TRUVA’DA MUTLU ANLAR (Dinlence Yazıları 9)


Yorgun bir günün gecesinde deliksiz ve düşlerle dolu bir gecenin sabahında erkenden uyandık. Duşlarımızı aldıktan sonra kahvaltıya indik. Otelde koronaya karşı önlemler çok güzel. Her katın köşe başlarında dezenfektanlar. Düzenekler ayakla çalışmakta, el hiç değmemekte. Kahvaltıda da önlemler sıkı. Açık büfe kalkmış. Jelatinle örtülmüş kahvaltı tabakları hazırlanmış. Çay ve kahve kâğıt bardaklarla alınıyor içecek kişilerce.

Bugün şehitlikte gezmediğimiz yerlere gitmeyi planlıyorduk. Ancak Atacan, gece uyumadan önce tutturdu Truva’ya gidelim diye biz de ona söz verdik. Gelecek yıl şehitliğe yeniden geliriz bir engel çıkmazsa karşımıza.

Kahvaltımızı Boğaz görünümlü bir masada yoğun dalgalar eşliğinde yaptıktan sonra odamızı topladık. Otel görevlileriyle vedalaşmaya gittiğimizde görevli arkadaş, beni birisiyle tanıştırmak istediğini bildirdi ve kahveleri söyledi. Ben, yeni tanıştığım kişiyle söyleşirken eşimle Atacan kısa bir kent gezisine çıktılar. Kısa bir tarih, Çanakkale söyleşisinden sonra izin isteyip kalktım. Eşimi aradım, zaten yakında olduklarından üç beş dakika sonra geldiler. Arabamıza binip Kilitbahir’e yöneldik. Kaleye, sevdalı gözlerle uzun uzun baktık. Feribot sırasına girdik kısa bir süre sonra feribota bindik. Feribot hareket etmeden üst kata çıkıp Boğaz’ın doyumsuz güzelliklerini solumaya başladık.

Çok geçmeden feribot kıyıya yanaştı. Arabamıza binerek Çanakkale’nin içinden geçip çevreyoluna girerek batıya yöneldik. Çevreyi inceleme merakımızdan yolun nasıl bittiğini anlamadık bile.

Truva’ya ulaştık. Müzeden içeri girdik. Atacan koşarak tahta artın yanına gitti. Hayranlıkla inceliyor, bir yandan da bize çabuk yürümemizi söylüyor. Söylerken bağırıyor tabi ki. Biz oraya vardığımızda o, merdivenlerden tahta ata tırmanmaktaydı. Biz de onu izledik. Atın içine girdik. Sedirlere oturduk. Atacan birden kalktı bir üst kata çıktık. Ben de peşinden… Eşim, bu arada aşağıya indi. Pencerelerden ona poz veriyoruz. O, durmadan fotoğraf çekti. Sonra dayanamadı yanımıza geldi. İçerde fotoğraf çekmeye başladı. Fotoğraf işi bitince aşağıya indik. Kazıda ortaya çıkan müze kenti gezmeye koyulduk sıcağa aldırmadan.

Homeros'un M.Ö. dokuzuncu yüzyıla ait İlyada ve Odysseia destanlarına konu olan önemli bir yerleşim Truva.

Truva, dokuz tarihsel katmandan oluşmakta. Her katmanda bir uygarlığın gizleri saklı. Truva doğal afetler ve savaşlarla dokuz kez yıkılmış. Ancak her yıkılıştan sonra ayağa yeniden ve güçlü bir biçimde çıkmış. Kazılar, henüz bitmemiş. Kazılar sonunda ortaya çıkacak tarihsel bilgileri merakla beklemekteyiz. İnsanoğlu hangi devirde olursa olsun kendisini, düşüncelerini, kültürünü, sanatını, yaşayış biçimini, kısacası uygarlığını ortaya çıkardığı yapıtlarda yansıtmakta. Bu yapıtların büyük bir bölümü doğal nedenlerle bir kısmı da istilalar sırasında farklı uygarlıklarca yok edilmiş. Günümüze dek ulaşmış yapıtların sağlamlığı, yapılışındaki özen görenleri şaşırtmakta. Kentleşmede, kültürel ve sanatsal yaşamda örnek alacağımız birçok derslerle dolu Truva. Otuz yılda yıkılan günümüz yapılarına karşı yıllara, doğal olaylara, saldırılara, istilalara meydan okuyarak neredeyse dört bin yılı aşkın bir süredir ayakta duran yapılara, duvarlara baktıkça üzülmemek elde değil.

Ülkemizde yer alan eski uygarlıkların neredeyse tümünün ortak özelliği, kentlerde tiyatronun bulunması. Tiyatro, hem bir eğitim yeri hem de sosyalleşmenin önemli bir alanı. Antik kentlerde meclis toplantı salonlarını gördükçe günümüzün kör topal yürüyen, uzlaşmanın ne olduğunu bilmeyen, tartışıp görüşmenin erdeminden uzak sözde demokrasilerinin nasıl bir aldatmaca olduğunu anlıyor insan.

Truva gezimiz, öğlene doğru bitti. Tarih yolculuğumuzu Biga’da sürdüreceğiz. Hemen arabamıza binerek Çanakkale’ye, oradan da Lâpseki üzerinden Biga’ya doğru yol almaya başladık. Yol boyunca tarlaların, bahçelerin doğanın büyüsüne kapıldık. Ne gördüysek onunla ilgili konuştuk, bilgilerimizi paylaştık. 

Truva’da mutlu anlar yaşadık. Özellikle Atacan’ın mutluluğuna diyecek yoktu. Yol boyunca ve dinlencemiz bitinceye dek tahta atın alçıdan yapılmış küçük bir kopyasını elinden düşürmedi.

Ülkemizin yeraltı da yerüstü de büyük bir hazine… Yeter ki değerini bilelim. Gezelim, görelim, öğrenip bilmeyenlere anlatalım.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       22 Ağustos 2020

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder