YIKINTIDAKİ YAŞAMLAR


        6 Şubat Pazartesi günü erken saatlerde deprem vurdu on ilimizi. Gecenin ayazında, karanlığında yıkıntılarda kaldı on binlerce yurttaşımız yıkıntıların altında bir bilinmezliğin tutsağı oldu. Yıkıntının altında toza, taşa, usa gelemeyecek zararlı/zararsız maddelere bulandı yurttaşlarımız. Kimi tozdan, yıkıntılardan soluk alamaz oldu. Karanlık bir dehlizin içinde bir umut ışığı aradılar saatler saatleri kovalarken. Dışarından gelen bir ayak sesi, bir tıkırtı, bir insanın el uzatan bir bağırtısı beklenen o umut ışığını kocaman bir aydınlığa dönüştürmekte.

        Yaşamın hangi anında olursa olsun yalnızlık, insan yaşamının en büyük umutsuzluk kaynağı. Hele yıkıntı altında kıpırdamadan, konuşmadan, yiyip içmeden, ışığı görmeden, bir dost elini sıkmadan saatlerce kalmak, insanın umudunu nasıl da her geçen dakika azaltır. İşte, böyle zor bir anda insanın umudunu yıkıntılara bırakmadan bir tohumun filizlenmesi gibi her geçen gün yeşertmesi, olağanüstü bir yaşam bağlılığı. Hem de susuz, topraksız, güneşsiz, havasız bir ortamda.

        Yıkıntı altında yaşam savaşımı verirken acaba neler düşünür insan? Neyi düşler? Hangi özlemler içinde yanıp kavrulur? Pişmanlıkları nelerdir? Tinsel ve bedensel gücünü yitirmemek için nasıl davranır? Gündüzler geceye kavuştuğunda, beden ve beyin düşünmekten yorulup bitkinleştiğinde göz kapaklarına binen o tatlı uyku meleği kaçıp gitmiş midir bir yerlere? İnsanın başını koyacağı bir yumuşak yastığı bulamaması, uykusunda göreceği düşleri nasıl etkiler?

        Saatlerce bir kişinin sevdiklerinin sesini işitememesi, onların gülen gözlerini görememesi, sevdiklerine dokunup yürek sıcaklıklarını duyumsayamaması yıkıntılara sığmayan nasıl bir özlemidir? Yıllarca düşünü kurarak ve dişinden tırnağından biriktirerek aldığı evin bir yıkıntıya dönüşüp altında kalmak, insana nasıl koyar acep? Bunca emeğin, onca çabanın, sonu gelmez düşlemlerin, çoluk çocuk için beslenen umutların, yaşlılık için yapılan tasarıların, ülke için beslenen olumlu amaçların bir anda yıkıntılar altında kalması ne denli yıkar adamı kim bilir?

        İnsanın belki de yaşamı boyunca biriktirdiği en önemli şey, anılarıdır. O anılar ki kişiyi geçmişten geleceğe bağlar. Kimi zaman mutluluk, sevinç, umut doludur onlar. Kimi zaman ise unutmak istediğimiz acı, üzüntü, ayrılık vardır onlarda. Anılarımız nasıl olursa olsun onlar bizim. Onları yitirmek istemeyiz. Hele ki onları yıkıntılar altında bırakmak, kırk yıl düşünsek usumuza gelmez. İşte, o yıkıntılar; yaşamımızı elimizde alan, kimi zaman da altında umutla beklediğimiz çöküntüler değil. Anılarımızı elimizden alan bir düşman gücü.

        Yıkıntılar altındaki on binler, orada geçen her dakikada umut tohumundan filizlenen fidanlarını yürek toprağında yeşertip yıkıntı çölünde sulamaktalar. Gönül güneşiyle ısıtıp toz yüklü havayı umut süzgecinde arındırıp soluklandırmaktalar. O umut fidanının taze yaprakları, yıkıntılar arasında boy verip görünmekte görmez gözlere inat. Yüreği parayla taşlaşmış, gönlü yıkıntılarla dolmuş, ev değil de insanlara gömüt yapan vicdanının yerine cüzdanını koyanlar; iyi bakın şu yıkıntılara. Siz de iyi bakın, konut yerine tabut yapılmasına izin veren belediyeciler, bakanlar/bakmayanlar, göz yumanlar, eş dost kayıranlar, partilerini ve siyasal düşüncelerini yapsatçılara teslim edenler… Görün insanlık ayıbınızı! Şişkin cüzdanlarınızdan akan gözyaşları, pıhtılaşmış kanlar sizi boğmak üzere. Yıkıntı tozlarının betonlaştırdığı insanlığınız çöküntüye dönüştü. Çöken, insanlığınız, ölen ise tinsizleşen bedeniniz.

        Biz halkız, insanız, büyük bir ulusuz küllerimizden yeniden doğmasını biliriz. Yıkıntıların altında bile umut fidanımıza boy attırırız.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       9 Şubat 2023

       

1 yorum: