.
Ekonomiye katılan, yalın bir söyleşiyle elini taşın altına koyan halk, siyasete
de katılır. Bu, tabanda katılımcı demokrasiyi yaygınlaştırır.
Eğitim,
sağlık, adalet ve kişinin günlük insansal gereksinmelerini sağlayan her türlü
alt yapı hizmeti devletçe yapılır. Bunlar ücretsizdir. Stratejik hizmetler ve
sanayi dalları özelleştirilmez. Bu tür yatırımlar kamunun eliyle yapılır.
İletişim, ulaşım, elektrik, su, enerji, savunma, güvenlik, yargı gibi yaşamsal
önemdeki alanların işletmesi kamunundur. Çünkü bu alanların ülkenin savunması
için önemi büyüktür.
Konunun
iyi anlaşılması için eğitimden iki örnek verelim. Osmanlının son dönemlerinde
eğitim kurumlarının önemli bir bölümü yabancı özel okullardı. Neredeyse ülkenin
her yanına yayılmıştı bu kurumlar. Kapitülasyonlar nedeniyle bu okullar,
devletçe denetlenemiyordu. Çünkü bu okullar özel okul olmaları nedeniyle aynı
zamanda bir ticarethaneydiler. Böyle olunca da bu okullar, bağlı bulundukları
yabancı ülkelerin çıkarlarına uygun eğitim yapmaktaydılar. Ayrılıkçı Ermeni
örgütleri Hınçak ve Taşnak’ın liderleriyle Balkanlardaki ayrılıkçıların elebaşlarının
bu yabancı okullarda eğitildikleri bizi konuyla ilgili yeterince aydınlatmakta.
Ayrıca son yıllarda hepimizin tanık olduğu bir örnek var. 15 Temmuz darbe
girişimi öncesi ülkemizdeki özel eğitim kurumlarının yarıdan fazlası FETÖ’nündü.
FETÖ ise ABD’ye bağlı olarak etkinlik göstermekte. Bu okulların ülkemizin çıkarına
eğitim yürüttüklerini söyleyecek bir yurtsever çıkar mı? Çıkmaz…
Zamanın
sömürgeci ülkeleri, Mondros Ateşkes Antlaşmasıyla teslim aldıkları Osmanlının ilk
önce ordusunu dağıtıp ulaşım ve iletişim araçlarına el koydular. Niçin mi?
Olası bir direnişi engellemek için.
Günümüzde
tarihten ders çıkararak sözünü ettiğimiz alanlarda kamuculuğu sonuna dek
savunmak gerek. Halkımızın mutluluğu, erinci, geleceğe güveni; ülkemizin
kalkınması için Halkçı devletçilik vazgeçilmezdir bizim için.
Adil
Hacıömeroğlu
17
Şubat 2022
Teşekkürler ,
YanıtlaSilstratejik alanlar nasıl olur da özelleştirilir , akıl alır gibi değil.
Okullardan verdiğiniz örnekler çok yerinde ve sağlam örneklerdi. Biz ülkemizde, Osmanlı'nın hatalarını devam ettirmeyi kendimize ödev edindik diye düşünüyorum. Çünkü, geçmiş yıllarda fiyatı pahalanan tarimsal ürünlerin, "neden fiyatı arttı?" sorusunu sorup, çözüm bulmak yerine, ithalat ile pahalılığin önüne geçmeye çalıştık. Oysa, üretimi artırarak ve destekleyerek bu sorunu kolaylıkla asabilirdik. İthalat yerel üreticileri bitirmekte ve dış bağımlılığı artırmaktadır. Bu sayede, kolay müdahale edilebilen bir ülke konumuna bizi getirmektedir.
YanıtlaSilTürkiye'de konuşulması gereken konular es geçiliyor; konuşması gerekenlerse bir şekilde engelleniyor. Gelgeç akıllı, düşünsüz, ezberci kafalar Fakir Baykurt'un 1980'lerde sorduğu soruyu gündeme getiriyor: Kültürsüz / kitapsız bir kalkınma olur mu? Benim cevabım olmayacağı yönünde. Medya, siyaset, akademi üçgeni işgal edilmiş bir ülkede bağımsız devletçi ve halkçı bir ekonomi olamaz. Önce kafalar değişmeli.
YanıtlaSil