Temmuz
ayı başında başladığımız dinlencemiz bitti. Korana salgını nedeniyle Mart,
nisan ve mayıs aylarını gönüllü, biraz da zorunlu tutsak olarak evde
geçirmiştik. Haziranda ise seyrek de olsa dışarı çıkmaya başladık. Salgının
gerilediği bir ayda gönüllü tutsaklığımızı sonlandırırken önlemleri elden
bırakmadık. Virüs korkusu yaşamımızda kendisini duyumsatmaktaydı.
Temmuz
başında tüm önlemlerimizi alarak dinlencede zorunlu gereksinmelerimizi
karşılayacak eşyalarımızı toparlayıp yola çıktık. Her yıl olduğu gibi bu yıl da
Mürefte’nin yolunu tuttuk. Ayçiçek tarlalarını, bitmek bilmeyen bir çalışma
içinde olan kuş sürülerini izleyerek yolculuğumuzu sürdürdük.
Yol
boyunca insan emeğinin yarattığı bahçe ve tarlalardaki türlü ürünlere
kıskançlıkla baktık. Bahçe ve tarlalardan sonsuz bir bereket fışkırmaktaydı. Topraktaki
üretim, salgının oluşturduğu karamsarlık bulutlarını dağıtmakta. Bundan da anlaşılmakta
ki salgını çok az kayıpla atlatan Türkiye, üretim atağıyla olası felaketlere
karşı üreterek hazırlanmakta.
Buğday
ve arpa hasat edilmiş. Anızlarla dolu tarlalarda koyun sürüleri karnını
doyurmakta. Her sürüde onlarca kuzu var. Trakya’nın verimli toprakları, canlıların
tümüne yaşam olanağı sunuyor. Doğanın sofrası herkese açık…
Leylekler
çoktan gelmiş. Onların da telaşı büyük. Yerleşim yerlerinde kırlangıç
sürülerine rastlanıyor. Az da olsa sığırcıklar görünmekte. Doğanın en çalışkan
kuşları serçeler… Cüssesi küçük, azmi büyük bu kuşların sözlüğünde “durmak” sözcüğü
yok sanırım. Bir ağacın neredeyse her yaprağının arasından bir serçe uçuyor toprağa.
Bu tek tek toprağa konan serçeler, birden kümeleşiyor. En küçük bir kıpırtıda
olağanüstü bir refleksle küçük bir uçan buluta dönüşüyorlar. Serçe bulutu, bir ağacın
yeşilliği içinde eriyip yitiveriyor.
Yol,
arabalarla dolu. Gidenler, dönenler… Arabaların yüzde doksanı yarış içindeymiş
gibi gazlamaktalar. Amaçsız bir ivedilik yüzünden doğadaki coşkunluğu görmeleri
olanaksız. Otomobillerin çoğu İstanbul plakalı. Bundan da anlaşılıyor ki
çoğunluk yazlığına, köyüne ya da dinleneceği bir otele gitmekte. Demek ki asıl
amaç, gezmek… Gezme amacıyla çıkılan yolda doğayı görmeden anlamsız bir ivediliğin
nedeni ne? Bin bir tür güzelliği, olağanüstülüğü, tansığı kaçırdığının farkında
değil bu hız tutkunları.
Yolda
bizim gibi yavaş gidip gezinin tadını çıkarmaya çalışanları da kornalarla taciz
etmekteler. Yolun sağından yavaşça ilerleyen bizim gibilere aşırı derecede
kızmakta hız tutkunları. Biz, dinlenmek için geziye çıkmışız. İstanbul’un kalabalığından,
gürültüsünden, betonundan, keşmekeşinden, bunaltıcı havasından, sokakların
esintisizliğinden, insanı boğan taşıt çokluğundan, bir yeşil yaprağa ve kuş
cıvıltılarına özlemimizden kaçmaktayız doğa ananın kucağına. Yani acelemiz yok!
Yol boyunca doğanın tansıklarına tanıklık etmek istiyoruz.
Dura
kalka gece yarısı Mürefte’ye vardık. Kayınbiraderim kızları ve annesiyle çoktan
gitmişlerdi. Biz, eve ulaştığımızda onlar uykudaydı. Kapıyı açtılar, bir kısım
eşyamızla odamıza yerleştik. Eşim araba kullandığı için yorgundu, hemen uyudu.
Atacan, sabahleyin erken uyanıp dayısının kızlarıyla oynamak için hemen
yatağına girdi. Onlar, uyuyunca balkona çıktım. Önümde ayışığında parıldayan
Marmara. Sular; parlak, akışkan canlı gibi kımıldamakta. Marmara Adasının
ışıkları buharları bir camın arkasından görünmekte soluk. Avşa, her zamanki
gibi ışıldak gibi parlamakta denizin orta yerinde.
Tek
tük gemiler geçmekte İstanbul ve Çanakkale yönüne. Gecenin karanlığında gemiler
yüzen bir ışık demeti. Ayışığının aydınlattığı ve kıyıya doğru gittikçe
genişleyen ışıltılı yoldan geçerken gemiler tüm gövdeleriyle fark edilmekte. Uçsuz
bucaksız denizlerde yol alan gemi çalışanlarının o kapkara sularda neler
düşündüklerini, hangi imgelemlerin peşinde olduklarını, kurdukları düşleri hep
merak ederim.
Karşı
kıyı ışıl ışıl… Biga Yarımadasının Mürefteden görünen kıyı kesimi bir ışık uçmağı.
Kemer’den başlayan ışıklar kıyı boyunca uzanmakta. Değirmencik Köyünde yer alan
İÇTAŞ parlak, yoğun bir ışık denizi. İÇTAŞ’tan sonra ışıklar yavaşça
soluklaşmakta. Karaburun-İnceburun (Karabiga) Deniz Feneri, yanıp sönmekte gecenin
karanlığına göz kırpar gibi. Kim bilir neler görmüş, hangi gizlerin tanığıdır?
Balkona
çıktığımda ilk baktığım yer, kırlangıç yuvaları… Yerli yerinde durmaktalar. İki
yuvada da yaşam var. Yuvaların altlarında kuşların dışkıları birikmiş. Dışkılar
biriktiğine göre iki yuvada da yavrular var demektir. Belki de ilk yavrular
kanatlanıp uçmuştur. Mevsimin ikinci yavruları yuvadadır. Yarın ilk iş onları
temizlemek…
Komşu
evler karanlıklar içinde… Sakinleri ya gelmediler henüz ya da uykular. Karanlık
gecede gökyüzü ışıl ışıl… Yıldızlar, gökyüzünde asılı küçük fenerler gibi. Bir
yıldız denizi içindeyim sanki. Işıltıların çevresi koyu laciverte kesmiş. Gökyüzünün
büyüsüne daldım uzun süre. Zaman epey geçmiş. Neredeyse gün ağaracak. Uyku gözlerimden
akmakta. Gidip yattım. Kendimi gecenin sessizliğinde dalganın şıpırtılarına
bırakarak.
Adil
Hacıömeroğlu
16
Ağustos 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder