GEZİDEN NOTLAR (Dinlence Yazıları 20)

 

Her gezi insana çok şey öğretir. Biz de bu yılki gezimizden çok şey öğrendik. Gezdiğimiz yerleri, yazıya dökmemin nedeni, insanları gezmek için yüreklendirmektir. Onlara ülkemizin sahip olduğu tarih ve doğa varsıllıklarını az da olsa anlatmak, anımsatmaktır. Atalarımızın dediği gibi “Yiyip içtiklerin senin olsun, gördüklerini anlat.” sözü doğrultusunda davranmayı ilke edindim gezilerimde.

Ortaokulda sınıflar arası yapılan bir tartışı (münazara) konusu vardı. Sıkça tartışılırdı: “Çok gezen mi, yoksa çok okuyan mı çok bilir.” Gezme ve okuma eylemleri birbirini tamamlayıcı eylemler. Okumayan, araştırmayan, bilincini yükseltmeyen kişi; gezdiği yerlere yalnızca bakar, görmez. Görmek, bir bilinç işidir. Bir konuda bilinciniz oluşmamışsa öğrenmeniz, bilmeniz olanaksız. Dağlara bir ressamın gözüyle bakmak, bir bilincin sonucu. Bu nedenle okuma eylemi, merakımızı artıracağından gezip gördüğümüz yerleri algılama, ilişkilendirme, başka yerlerle kıyaslamamızı da artıracaktır. Örneğin, Namık Kemal’i bilmeyen, tanımayan, onun Türk toplumunun gelişmesine katkılarını, öncülüğünü bilemeyen biri için Bolayır’da onun gömütüne gitmek çok fazla bir anlam taşımaz.

Gezilerimi anlatmamın nedeni, insanları az da olsa ülkemizin tarihsel, kültürel ve doğal değerlerini tanımaya yönlendirmektir. Bu kadar çok kahramanın var olduğu bir ülkede, özellikle genç kuşakların sanal kahramanların, büyüklerinse uyduruk ve içi boş kişilerin peşinden gitmeleri beni çok üzmekte. Tarihini bilmeyen, doğasını tanımayan insanların yaşadığı toprakların değerini bilmeleri, onu koruyup savunmaları güçleşmekte. Ülkemizin tarihsel, kültürel ve doğal varsıllıklarını bilip öğrendikçe ona olan saygımız daha da artar. Bu gerçeği bir an olsun unutmadan bu konuda herkes kendini sorumlu olarak görmeli.

Okullarımızda coğrafya, tarih ve doğa öğretimi ne yazık ki soyut olarak yapılmakta. Keşke öğrenciler, bazı derslerini şehitliklerde, kahramanların anıtlarında, savaşların yapıldığı alanlarda, müzelerde, doğada yapabilseydi. Bu iş, sanıldığı kadar zor değil. Böylece dersler somutlaşarak daha gerçekçi duruma gelir. İnsan, gördüğünü, yaşadığını kolay kolay unutmuyor. Söylencelerin yerini gerçek yaşam aldığında eğitim amacına ulaşır ve davranışa dönüşür. Uzakta olan okulları az da olsa anlıyorum, ancak burnunun dibindeki tarihsel yerleri doğal olağanüstülükleri gezip görmeyen ve buraları eğitimin bir aracı yapmayan okulları anlayışla karşılamak olanaksız. Topraklarımızın her köşesinde tarih dersleriyle dolu topraklar uzanmakta. Olağanüstü güzellikleri bağrında saklayan doğayı öğrencilerin tanıyıp bilmemesi büyük bir eksiklik. Bu nedenle okullarımız dersler soyut, soğuk ortamdan çıkarıp sıcak bir ortamda somuta indirgenmeli. Böylece öğrencilerin kavrayışları, farkındalıkları artırılabilir.

Kentler arası yollarda taşıt sürücülerinin birçoğu trafik kurallarına uymamakta. Kurallara en çok uyanlar kamyoncular… Kuralları en çok çiğneyenler ise özel otomobiller… Yolun ve çevrenin tadını çıkarmayan bir sürücü topluluğuyla karşı karşıyayız. Bu durum, çoğu zaman bir trafik vandallığına dönüşmekte. Vandallığın nedeni, zevksizlik, bencillik, biraz da görgüsüzlük… Liberalizmin yarattığı bireycilik, insanların toplumsal düşünmesini önlemekte.

Gezimiz boyunca yollarda en çok gördüğümüz taşıtlar; kamyon, kamyonet ve TIR’lar… Bu taşıtların birçoğunun yaz mevsiminin gereği olarak sebze ve meyve taşıdıklarının farkındayız. Ancak önemli bir bölümünün sanayi ürünleri taşıdıklarının da tanığıyız. Türkiye üretiyor. Ülkemiz hem tarımda hem de sanayi de büyük bir üretim etkinliğinin içinde. Ancak bu yeterli mi? Değil… Ülkemiz, kuruluş dönemindeki üretim canlılığına erişmeli. Anadolu ve Trakya’nın verimli topraklarında ekilmeyen bir karış toprak olmamalı. Bu konuda hükümet, liberalleşme öncesindeki tarıma destek izlencelerini uygulamaya koymalı. Ayrıca her kentimizde fabrika bacalarının tütmesini özlemle beklemekteyiz.

Ülkemiz, tüm dünyada olduğu gibi korona salgınının pençesinde. Bazı kentlerde maske takmayan, sosyal araya uymayan insanları gördük. Salgından korunma kurallarına uyulmadan yapılan düğünlere tanıklık ettik. Bunun yanı sıra köy kahvelerinin önünde maske takıp sosyal araya özen gösteren güngörmüş yurttaşlarımızı görünce onur duyduk. Liberalizmin bencilliği kentliyi sarıp sarmalarken Kemalizmin toplumcu anlayışını öne koyan köylülerimizi görünce umudumuz çığ gibi büyüdü. Kemalizm, ülkemizde düşünsel alanda kalmamış, halkımızın önemli bir kesiminde davranışa dönüşmüştür.

Birçok işyerinin salgın önlemlerine uyduğunu görünce mutlandık. Halkımız, yeter ki bir konuya inansın, inanınca uygulamaya geçmesi kolay olmakta.

Kentlerin neredeyse hepsinde imar rezaleti var. Yapılar yapılırken insanlar ve diğer canlılar düşünülmemiş. Yaratıcı bir mimari anlayış yok! Yapıların neredeyse hepsi birbirinin kopyası. Kentlerdeki yapılaşma, yapsatçılarla olmuyor. Belediyeler, günü kurtarmanın peşinde. Uzgörülü izlenceler hazırlanmıyor nedense. Kırsal alanda yeni yapıların da bir ruhu yok! Kentlerdeki yapılaşmadaki çirkinlik, ruhsuzluk, düşüncesizlik, uzgörüsüzlük kırsal alanlara taşınıyor ne yazık ki. Kırsal kesimde doğaya uygun bir yapılaşma mimarisi oluşmamış, oluşturulmamış. Köylerde yüksek katlı apartmanlar niye yapılır? Kırsal kesimi tehdit eden bir yapılaşma biçimi de yazlık modası. Tarım arazileri, yazlık yapma adına yok edilmekte. Bu yok edişi durdurmak gerek. Ülkemizin en verimli topraklarını ortalama bir ay kalınan yazlıklara kurban etmekten vazgeçilmeli.

Gezdiğimiz tarihsel alanlarda bakım çalışmaları yerinde. Özellikle şehitliklerin hepsinde ve Truva’da ayakyollarının yeterliliği ve temizliği, üstelik de parasız olması övgüye değer.

Turistik alanlarda serbest piyasa ekonomisi uygulanmamalı. Belediyeler, satıcıların ürünlere uygun gördüğü ederleri sıkıca değerlendirmeli. Bu yapılırsa turistik yörelerde satışlar daha da artar. 

Yaşadığı yerin tarihini, doğasını korumak ve bu değerleri tanıtmak için olanaksızlıklar içinde olağanüstü insanüstü bir çabayla çalışan kahramanlarla tanıştık. Bu kahramanlarımızın desteklenmesi, en büyük dileğimiz.

Kapitalizmin insanlara dayattığı dinlence anlayışı içinde tektipleşmeyi benimsemiyorum ve karşı çıkıyorum bu anlayışa. Güney’in ünlü bir dinlence beldesine gidip herkesle aynı biçimde bir dinlence geçirmek bizim toplumsal anlayışımıza uymuyor. Akşama dek güneşte yatıp yiyip içtiklerini paylaşmak liberalizmin ortaya çıkardığı bir görgüsüzlük. Bu nedenle kapitalizmin isteği doğrultusunda tekelleşmiş işletmelere para saçmak yerine, ülkemizin emeğinden başka hiçbir dayanağı olmayan küçük esnafına, köylüsüne katkı yapmak iç erincimize erinç katmakta. Bir tatil köyünün (Nasıl bir köyse…) tel örgüleri, duvarları arasından modern bir tutsak olmak yerine ülkemiz toprakları üzerinde özgürce, dilediğimizce gezmeyi yeğlemekteyiz. Özgürlük, öğrenmeyi ve tanımayı artırmakta. Başkasının dayattıklarını değil; doğanın, tarihin, ülkemin bizlere sunduklarını öğrenmek insanı çok mutlu etmekte. Tabi ki gezilerimizde dostlarımızın önerileri, bu konuda uzman kişilerin yazdıklarını özenle dikkate alıyoruz.

Yıllardır gezi anlayışım hep aynı. Bundan sonra gezip gördüğüm yerleri yazarak dostlarımla paylaşacağım. Bakalım, yeni rotamız nereler olacak? Tüm dostlarıma bir göçmen kuş özgürlüğünde geziler dilemekten başka yapacak bir şeyim yok!

Türkiye büyük ülke… Tanıdıkça büyüsüne kapılıyor insan. Ülkemizi tanımak, her yurttaşın görevi. Yurtdışı gezilerimde de benzer bir yaklaşımı olanaklar çerçevesinde uygulamaktayım. Unutmayalım ki özgür beyinler, sağlıklı düşünceler üretir.

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       30 Ağustos 2020

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder