6 Şubat Pazartesi sabahından beri değişik televizyonları
izlemekteyiz. Yüreğimiz, yıkıntıların altındaki yurttaşlarımızla atmakta.
Onlardan güzel bir haber aldığımızda üzüntümüz azalır gibi olurken içimizde
buruk da olsa bir sevinç duymaktayız. Çoğu zaman yıkıntıların üstünde, yanında
bulunanlar sessizlik içinde ses bekliyorlar. Biz de televizyon karşısında sanki
ordaymışız gibi sesimiz soluğumuz kesik izlemekteyiz olanı biteni. Heyecanla
bir yaşam savaşının sesinin işitilmesi için ayaklanıyoruz. Sanki o yıkıntının
altından çıkacak umut dolu sesi biz işitecekmişiz gibi. Bir süre sonra
televizyonlardaki haber okuyucuların, yorumcuların da bizim gibi sustuklarını
fark ettim. Gerektiği zaman da kısık sesle konuşmaktalar.
Yalnız yıkıntının başında çalışan kurtarma ekipleri,
haberciler değil; İstanbul’daki televizyonlarda haberleri verenler de bizim
gibi evlerinde kurtarma çalışmalarını izleyenler de soluklarını tutup seslerini
kesmekteler. Hepimiz, ulusça kilitlenmekteyiz o yıkıntıya. Neden mi?
Duygudaşlıktan... Yüreğimizi, o yıkıntının altına koymuşuz da farkında değiliz.
Tek bir yürek olmak bu olsa gerek.
Yıkıntıların başında nöbet tutan muhabirler, yiyip içmiyorlar
sanıyorum. Ne soğuğa ne de yağışa aldırış etmekteler. İzleye izleye kurtarma
ekibinde çalışanlar kadar bilgi sahibi oldular neredeyse. Kurtarma
çalışmalarının nasıl, hangi sırayla yapıldığını bilmekteler. Kurtarma
çalışmaları ilerledikçe onların duyguları yükselmekte. Konuşurken dudaklarının
sevinç ve heyecanla titrediğini, gözlerinin buğulandığını görmekteyiz.
Gözyaşları içinde, ağlayarak kurtarılan yurttaşlarımızın yaşama yeniden
döndüklerini muştulamaktalar bizlere. Onların gözyaşları kurtarma
ekibindekilerle çoğu zaman birbirine karışmakta. O gözyaşları, kuş olup uçuyor
ve bizim kapalı pencerelerimizden kapılarımızdan içeri girmekte usulca. Biz de
gözyaşlarımızı tutamıyoruz çoğu zaman.
İnsansak ağlarız. İnsansak güleriz. İnsansak düşünürüz
ilerisini de gerisini de. İnsansak başkasının acısını yüreğimizde duyumsarız.
İşte insan olmak, böyle bir şey...
Kimi muhabirler sabahlara dek yıkıntı altında kurtarılmayı
bekleyenlerin yakınlarıyla nöbet tutmaktalar. Onlara destek olmaktalar. Onların
umutlarını artırmak için çabaladıklarını görmek ne güzel! Oradan bütün dünyaya
deprem felaketinin acılarını anlatan bu muhabirler de adsız kahramanlar.
Bazen muhabirler, gidilmesi gereken yıkıntıların adreslerini
vermekteler. Bazen de kayıp kişileri duyurmaktalar, onların bulunması için. Çoğu
zaman sesleri kısık… Sert ayaza karşın yıkıntıların yanından ayrılmamaktalar
bir canın kurtuluşuna tanıklık etmek ve onu tüm dünyaya duyurmak için. Uykuyu
unuttular. Kimi zaman yıkıntılarda canlarını bekleyen gözü yaşlı
yurttaşlarımıza tinsel destek vermekteler. Onlarla duygudaşlıkları üst düzeyde.
Yıkıntılar altındaki can kurtarma çalışmalarını adım adım
sabırla izleyip anlatmaktalar. Bir insan canlı çıktığında yüreklerinden gelen
coşkulu sevinçler, yaşamım boyunca gözümün önünden hiç gitmeyecek. Onlar
depremzedelerin sesi, deprem bölgesi dışındakilerin gözü olmaktalar. Depremi
yaşamayan bizlerin depremzedelerle duygudaş olmamızın sağlam bir köprüsü.
Deprem bölgesinden her şeye karşın aralıksız yayınlar yapan ve
ulusal birliğimizi her durumda anlatıp ülkemiz bütünlüğüne katkı yapmaktalar. Oraya
haber yapmak için değil, bozgunculuk için gidenleri bu özverili, sorumlu gazetecilerle
karıştırmamak gerek. Türkiye, gerçek habercileri de bozguncuları da
unutmayacak.
Adil Hacıömeroğlu
12
Şubat 2023
Bir de şöyle atan yürekler gözlemliyoruz:
YanıtlaSil- Açık Seviniciler: Örneğin "depremle geldin, depremle gideceksin" diyen bir Batı uşağı, ajan bozuntusunun çığırtkanlığına kapılan kalbi eğriler...
- Gizli Seviniciler: Depremin yıkıcılığı göz önüne çıktıkça, artık ekonominin iflah olmayacağından, ülkenin neredeyse yok olduğundan dem vurup kendi siyasi gündemini ortaya koyanlar.
Bunların içinde Yunan aşkıyla hezeyanlarını sosyal medyaya taşıyan ahlaksız sefillerden tutun da, yurtdışına bir an önce nasıl kapak atarız diye düşünenlere kadar geniş bir yelpaze var. Bu sonuncular hele öyle ki, ciğerleri yemediğinden daha önce yapamadıkları atılımları için deprem bir motive edici unsur gibi görünmekte... İşte tam bu noktada depremin tarihsel bir dönüm noktası olduğunu, 19 Mayıs 1919 gibi bir milat olacağını söylemek mümkün. Elini taşın altına koyanlar ve Ankara'dan yana olanlarla diğerlerinin tarihin hızarı tarafından ayrılacağı bir milat! Tarihin ve Allah'ın huzurunda siz neredesiniz? Ana soru budur.