Bir özerklik sözüdür aldı yürüdü. Özellikle PKK sözcüleri ile
bölücü örgütün siyasal uzantısı HDP’nin eski/yeni sözcüleriyle vekil adayları
son zamanlarda özerklik konusunu özellikle gündeme taşımaktalar. Ne yazık ki bu
konuda bazı CHP yöneticilerinin de açıklamaları bizleri şaşırtmamakta.
Seçimlere bir ay varken bu konudaki açıklamalarla kamuoyu oluşturma çabaları
bunlar... Anlaşılacağı üzere açılım dönemindeki taktikler uygulanmakta. Halk, söylemlerin farklı kesim ve kişilerden
gelmesiyle özerklik sözüne alıştırılmakta.
Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin 18. Kurultay’ında “Sen doğuda
başka, batıda başka konuşuyorsun; dediler. Nereye gittiysem aynı şeyi söyledim.
CHP iktidarında yerel yönetimler özerklik şartını mutlaka getireceğiz.” diyerek
PKK’nın baştan beri savunduğu bir konuyu Kurultay’a taşıdı. Hem de “Atatürkçüyüm!”
diyen CHP delegelerinin gözünün içine baka baka. Ne yazık ki delegelerden bir
karşı çıkış olmadı. Tersine bu sözleri alkışlandı. Bu Kurultay’da “Ben Dersimli
Kemal’im!” diyerek Atatürk’e ve Atatürk’ün Tunceli’sine de meydan okudu.
CHP’nin gençlik kollarından yetişen, genç vekili Yunus Emre 24
Mart 2023 günü: “Yerel yönetim özerklik şartındaki çekinceleri kaldıracağız. (Halk
TV)” diyerek açıkça PKK’nin isteğini dile getirdi. Aslında her şey çok açık…
Yeter ki emperyalizmin ülkemiz üzerindeki oyunlarını iyi anlayalım.
Yeşil Sol Parti’nin vekil adaylarından Sinan Çiftyürek: “Kürdistan’a
özerklik, Türkiye’ye demokrasi… (Gazeteler, 12 Nisan 2023)” diyerek bölücü
isteklerini dile getirdi. Bir ülkenin bölünerek nasıl demokrasiye geçeceğini
sormayanlar çok nedense.
Yeşil Sol Parti’nin vekil adaylarından, ABD’nin gayri resmi
sözcüsü Cengiz Çandar: “Mecbur, çünkü Sayın Kılıçdaroğlu seçilirse de bugünkü
işaretler öyle gösteriyor ki Yeşil Sol Parti ve Emek ve Özgürlük İttifakı
Türkiye’nin geleceğinde anahtar rol oynayacak. Anayasa’nın değişmesi lazım,
bazı adımların atılması için.” demekte. Çandar, Kılıçdaroğlu’nun zorunlu olarak
çözüm sürecini başlatıp Anayasa değişikliği yapacağını söylemekte. Bir genel
affın çıkması gerektiğini de vurgulamakta ayrıca.
Benzer açıklamalar, Kandil’den ve PKK’nın Avrupa’daki yöneticilerince
de yapılmakta. Bu konuşmalardan anlaşılıyor ki altılı masanın yönlendiricisi
ABD ve PKK/HDP. Zaten açılım döneminin nerdeyse tüm aktörlerinin masada
olmasından bu belli değil mi?
Kılıçdaroğlu’nun HDP ile pazarlığı açıklanmalı kamuoyuna.
PKK/HDP, neyin karşılığında Kılıçdaroğlu’nu destekleyecek? Bu konuda her
seçmenin düşünmesi gerek.
Özerkliği kimlerin ısrarla istediğini söyleyelim. Bunu
ülkemize dayatan iki güç var: AB ve ABD… Dün Sevr Anlaşmasını ulusumuzun önüne
koyan batılı emperyalistler, bugün de özerklik adı altında yeni Sevr’i ülkemize
kabul ettirmek istemekteler. Bunun asıl amacı, Türkiye’yi bölmek... Bunu da “demokrasi,
özgürlük, barış” adı altında yapmaktalar. Özerklik olunca sanki daha demokratik
bir sisteme kavuşacağız. “Geliştirilmiş Parlamenter Sistem” diye yola çıkanlar,
özerklik çıkmazında Sevr’in Damat Ferit’i olmaya karar verdiler anlaşılan.
Öncelikle şunu söyleyeyim. Özerklik, federasyon, eyalet sistemiyle yönetilen ülkeler; daha demokratik olalım diye böyle bir sistemi yeğlemediler. ABD ve Almanya örneğinde olduğu gibi bu ülkelerdeki eyaletlerin hepsi daha önce bağımsız devletlerdi irili ufaklı. ABD’de iç savaşla birlik oluştu. Almanya’da ise prenslikler toplanarak birleşme kararı verdiler ve Prusyalı I: Wilhelm’i kral seçtiler. Bu birliğin oluşmasında Prusya’nın gücü, öncü olmuştur. Eyaletler, kendi özerk yapılarını korudular. İçişlerinde serbestlikleri var. Dışişlerinde ise merkezi hükümete bağlılar. Yugoslavya da bu sistemle oluşmuştu. Yani bu tür yönetim biçimlerinde devleti oluşturan halk, ayrılıklar paydasında bir araya gelir. Yugoslavya örneğinde olduğu gibi koşullar olumsuz bir duruma gelince her eyalet ya da özerk bölge kendi yoluna gitmekte. Tabi, bu olurken de halklar arasında bir boğazlaşma ve kırımın olması kaçınılmaz.
Türkiye Cumhuriyeti, ulus devlet olarak kuruldu. Ülkemizde
yaşayan değişik kimliklerdeki kişiler ya da topluluklar ortaklıklar üzerinden
bir payda oluşturularak bir ulus kimliğiyle bir araya gelip kaynaştılar. Atatürk:
“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir. (Afet İnan,
Medeni Bilgiler ve Atatürk’ün El Yazıları, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi
1988, sf. 351)” diyerek ulusal kimliğimizin çok açık tanımını yapmıştır. Bundan
da anlaşılacağı üzere hangi etnik kökenden ve inançtan olursa olsun her kişi,
ulusun eşit bireyidir. Bu nedenle ulus devlet yapısı, federasyon, eyalet ya da özerk
birimlerden oluşan ülkelere göre daha sağlamdır.
Ortaklıklar temelindeki birlik, ulus devleti ayakta tutar. Emperyalistler,
bu gerçeği bildiklerinden ulus devletleri ortadan kaldırmak için özerk bölgeler
kurulmasını, demokratik bir hakmış gibi ortaya atar. Ne yazık ki ulus devlette
yer alan bazı siyasal kümeler de bu oyunun savunucusu olur bilerek ya da
bilmeyerek. Emperyalistler, bir ülkeye “demokrasi, özgürlük, barış”
dayatıyorlarsa iyi bilinsin ki bunun altında “bölünme, kan, sömürü, düşmanlık”
vardır. Dünya tarihi bunun örnekleriyle dolu. Yeter ki bakıp görmesini bilelim.
Özerkliğin sonu, bölünme
ve parçalanma. Aynı ulusun evlatlarının birbirini kırmasıdır. Bunu isteyenlerin
iyi niyetli olduklarını söylemek olanaklı mı?
Adil
Hacıömeroğlu
13
Nisan 2023
İster demokrasi olsun adı, ister yerel yönetim, siyasi söylemler uygarlık küresinin alt tanımlarıdır. Uygarlık ise üç temel üzerinde yükselir: Basiret, bilgi ve üretim. Bertrand Russel basireti uzağı görmek anlamında değil, uzak erimli fayda için güncel çıkarları terk etmek olarak tanımlanmıştır. Şimdi muhalefetin bu tutumuna baktığımızda bunun basiret değil, tam tersi basiretsizlik olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla muhalefet bir uygarlık ve devlet ideali taşımamaktadır demek doğru olur sanırım. İpini koparmışlar ittifakı demek millet ittifakı demekten daha doğru bir tanımlama olacaktır.
YanıtlaSilDeğerli hocam, yüreğine sağlık👏👏👏
Sil