Mürefte,
Şarköy’e bağlı bir mahalle. Büyük şehir yasasından sonra köyler mahalleye
dönüştü Türkiye’mde bir gecede. Böylece ülkemizde köyde yaşayanlar azaldı,
kenttekiler çoğaldı. Bu da kentleştiğimizin bir göstergesi olarak anlatıldı. Mürefte
de bir beldeyken birden kentleşerek Tekirdağ-Şarköy’ün bir mahallesi oldu.
Şarköy,
zeytin ve üzümüyle ünlü bir yer. Neredeyse dağ taş zeytinlikler ve bağlarla dolu.
Özellikle Mürefte şarap merkezi. Ancak hükümetlerin tarımda uyguladığı liberal
politikalar yüzünden şarapçılık ve buna bağlı olarak da bağcılık can çekişmekte.
Üreteni korumayan bir anlayış yüzünden ülkemiz çiftçisi zorluk içinde. Ürettiği
için bin pişman…
Bir
ülke düşünün üreticisi de tüketicisi de mutlu değil! Üreten, ürününü beş paraya
satamıyor. Tüketici ise bu peş paraya satılamayan ürüne dokunamıyor, çünkü ateş
pahası… Ülkemizde, bir ürünün üreticiden tüketiciye ulaşması için çokça aracı var.
Bu nedenle üretici zararda, tüketici soyulmakta… Ülkeyi yönetenler ise üreticiyi
de tüketiciyi de korumuyor. Aracıya bu soygun için uygun ortam hazırlıyor.
Çiftçimiz
örgütsüz… Ürettiklerini doğrudan pazara götüremiyor. Pazarlama sorunu belini
büküyor. Kooperatifçilik hem üretici hem de tüketici için tarihte kalmış solgun
bir yaprak.
Şarköy’de
özelleştirme kapsamında devlet, şarap fabrikalarını satmış. Sattığıyla da
kalmamış alkollü içkilere ağır vergiler getirdiğinden dışsatım durma noktasına
gelmiş. Oysa Osmanlı döneminde bile şarap dışsatımı çok önemli bir gelir
kaynağıydı. Hangi nedenle olursa olsun şarapçılığın bu biçimde baltalanması çok
yanlış. Türkiye’de şarap üretiminin engellenmesi köylümüze, sanayicimize, üreticimize
vurulan bir darbe… Türkiye, dünya pazarlarını terk etmek üzere…
Zeytin,
kutsal bir ağaç… Yüzlerce yıl ürün vermekte. Gölgesine sığınanları aç, açık
bırakmıyor. Bin bir bereketi, köklerinden dallarına taşımakta her yıl. Var yılında
da yok yılında da üreticisini mutlu etmekte. Ayrıca toprağı yaz, kış yeşil
tutmakta. Toprağa kökleriyle sımsıkı sarılmakta. Yurt toprağının akıp gitmesini
önlemekte. Ülkemiz önemli bir zeytin memleketi. Bu nedenle bu konuda bilimsel
bir yetiştiricilik zorunlu.
Ne
yazık ki zeytin bahçelerine imar vermekte belediyeler. Yazlık furyası yüzünden
zeytinlikleri fare gibi kemirmekte yapsatçılar. Bu kemirmeye belediyeler yol
vermekte. Hangi koşulda olursa olsun zeytinlikler korunmalı. Zeytinlikler,
yapsatçıların para hırsına kurban edilmemeli.
Yazlıklar
konusunda hükümetin ve belediyelerin ortak bir izlence üretmeleri gerek. Bu
konuda belirgin yasal düzenlemeler yapılmalı. Tarım arazileri yazlıklara kurban
edilmemeli. Yapılar doğaya uygun olmalı. Yazın ortalama yirmi gün, taş çatlasa
bir ay kalınan yazlıkların büyüklükleri sınırlandırılmalı. Gereksinimin çok
üstünde büyüklükteki yazlıklar; ancak insanların açgözlülüğünü, görgüsüzlüğünü
tatmin içindir.
Şarköy’den
sonra gittiğimiz birçok yerde tarım arazilerinin hoyratça yapılaşmaya terk
edildiğini üzülerek gördük. Bu konuda ne Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ne de
belediyelerin doğru düzgün bir izlencesi, ilkesi var. Herkes, yaptığı işi kitabına
uydurmakta. Belediye deyince parti ayrımı yapmıyorum. Al birini, vur ötekine…
Salgın
günleri başlamadan önce Kartepe’ye gitmiştik eşim ve Atacan ile. Dönüşte
Kandıra üzerinden Ağva’ya gitmeye karar verdik. Kış bitmek üzereydi. Toprak canlanmaya
başlamıştı. Tertemiz köylerden, bereketli topraklardan yavaşça gidiyorduk. Yol
boyunca ilgimizi çeken şey, emlakçıların reklam tabelalarıydı. Belki de İstanbul’da
bile bu kadar çok emlakçı görmedim. Yol boyundaki tabelalara bakınca neredeyse
satılığa çıkarılmadık bağ, bahçe, tarla yok gibiydi.
Peki,
bu tarım arazileri neden satılıyor? Alıcılar buraları çiftçilik yapmak için mi
alacaklardı? Yoksa buralar, kentlere eklemlenecek yeni beton yapılar mı olacak?
Tarım arazilerinin betonlaştırmak için böylesi bir akbaba üşüşmesinin önüne
geçmek gerek. Türkiye’nin bu kadar çok konuta gereksinimi yok! İnşaatçılıkla
bir ülkenin kalkınacağını düşünme aldatmacasından, kolaycılığından, saflığından,
vurdumduymazlığından kendimizi kurtarmalıyız.
Ülkemizde
kısa yoldan varsıllaşmanın yolu, ya hükümetlere ya da belediyelere sırtını
dayamaktan geçmekte. Buralara sırtını dayayanların varsıllaşma yolu arsa, arazi…
Ucuza, çoğu zaman beleşe kapatılan yerlerde yapılan ucube yapılar… Çok partili
yaşamın, demokrasinin(!) en çok sevilen yanı devlet ve belediye sırtından para
kazanıp varsıllaşmak… Buna engel olma zamanı geldi sanırım.
Yazlık
olarak düşünülen yerleri çoraklaştırıp betonlaştıracaksak, oraları küçük
İstanbullar durumuna getireceksek yazlık yapmanın ne yararı var?
Adil
Hacıömeroğlu
17 Ağustos 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder