TARİHE DUYGUSAL BİR YOLCULUK-II (Dinlence Yazıları 8)


Yavaşça yol alıyoruz şehit topraklarında. Her yerden şehitlerimizin düşmanın üzerine atılırken haykırdıkları “Allah, Allah!” sesleriyle dolu sanki. Kulaklarımda şehitlerimizin haykırıları uğuldamakta. 57. Piyade Alayı Şehitliği’ne doğru yol almaktayız. Atatürk’ün ölümsüzlüğe yürüyen alayı. “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum.” diye seslenişi dilimde sürekli olarak.

57. Piyade Alayı Şehitliğinde arabamızdan indik. Oldukça kalabalık… Herkes şehitliği ve çevreyi dolaşmakta. İnsanlarda derin bir saygının duruşu var. Bakışlar mezar taşlarına kilitli. Yediden yetmişe kopup gelmiş insanlarımız. Bastonuyla zorla yürüyen yaşulular mı istersiniz, bebek arabalarındaki kırkı çıkmış yavrusuyla dolaşan gencecik çiftleri mi? Ne yazık ki birçok kişinin Çanakkale Savaşı ile bilgisi söylencelerden ileri gitmiyor. Bu savaşın nedenlerini, sonuçlarını ve Türk kahramanlığını gerçekçi dille yurttaşlarımıza anlatmalı.

57. Piyade Alayı Şehitliği kanımızı dondurdu. Çevreyi iyice inceledik. İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin ardı arkası kesilmeyen top atışları altında askerlerimizin düşmanı püskürtmesi olağanüstü bir kahramanlık. Merminin üstüne üstüne yürüyen, ölmekten korkmayan bir ulusun evlatlarının toprağa düştü yerdir burası.

57. Piyade Alayı Şehitliğinden istemeyerek de olsa ayrıldık. Hedefimiz Conkbayırı… Kısa bir yolculuktan sonra Conkbayırı Atatürk Zafer Anıtı’na ulaştık. Burası da çok kalabalık… Gelenlerin neredeyse hepsi aileler… Saygı ve sessizlik içinde gezilmekte. Çoğu kişinin elleri duaya kalkmış. Dudaklarda duaların mırıltıları.

Atacan, kendini siperlerin içine attı. Siperlerde ayak basmadık yer bırakmadı. Kendince karşı yana nişan alıp ateş etmekte. “Neden bütün siperleri dolaşıyorsun?” diye sordum.

O: “Bu siperlerde Atatürk de dolaşmıştır, onun ayak izlerini arıyorum.” dedi.

Bıraksak geceyi siperlerde geçirecek. Atatürk’ün saatine şarapnel parçasının çarptığı yeri gösterdim ona seslenerek. Birden siperden dışarı attı kendini. Diğer insanların yaptığı gibi orada o şarapnel den bir parça bulma umuduyla dolaşıp durdu dakikalarca. Ben, ona Conkbayırı Taarruzu anlatırken bir baktım çevrem insanla doldu. Sessizlik içinde gelen insanları fark etmedim bile. Sorular sorulmaya başladı bana. Sorulara yanıt vermeye çalıştım. Antalya’dan birkaç aile gelmiş çoluk çocuk sırf şehitliği gezmeye. Ayaküstü söyleştik onlarla. İnsanımızda büyük bir yakın tarihi öğrenme merakı var. Onları doğru kaynaklarla buluşturmalı.

Conkbayırı Taarruzu, 10 Ağustos 1915 günü sabahın dört buçuğunda başlamış bir süngü hücumu. İlerlemekte olan düşman Atatürk’ün usçu taktiğiyle geriye atıldı. Bu saldırıda mermi kullanılmadı. Düşman, Türk süngüleriyle 500-1000 metre geriye püskürtülerek kıyıya hapsedildi. 7 Ağustos’ta başlayan düşman saldırısı, Atatürk’ün süngü saldırısıyla sona erdi. Conkbayırı’nda düşman savaş boyunca en büyük kaybını verdi. Conkbayırı, yirmi beş bin düşman askerine mezar oldu. Ölüler arasında General Boldwin ve kurmay başkanı da vardı.

Süngü savaşı öncesi Mustafa Kemal: “Askerler! Karşımızdaki düşmanı mağlup edeceğimize hiç şüphem yoktur. Fakat siz acele etmeyin. Evvela ben ileri gideyim. Siz, ben kırbacımla işaret verdiğim zaman hep birden atılırsınız.” Diyerek saldırıyı başlattı. Askerlerinin en önünde ölüme meydan okuyarak giden bir komutanın ordusu savaşı yitirir mi?

İngiliz birlikleri komutanı Hamilton, anılarında savaşı yitirmelerinin nedeni olarak generallerinin savaşı cephenin karşısındaki savaş gemilerinden izlediklerini, oysa Türk generallerinin askerlerinin en önünde savaştıklarından söyledi. Onun general olarak sözünü ettiği komutan Mustafa Kemal, henüz iki ay önce albaylığa yükselmişti.   

Atatürk Anıtı’nın önündeki alanda Üsteğmen Nazif Çakmak Şehirliği var. Nazif Çakmak, Fevzi Çakmak’ın kardeşi. Üsteğmen Çakmak, 9.Tümene bağlı 64. Alay’da bölük komutanıyken 8 Mayıs 1915 günü Yeni Zelanda güçlerine karşı tepeyi savunurken şehit oldu. 

Conkbayırı’ndan ayrılmaya hiç niyetimiz yok! Burada insan tinine işleyen bir şey var. Tarihi tersine çeviren, emperyalist güçlerin planlarını tersyüz eden bir utkunun kutsal toprağındayız. İçimizdeki heyecanı ve ayrılmama isteğini bastırarak Kemal Yeri’ne hareket ettik.

Kemal Yeri, Atatürk’ün dehasının kanıtı gibi. Karaya ve denize kuşbakışı bakmakta. Atatürk, buradan hem düşman hareketlerini hem de Türk birliklerini görebiliyor. Ağaç dallarından bir kulübe yapmıştı kendine. Keşke o kulübenin benzeri oraya yeniden yapılsa. Soğuk rüzgârlara açık bir tepe. Burada yine tarihsel bir yolculuğa çıktı tinimiz. Kafamda türlü imgelemler, düşler… Kendimi Mustafa Kemal’in yerine koyuyorum. Olmuyor. Ne dehayım ne de asker…

Akşam olmak üzere… Kemal Yeri’nden üzüntüyle ayrıldık. Eşimle Atacan’a gelecek yıl fırsat bulursa bir geceyi Kemal Yeri ve Conkbayırı’nda geçirme sözü verdim. Hatta diğer şehitliklerimize de gidebileceğimizi söyledim.

Güneş ağaç dalları arasında kızıl iplik telleri gibi uzamakta. Denizde parlak yansımalar… Ufuktaki sarılık turuncuya dönmekte. Seddülbahir’e gitmeye karar verdik. Atacan, bu kararımıza karşı çıkıyor. Ona akşam yemeğini orada yiyip gezmeyi, sonrasında çay içmeyi önerdik. Anlaşılan çok yorulmuş. “Otelimize gidelim, satranç oynayalım.” diyerek karşı sürekli olarak. Çocuk, kendine yediremiyor “Yoruldum.” demeyi. Neyse yarı yoldan geri döndük. Karanlık basmak üzere. Yolda Seyit Onbaşı anıtında Atacan’ın fotoğrafını çekiyor eşim. Çocuğun adım atacak takati kalmamış.

Kilitbahir’de çay içme önerimizi kabul ediyor. İki sandalyeyi birleştirerek oturdu. Buna oturma denirse tabi ki. Bu resmen yatma. Bir bardak çay içtikten sonra çocuk kendine geldi. Arabadan satranç takımımızı getirdim, oynadık bir süre. Birkaç bardak çaydan sonra biz de yorulduğumuzu anladık. Kalkıp otelin yolunu tuttuk. Sırayla duş alıp yattık. Derin bir uykuya daldık. Gece boyunca şehitliklerin, şehitlerin düşlerini gördüm. İlk kez Conkbayırı’ndan aşağıya doğru askerlerinin önünde koşan Atatürk, düşümdeydi. Bu düşlerim hiç bitmesin isterdim. Her düşün bir sonu, her gecenin bir sabahı var.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       21 Ağustos 2020

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder