UNUTULAN TARİH, BOLAYIR (Dinlence Yazıları 5)


Kurban bayramından sonra Mürefte’den ayrılmaya karar verdik. Üzülerek ve gönlümüz kırık bu güzel beldeden ayrıldık. Çünkü Mürefte, insan yüreğindeki erinçtir. Dalga ve kuş seslerini geride bıraktık. Yalnızca buraya özgü pancar motorundan yapılmış pırpırların sabahın sessizliğini yırtan metalik gürültüsünü işitmeyeceğiz artık. Poyrazın serinletici esintisinden uzaklaşacağız.

Bir aylık bir dinlenceden sonra Marmara kıyılarında kısa bir gezi için yola çıktık. Şarköy’den Gelibolu’ya doğru yol aldık. Yol kıyılarından bereket fışkırmakta. Tepelerde rüzgârgülleri poyrazın etkisiyle nazlı nazlı dönerek yurdumuza erke üretmekte. Yol boyunca rüzgârgülleri… Atacan’la rüzgârgülü görme yarışı yapıyoruz. Zaman zaman eşim de bize katılmakta.

Köylerden geçerken kesif bir gübre kokusu… Bu kokulardan anlıyoruz ki köylerde hayvancılık yapılmakta. Kokular rahatsız edici değil; bir emeğin, üretimin kokusu. Çocukluğuma gidiyorum bu kokularla. Önleri açık ahırların avlulara bakan bölümlerinde tavuklar sürü sürü… Bazı tavukların peşlerinde civcivleri… İnek gübreleri, tavukların beslenme alanına dönüşmüş. Yol kıyılarında amaçsızmış gibi dolaşan ya da bir ağaç serinliğinde tembel tembel yatan köpekler göze çarpmakta. Yol boyunca meyve bahçeleri ilgi çekmekte. Demek ki ülkemizin bu bölümünde meyvecilik gelişmekte. Çiftçi tarla tarımı yerine meyveciliği yeğlemekte.

Gittiğimiz yol bölünmüş değil, gidişli gelişli. Bu nedenle yavaş gidiyoruz. Yani karayollarının öngördüğü hız sınırındayız. Yavaş gidişimiz arkamızdaki sürücüleri rahatsız etmekte. Korna çalanlar, ışıklarını yakıp söndürenler… Taşıt sollamanın yasak olduğu bölümlerde bile hızla yanımızdan geçenler oluyor. Birçok kişi gezdiğini, dinlenceye gittiğini sanıyor; oysa yolla ve diğer taşıtlarla tükenmez bir kavganın içindeler. Ne sürücüler ne de arabalarında taşıdıkları aile üyeleri bu gerginlik dolu yolculuklarında yolun, gezmenin, doğanın tadını çıkarmaktalar.

Daha önce çok defa geçtiğimiz bu yolu ve çevresini yeni görüyormuş gibiyiz. Her geçen yıl meyve ağaçları boy atmakta. Göletler, toprağa bereket katmakta. Birçok çiftçi, yılda iki ürün ekmekte tarlasına sulama sayesinde. Böylece bire kırk veren tarlalar bire seksen, bire beş yüz vermekte.

Öğlen güneşi tüm yakıcılığıyla tepemizde. Bu, kimin umurunda? Yolda bir sincap, tilki, tanımadığımız bir hayvan, sesini işitmediğimiz bir kuş görürüz diye dikkat kesiliyoruz. Gözlerimiz yolda ve doğada, kulaklarımız dışarıda. Arabamızın açık camlarından Trakya’nın bereketli topraklarının kokusunu içimize çekiyoruz. Sonunda anayola eriştik. Saros Körfezi karşımızda… Karşı kıyılarda yoğun bir buhar tabakası puslandırmakta görüşümüzü.

Geziye çıkarken herhangi bir izlencemiz yok! Yer, zaman ve keyfimize göre düzenleyeceğiz gezimizi. Eşime, Bolayır’a uğrayalım, dedim. Kabul etti. Ben birkaç kez gitmiştim buraya. Eşim ve Atacan ilk kez görecekler Rumeli'ye ilk ayak basan Osmanlı komutanı Süleyman Paşa ve Vatan Şairi Namık Kemal’in gömütlerini. Yol ayrımından yavaşça Bolayır’a yöneldik. Çimpe Kalesinin bulunduğu tepenin yamacına bir kartal duruşuyla kanatlarını açmış, Saros’a bakmakta Bolayır. Sessizliğin ve ilgi çekici bir tenhalığın egemen olduğu ana caddeden geçerek beldenin merkezine doğru gittik. Yapıların gölgelerinde oturanlara selam veriyorum. Parlayan gözlerle selamımı alıyor güngörmüş yurttaşlarım. Cami ile parkın arasında arabamızı park ediyoruz. Önce caminin ayakyoluna gidip zorunlu gereksinmemizi karşılamamız gerek. İşimizi bitirip gerekli temizlik ve arınmayı yaptıktan sonra sıra gezmeye geldi.

Bolayır Gazi Süleyman Paşa Camisi (1356) Rumeli’de yapılan ilk Türk ibadethanesi. Ahşap bölümler, camiye güzellik katmakta. Sessizlik içinde içeri girdik. Temizlik yayılmakta her yandan. Halılar, ilgi çekmekte. Zamana meydan okuyan bir anıt. Gezilmesi, bilinmesi gerek.

Camiden çıkıp ağaçlıklı parka girdik. Hemen girişte ilgisizlik, bakımsızlık fark edilmekte. Sağ yanda Namık Kemal’e ait küçük bir anıt var. Vatan Şairi'mizin iki beyti ilgi çekmekte. Çiçekler sulanmamış. Çevre düzenlenmemiş. İçeriye doğru yürüdük ağır adımlarla. Önce Namık Kemal’in gömütüne gittik. Ağaçlar susuzluktan kavrulmakta. Yerlerde çiçek, çim, çalı yok! Kuru bir toprak… Ülkemizde ilk kez “vatan ve hürriyet” sözcüklerini belleklere işleyen büyük düşünce adamının gömütü terk edilmiş bir virane gibi.

Atatürk başta olmak üzere Türk devrimcilerini, milliyetçilerini, halkçılarını derinden etkileyen bir şairin, düşün adamının gömütünün çevresinin bu çoraklığı v bakımsızlığı bizi derinden üzdü. Dolaşırken usumda Namık Kemal’in dizeleri deli gibi dönüp durmakta.

Namık Kemal’le vedalaşarak Süleyman Paşa’nın türbesine girdik. Yanında atı ve lalası da yatmakta. Atıyla gömülmesi eski bir Türk geleneğini anımsatmakta. Demek ki o dönemde eski Türk gelenekleri her yönüyle yaşamakta toplumuzda. Lalasının yanında gömülmesi de çok önemli. Bilgiye, öğretene verilen değeri göstermekte.

Rumeli’yi yurt yapan Süleyman Paşa ile uluslaşma sürecimizi başlatan bir öncü olan Namık Kemal’in türbelerinin bulunduğu parkın bakımsızlığı üzdü bizi. Kartal yuvasından önümüzdeki ovayı, Saros’u uzun uzun izledik hayranlıkla. Eşim bol bol fotoğraf çekti. Yavaş adımlarla çıkışa doğru yöneldik. Sağ yanda bir yeiç var. Ayaklarımız ayrılmak istemiyor, gönlümüz kırık; ama Süleyman Paşa ile Namık Kemal’de. İki masada insanlar oturmakta. Selam verip boş bir masaya oturduk. Oturanlarda maske var. Sosyal araya özen göstermekteler. Sıcak bir “Hoşgeldiniz” ile karşılanıyoruz. Hal hatır sorduktan sonra parkın bakımsızlığından yakındım. Tam karşımda oturan kişi muhtarmış. Bakımsızlığı kabul etti. Parkın Vakıflar’a ait olduğunu söyledi. Belediye varken burada bir görevlinin bulunduğunu, bakım ve çevre temizliğiyle ilgilendiğini anlattı. Beldenin nüfusu azalınca belediye hakkını yitirdi. Muhtarlığın ekonomik olanakları, burası için bir görevliyi çalıştırmaya uygun olmadığını söyledi. Vakıflar’dan ödeneğin çıktığını ve önümüzdeki günlerde bakımın yapılacağını anlattı. Tam söyleşimizin ortasında telefonu çaldı ve kısa bir konuşmadan sonra gitmek zorunda olduğunu söyleyerek kalktı. Söyleşimiz oradaki kişilerle sürdü. Bu arada taşrada geleneksel Türk konukseverliği her şeye karşın sürmekte. İçtiğimiz çayların parasını vermeye kalktık. “Bizim yanımızda böyle bir şey olur mu? Konuk çay parası verir mi?” dediler. Helallik alıp teşekkür ederek kalktık.

Arabamıza bindik buruk bir mutlulukla. Yavaşça ilerliyoruz evler arasından. Köyde, genç insan neredeyse yok! Alışılmadık bir biçimde küçük bir yer olmasına karşın ana cadde çok geniş.

Bolayır’da unutulan bir tarih var. Çimpe Kalesi, Süleyman Paşa ve Namık Kemal türbeler… Parkın Saros’a bakan yanından görünüm olağanüstü. Yol üstü olduğu için gidip gezmek çok kolay. Tarihimize ilgisiz kalmayalım. Çocuklarımıza tarihsel köklerimizi öğretmek için iyi bir fırsat Bolayır gezisi.

Çanakkale Valiliği, Gelibolu, kaymakamlığı ve belediyesi; Vakıflar, özellikle gereksiz reklam harcamalarına milyonlar harcayan büyükşehir belediyeleri, yurtsever işadamlarımız Bolayır’a el uzatmalı. Çünkü orada Süleyman Paşa ve Namık Kemal yatıyor.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       19 Ağustos 2020

1 yorum:

  1. Dinlence yazılarınızı okurken oralara ben de gidiyorum sizinle.Memleketimuz güzel.İnsanımız misafirperver.Anadolunun her karış toprağında coğrafyasında farklı farklı doğa güzellikler mevcut.Kültürel zenginliklerimiz de eklenince dinlenceler eşsiz tatlar bırakıyor.Atacan'ın babası yani siz Karadeniz topraklarının insanısınız.Atacan'ın bir Karadeniz turuna da çıkması gerekir.Sevgi saygılar...

    YanıtlaSil