Her
gezi insana çok şey öğretir. Biz de bu yılki gezimizden çok şey öğrendik.
Gezdiğimiz yerleri, yazıya dökmemin nedeni, insanları gezmek için
yüreklendirmektir. Onlara ülkemizin sahip olduğu tarih ve doğa varsıllıklarını
az da olsa anlatmak, anımsatmaktır. Atalarımızın dediği gibi “Yiyip içtiklerin
senin olsun, gördüklerini anlat.” sözü doğrultusunda davranmayı ilke edindim
gezilerimde.
Ortaokulda
sınıflar arası yapılan bir tartışı (münazara) konusu vardı. Sıkça tartışılırdı:
“Çok gezen mi, yoksa çok okuyan mı çok bilir.” Gezme ve okuma eylemleri
birbirini tamamlayıcı eylemler. Okumayan, araştırmayan, bilincini yükseltmeyen
kişi; gezdiği yerlere yalnızca bakar, görmez. Görmek, bir bilinç işidir. Bir
konuda bilinciniz oluşmamışsa öğrenmeniz, bilmeniz olanaksız. Dağlara bir
ressamın gözüyle bakmak, bir bilincin sonucu. Bu nedenle okuma eylemi,
merakımızı artıracağından gezip gördüğümüz yerleri algılama, ilişkilendirme,
başka yerlerle kıyaslamamızı da artıracaktır. Örneğin, Namık Kemal’i bilmeyen,
tanımayan, onun Türk toplumunun gelişmesine katkılarını, öncülüğünü bilemeyen
biri için Bolayır’da onun gömütüne gitmek çok fazla bir anlam taşımaz.
Gezilerimi
anlatmamın nedeni, insanları az da olsa ülkemizin tarihsel, kültürel ve doğal
değerlerini tanımaya yönlendirmektir. Bu kadar çok kahramanın var olduğu bir
ülkede, özellikle genç kuşakların sanal kahramanların, büyüklerinse uyduruk ve
içi boş kişilerin peşinden gitmeleri beni çok üzmekte. Tarihini bilmeyen,
doğasını tanımayan insanların yaşadığı toprakların değerini bilmeleri, onu
koruyup savunmaları güçleşmekte. Ülkemizin tarihsel, kültürel ve doğal
varsıllıklarını bilip öğrendikçe ona olan saygımız daha da artar. Bu gerçeği
bir an olsun unutmadan bu konuda herkes kendini sorumlu olarak görmeli.
Okullarımızda
coğrafya, tarih ve doğa öğretimi ne yazık ki soyut olarak yapılmakta. Keşke
öğrenciler, bazı derslerini şehitliklerde, kahramanların anıtlarında,
savaşların yapıldığı alanlarda, müzelerde, doğada yapabilseydi. Bu iş,
sanıldığı kadar zor değil. Böylece dersler somutlaşarak daha gerçekçi duruma
gelir. İnsan, gördüğünü, yaşadığını kolay kolay unutmuyor. Söylencelerin yerini
gerçek yaşam aldığında eğitim amacına ulaşır ve davranışa dönüşür. Uzakta olan
okulları az da olsa anlıyorum, ancak burnunun dibindeki tarihsel yerleri doğal
olağanüstülükleri gezip görmeyen ve buraları eğitimin bir aracı yapmayan
okulları anlayışla karşılamak olanaksız. Topraklarımızın her köşesinde tarih
dersleriyle dolu topraklar uzanmakta. Olağanüstü güzellikleri bağrında saklayan
doğayı öğrencilerin tanıyıp bilmemesi büyük bir eksiklik. Bu nedenle okullarımız
dersler soyut, soğuk ortamdan çıkarıp sıcak bir ortamda somuta indirgenmeli.
Böylece öğrencilerin kavrayışları, farkındalıkları artırılabilir.
Kentler
arası yollarda taşıt sürücülerinin birçoğu trafik kurallarına uymamakta.
Kurallara en çok uyanlar kamyoncular… Kuralları en çok çiğneyenler ise özel
otomobiller… Yolun ve çevrenin tadını çıkarmayan bir sürücü topluluğuyla karşı
karşıyayız. Bu durum, çoğu zaman bir trafik vandallığına dönüşmekte.
Vandallığın nedeni, zevksizlik, bencillik, biraz da görgüsüzlük… Liberalizmin
yarattığı bireycilik, insanların toplumsal düşünmesini önlemekte.
Gezimiz
boyunca yollarda en çok gördüğümüz taşıtlar; kamyon, kamyonet ve TIR’lar… Bu
taşıtların birçoğunun yaz mevsiminin gereği olarak sebze ve meyve
taşıdıklarının farkındayız. Ancak önemli bir bölümünün sanayi ürünleri taşıdıklarının
da tanığıyız. Türkiye üretiyor. Ülkemiz hem tarımda hem de sanayi de büyük bir
üretim etkinliğinin içinde. Ancak bu yeterli mi? Değil… Ülkemiz, kuruluş
dönemindeki üretim canlılığına erişmeli. Anadolu ve Trakya’nın verimli
topraklarında ekilmeyen bir karış toprak olmamalı. Bu konuda hükümet,
liberalleşme öncesindeki tarıma destek izlencelerini uygulamaya koymalı. Ayrıca
her kentimizde fabrika bacalarının tütmesini özlemle beklemekteyiz.
Ülkemiz,
tüm dünyada olduğu gibi korona salgınının pençesinde. Bazı kentlerde maske takmayan,
sosyal araya uymayan insanları gördük. Salgından korunma kurallarına uyulmadan
yapılan düğünlere tanıklık ettik. Bunun yanı sıra köy kahvelerinin önünde maske
takıp sosyal araya özen gösteren güngörmüş yurttaşlarımızı görünce onur duyduk.
Liberalizmin bencilliği kentliyi sarıp sarmalarken Kemalizmin toplumcu
anlayışını öne koyan köylülerimizi görünce umudumuz çığ gibi büyüdü. Kemalizm,
ülkemizde düşünsel alanda kalmamış, halkımızın önemli bir kesiminde davranışa
dönüşmüştür.
Birçok
işyerinin salgın önlemlerine uyduğunu görünce mutlandık. Halkımız, yeter ki bir
konuya inansın, inanınca uygulamaya geçmesi kolay olmakta.
Kentlerin
neredeyse hepsinde imar rezaleti var. Yapılar yapılırken insanlar ve diğer
canlılar düşünülmemiş. Yaratıcı bir mimari anlayış yok! Yapıların neredeyse
hepsi birbirinin kopyası. Kentlerdeki yapılaşma, yapsatçılarla olmuyor.
Belediyeler, günü kurtarmanın peşinde. Uzgörülü izlenceler hazırlanmıyor
nedense. Kırsal alanda yeni yapıların da bir ruhu yok! Kentlerdeki
yapılaşmadaki çirkinlik, ruhsuzluk, düşüncesizlik, uzgörüsüzlük kırsal alanlara
taşınıyor ne yazık ki. Kırsal kesimde doğaya uygun bir yapılaşma mimarisi
oluşmamış, oluşturulmamış. Köylerde yüksek katlı apartmanlar niye yapılır?
Kırsal kesimi tehdit eden bir yapılaşma biçimi de yazlık modası. Tarım arazileri,
yazlık yapma adına yok edilmekte. Bu yok edişi durdurmak gerek. Ülkemizin en
verimli topraklarını ortalama bir ay kalınan yazlıklara kurban etmekten
vazgeçilmeli.
Gezdiğimiz
tarihsel alanlarda bakım çalışmaları yerinde. Özellikle şehitliklerin hepsinde
ve Truva’da ayakyollarının yeterliliği ve temizliği, üstelik de parasız olması
övgüye değer.
Turistik
alanlarda serbest piyasa ekonomisi uygulanmamalı. Belediyeler, satıcıların
ürünlere uygun gördüğü ederleri sıkıca değerlendirmeli. Bu yapılırsa turistik
yörelerde satışlar daha da artar.
Yaşadığı
yerin tarihini, doğasını korumak ve bu değerleri tanıtmak için olanaksızlıklar içinde
olağanüstü insanüstü bir çabayla çalışan kahramanlarla tanıştık. Bu
kahramanlarımızın desteklenmesi, en büyük dileğimiz.
Kapitalizmin
insanlara dayattığı dinlence anlayışı içinde tektipleşmeyi benimsemiyorum ve
karşı çıkıyorum bu anlayışa. Güney’in ünlü bir dinlence beldesine gidip
herkesle aynı biçimde bir dinlence geçirmek bizim toplumsal anlayışımıza
uymuyor. Akşama dek güneşte yatıp yiyip içtiklerini paylaşmak liberalizmin
ortaya çıkardığı bir görgüsüzlük. Bu nedenle kapitalizmin isteği doğrultusunda
tekelleşmiş işletmelere para saçmak yerine, ülkemizin emeğinden başka hiçbir
dayanağı olmayan küçük esnafına, köylüsüne katkı yapmak iç erincimize erinç
katmakta. Bir tatil köyünün (Nasıl bir köyse…) tel örgüleri, duvarları
arasından modern bir tutsak olmak yerine ülkemiz toprakları üzerinde özgürce, dilediğimizce
gezmeyi yeğlemekteyiz. Özgürlük, öğrenmeyi ve tanımayı artırmakta. Başkasının
dayattıklarını değil; doğanın, tarihin, ülkemin bizlere sunduklarını öğrenmek
insanı çok mutlu etmekte. Tabi ki gezilerimizde dostlarımızın önerileri, bu
konuda uzman kişilerin yazdıklarını özenle dikkate alıyoruz.
Yıllardır
gezi anlayışım hep aynı. Bundan sonra gezip gördüğüm yerleri yazarak
dostlarımla paylaşacağım. Bakalım, yeni rotamız nereler olacak? Tüm dostlarıma
bir göçmen kuş özgürlüğünde geziler dilemekten başka yapacak bir şeyim yok!
Türkiye
büyük ülke… Tanıdıkça büyüsüne kapılıyor insan. Ülkemizi tanımak, her yurttaşın
görevi. Yurtdışı gezilerimde de benzer bir yaklaşımı olanaklar çerçevesinde
uygulamaktayım. Unutmayalım ki özgür beyinler, sağlıklı düşünceler üretir.
Adil
Hacıömeroğlu
30
Ağustos 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder