Biga’dan
Bandırma’ya büyük bir mutlulukla gittik. İç erincimiz yerindeydi. Çünkü yıllardır
görmek istediğimiz Mehmet Çavuş’un gömütünü görmüştük.
Saat
yirmi bir sıralarında Bandırma’daydık. Öncelikle kalacak yer sorunumuzu
halletmeliyiz. Öğretmenevini kolayca bulduk. Yakın bir yerde park ettik
arabamızı. Atacan, arka koltukta deliksiz bir uykuda. Öğretmenevine gitmek için
arabadan indim. İnmişken az önce bir ses işitmiştik ne olduğuna da bakayım,
dedim. Arabanın bir yerini mi çarptık yoksa? Soluk soluğa bir genç geldi yanıma
elinde arabamızın ön plakası. Az önce kavşaktan dönerken düşmüş. Genç arkadaş
da balkonda otururken görmüş. Üçüncü kattaki evinden inip plakamızı bize
yetiştirmiş. Öylesine mutlu olduk ki anlatamam. “Memlekette insanlık ölmedi.” dedirtecek
biçimde bir güzel davranış.
Genç
adama içtenlikle “Sağol!” dedim. O, toplumsal bir görevi yerine getirmiş biri
mutlu. Ben de arabamızın plakasını yitirmediğimiz için mutluyum. Gençle
vedalaştık. Plakayı ön camdan görülebilecek biçimde sağ yana koydum. Ben bu
işle uğraşırken eşim çoktan öğretmenevine gitmiş bile. Atacan’ın başında
bekledim bir süre.
Eşim,
çok geçmeden döndü yanımıza. Öğretmenevinin bahçesinde düğün olduğunu görevliyi
uzun süre aradığını ve bulup onunla konuştuğunu, kalacak yer olmadığını
söyledi. Bana. “İstersen bir de sen git, bak!” dedi. Bunun üzerine ben de
gittim. O, uyuyan çocuğun başında nöbetçi. Gidip görevliyi kolayca buldum.
İnceledi, baktı ve “Yerimiz yok!” dedi. Geri dönmeden önce bahçedeki düğüne
biraz bakayım, dedim. Vur patlasın, çal oynasın. Ne maske ne de sosyal ara… Kapının
girişindeki masanın üzerinde duran bir dezenfektan. Bahçedeki genel havaya
bakınca o da yasak savmak için. Koronanın kol gezdiği bir memlekette bu
rahatlık bizi şaşırttı epeyce.
Arabamıza
binip sahile doğru indik. Eşim ve Atacan arabada kaldı, ben inip otellerde yer
aramaya başladım. Sahildeki otellere bakınca bir tersliğin olduğunu hemencecik
anladım. Karşıma çıkan ilk otelin kapısına gittim. İçeride cılız bir ışık. Kapıyı
çaldım birkaç kez hareket yok! Aynı sırada olan ikincisine yöneldim. Burada
ışık mışık yok! Merak ettim. Ön camların birisine yapıştırılmış bir dosya kâğıdında
gerekli açıklamayı gördüm. Korona nedeniyle bir süre kapalı kalacakları
yazmakta. Bunun üzerine geri döndüm.
Eşime
durumu anlattım. “Otellerden birisinde açıklama yoktu, ama diğerinin camında
korona nedeniyle kapalı olduğu yazılıydı. İçime kurt düştü. Burada kalmayalım.”
dedim. O da kabul etti. Böylece gezmeyi düşündüğümüz Bandırma, Erdek, Manyas’ı
görmeyeceğiz şimdilik. Gerçi daha önce görmüştük. Ama Atacan için önemliydi
gezimizin bu ayağı. Özellikle de Kuş Cenneti…
Dinlencemiz
boyunca salgının varlığını bir an olsun unutmadık. Gezimizi bu acı ve kahredici
gerçeğin ışığında yaptık. En küçük bir riski bile almadık. Olsun yorulacağız,
ama salgının en küçük olasılığı da olsa ondan kaçmak zorundayız. Nasıl olsa
çocuğumuz uyumakta arabada. Yorucu bir gün geçirdik. Onun getirdiği bir
yorgunluk var üzerinde. Eşim, bana baktı, “Ne yapalım?” der gibi. Bursa’ya
doğru gitmemizi söyledim. Kolayca anayol çıktık.
Yavaşça
yol almaktayız. Gecenin, yıldızlı gökyüzünün, ay ışığında dalga dalga parlayan
bahçe tarlaların, yolun iki yanında sık sık gördüğümüz fabrikaları seyreylemekteyiz.
Karacabey’e yaklaştık. Buraya gitmeye karar verdik.
Gece
yarısına doğru bir vakitte Karacabey’e girdik. Tatlı bir yokuştan tırmanırken
sağ yanda bir fırın ışıl ışıl… Önünde birkaç kişi oturmakta. Onlara önce selam
verdim, sonra öğretmenevini sordum. Selamımı alırken konuşmalarından yerdeşim
olduklarını anladım. Memleketlerini sorunca söylediler Trabzon-Beşikdüzülü
olduklarını. Ben de ilçemi söyleyince yerdeşim, kalkıp bize öğretmenevini
gösterdi. Yolun diğer yanındaymış. Memleket özlemi kokan birkaç tümcelik
söyleşiden sonra vedalaştık.
Öğretmenevine
vardık. Bahçesinde birkaç kişi… Kapanmak üzere… Görevliyi bulduk bahçede çay
içerken… Saygılı, içten bir adam… Odaları varmış. Hemen işlemlerimizi yaptık. Ben
bu işle meşgulken eşim arabayı park edip Atacan’ı uyandırdı. Açlıktan ölmek
üzereyiz. Burada yiyecek bir şey yok! Bitişikte bir çay bahçesi var. Oraya
gittik. Üçümüz de birer gözleme ve ayrandan oluşan öğünümüzü yavaşça yedik. Atacan’a
o uyurken neler yaşadığımızı anlattık. Şu anda bulunduğumuz yerin Bursa’nın
Karacabey İlçesi olduğunu söyledik. Gezimizin zorunlu olarak gitmemek durumunda
kaldığımız bölümü için fazla üzülmedi. “Başka zaman gideriz.” dedi.
Gözlemeler
yenip ayranlar içilince öğretmenevine geçtik. Atacan’la eşim gecenin
serinliğinde beklerken ben arabadan küçük bavulumuzu ve birkaç parça eşyamızı
alıp geldim. Hemen odamıza çıktık. Duşlarımız alıp uykunun kollarına bıraktık
kendimizi yeni bir sabaha uyanmak için.
Adil
Hacıömeroğlu
25
Ağustos 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder