12
Eylül darbecileri, 24 Ocak kararları doğrultusunda ilk iş olarak üretici ve
tüketici kooperatiflerini kapattı. Böylece üreticilerin de tüketicilerin de büyük
tekellere karşı örgütlenip birlik olması engellendi.
Piyasadaki
tekelleşmeye, komisyonculara karşı üreticiler, kendi ürettiklerini kolayca
pazarlayabiliyordu kooperatifleri aracılığıyla. Böylece üreticilerin sırtı
kenelerden temizlenmekteydi. Asalaklar, üreticilerin emeğini, günümüze göre
daha az sömürmekteydiler. Ayrıca karma ekonomik sistem üreticiyi olduğu gibi
tüketiciyi de korumaktaydı. Piyasa devlet denetiminde olduğundan asalaklar
egemenlik kuramamışlardı piyasa üzerinde.
Tüketici
kooperatifleri de üyelerine komisyoncunun eline düşmeden doğrudan üreticiden
aldığı ürünleri az kârla satmaktaydı. Bu durum, tüketiciyi tekeller karşısında
korumaktaydı.
12
Eylül’le karma ekonomi terk edilip liberalizme geçildi. Yeni sistem, serbest
piyasa ekonomisini benimsemekteydi. Devletçilik reddedilmekteydi. Devletçiliğin
özgürlük karşıtlığı, serbest piyasanın ise özgürlükçülük olduğu savunuldu. Bu
konuda basın yayın organları sözcülük görevi üstlendi. Darbecilerin baskısı
altında devletçiliği savunacak olanların sesi kısılmıştı. Emekçi örgütlenmeleri
dağıtılmıştı. Üretici ve tüketicilerin kooperatifleri, çoğu zaman kötülenmekteydi.
Alanları boş bulan liberal beslemeler, var güçleriyle devletçiliğe yüklenip
serbest piyasacılığa övgüler düzmekteydiler.
Serbest
piyasacılığın özgürlüğü egemenlerin özgürlüğüydü. Oysa emekçiler için tutsaklık
dönemiydi bu. Öyle bir tutsaklık ki örgütlenme hakkının olmadığı, sömürüye
kayıtsı koşulsuz boyun eğildiği, üreticinin uluslararası tekellerin insafına bırakıldığı,
üretimin değil de çılgın bir tüketimin özendirildiği, değer sistemlerinin
çöktüğü, toplumsal davranma yerine alabildiğine bireyselleşildiği (Buna
bencillik demek, daha doğru.) bir düzen kurulmuştu.
Ülke
egemenlerine, uluslararası tekellere her türlü sömürme özgürlüğü vardı. Ancak
emekçinin sesini çıkarması yasaktı. İşte bu koşullar altında varsıl daha çok
varsıllaşırken yoksul ise daha da yoksullaştı. Böylece büyük bir sosyal
adaletsizlik hüküm sürüyordu.
12
Eylül öncesi birçok belediye halk pazarları kurumuştu. Üreticiden tüketiciye
kısa yoldan, aracısız ulaşan halkçı bir örgütlenme yaptılar. Bu yolla halk,
ucuz yoldan tüketim maddelerine ulaştı. Günümüzde “sosyal belediyecilik”
yaptığını söyleyenlerin ilgi göstereceği bir örnek bu. Bazı belediyeler, bunu
daha da ileri götürüp marketler kurdular. Bu, dar gelirli tüketiciyi
soluklandırmaktaydı.
Üretici
kooperatifleri; halıcılıktan el sanatlarına, meyve ve sebzeden bakliyata, dokumacılıktan
örgücülüğe, küçük sanayi ürünlerinden mobilyacılığa, usumuza gelebilecek her
türlü üretim ürünlerini pazarlanmaktaydı. Bu yolla hem üretici hem de tüketici
korunmaktaydı.
Okul
kantinleri yerine, kooperatifçilik kolunun kuruduğu satış yerleri vardı. Kâr oranı
düşüktü burada satılan ürünlerin. Öğrencilerin ivedi gereksinmeleri karşılanmaktaydı
buralarda. Tüketmeyi değil, tutumlu olmayı özendirmekteydi okul kooperatifleri.
Bu satış yerleri eğitsel kol etkinliği kapsamındaydı. Okul kooperatiflerine
bazı öğretmen ve öğrenciler küçük paralarla ortak olurlardı. Yılsonunda üyeler,
kârdan pay alırlardı. Düşünebiliyor musunuz öğrenciler, daha ilkokuldayken az
da olsa para kazanıyordu. Ticareti öğreniyor. “Bir elin nesi var, iki elin sesi
var.” atasözünü uygulamalı olarak yaşıyordu.
Serbest
piyasa ile halk için bir cehennem yaratıldı. Oysa bu düzen, egemenlerin cenneti.
Üretici
birlikleri etkisizleştirildi. Böylece üreticilerin emeklerine sahip çıkmak
olanaksızlaştı. Özelleştirmelerle “taban fiyat” sözde kaldı. Üreticinin malı,
kapanın elinde kaldı. “Taban fiyat” açıklayan hükümet, alacağı ürünleri
işleyecek yeterli fabrikaya sahip olamadığı için özel sektöre gün doğuyordu.
Üretim girdileri gittikçe pahalılaşınca üretici zorda kalıyordu. İşte, özel
sektörün fırsatçılığı burada devreye girmekte ve üreticinin ürününü neredeyse
bedavaya almakta. Bu sistem, birçok üreticiyi üretmekten vazgeçirmekteydi.
Böylece hem üretici hem tüketici hem de ülke ekonomisi kan kaybetmekteydi.
Liberalizmin
ülkemiz ekonomisinde ve sosyal yaşamında oluşturduğu tahribatı önlemenin tek
yolu karma ekonomik siteme geçmektir. 12 Eylül’ün yok ettiği kooperatifleşme
yeniden özendirilmeli. Üretim ve tüketim kooperatifleri kuruldukça piyasadaki
tekelleşme önlenir. Çözüm belli, yol belli…
Adil
Hacıömeroğlu
14
Şubat 2022
Önemli bilgiler içeren, yakınmak ve ağlamak yerine yapılması gerekeni anlatan; Atatürkçülüğü hayat tarzına indirenlere inat Kemalist devletçiliği herkesin anlayacağı şekilde açıklayan bir yazı. Okunmalı ve okutulması diye düşünüyorum. Ben kendi çevreme okuttum.
YanıtlaSil