ÇOCUKLAR, BÜYÜKLERİN SÖZÜNÜ NEDEN DİNLEMİYOR?


“Çocuğum, sözümü niye dinlemiyor?” ve “Çocuğum, dediklerimi neden yapmıyor?” ya da “Çocuğum, uyarılarıma niçin kulak asmıyor?” sorularını son yıllarda sıkça işitmekteyiz.

Evet, çocukların çoğu büyüklerin, özellikle de anne ve babalarının sözlerini pek dinlemiyor, neden?

Öncelikle bu soruların yanıtlarını bulmak için bir soru soralım biz de. “Anne ve babalar, çocukların çevresindeki büyükler siz birbirinizin sözlerini dinliyor musunuz?”

Ne yazık ki çoğu büyükler, anne ve babalar birbirlerinin sözlerini dinlememekte. Toplumumuz geleneksel insan ilişkisi ve aile düzeninden uzaklaşmakta. Hızlı kentleşme, teknolojinin egemen olduğu bir yaşam düzeni gelenek ve görenekleri ortadan kaldırmakta. Bireycilik, bir hastalık gibi toplumun tüm kesimlerine yayılmış durumda. Özellikle aile içine sızmış bireycilik, aile birliğini tehdit etmekte. “Ben özgür bir erkeğim/kadınım istediğimi yaparım. Sana bağımlı yaşamak zorunda mıyım? Senin dediklerini niye yapayım? Benim düşüncem, usum yok mu? Senin zevklerine uymak, beğenilerini benimsemek zorunda mıyım?” sözlerini sıkça işitilmekte. Özgürlük kavramı giderek içeriği boşalıp bozgunculuğa varmakta. Bir arada yaşamanın uzlaşma olduğunu, uzlaşmanın da karşılıklı olarak özgürlüklerin belli oranlarda sınırlanmasıyla olacağı nedense unutulmakta. Uzlaşma ve özverinin olmadığı bir yerde ne aile ne de toplum yaşamı olur. Uzlaşma anlayışı demokratik bir kültürün günlük yaşama yansıması. Bireycilik aile ve toplum yaşamını çatırdatmıyor, demokratik kültürü de “birey özgürlüğü” adı altında yok ediyor. Oysa toplumsal özgürlük olmadan birey özgürlüğünün olması olanaksız.

Aile, dünyanın her yerinde korunur ve toplumun çekirdeğini oluşturur. İçine girilmesi, parçalanması zor bir yapıdır. Aileyi sağlam yapan sevgi, saygı, güven ve dayanışma duygusudur. Günümüz aileleri duygu temeli yerine, bir nevi ekonomik birliktelik sözleşmesiyle kurulmuş gibi. Her türlü koşulda birlikte olma anlayışı çoğu kişide nedense yok! “Öküz öldü, ortaklık bozuldu.” Anlayışı birçok ailede geçerli. Eşlerden birinin ekonomik olarak gelir yitimine uğraması, aile birliğini bozmakta. Mutlulukta, üzüntüde, zorluklarda omuzdaşlıkta yazgısal bir birlik olması gereken aile, ekonomik bir şirket olarak düşünüldüğünde en küçük sarsıntıda çatırdamaya başlıyor. Sıradan bir söylemle herkes parası kadar konuşuyor.

Evlilik kurumunu ayakta tutan ve çelikten yıkılmaz bir yapı durumuna getiren karı-kocanın birbirine olan saygısı, içten sevgisi ve sarsılmaz güvenidir. Buy duygular olmayınca ya da birinden biri yitince sacayağı çöküyor.

Türlü ortamlarda farklı anlayıştaki ailelerle bir araya gelmekteyiz. Eşler arasında sevgi, saygı ve güvenin neredeyse kırıntısını aramaktayız. Ne yazık ki çoğunda yok! Eskiler eşler için “Kavgayı da sevişmeyi de yatak odasında yapın, çocukların yanında yapmayın!” derlerdi. Ne denli güzel bir söz. Yatak odasının evlilik yaşamındaki önemini ne de güzel açıklamakta. Kalabalık ortamda eşlerden biri konuşurken eşlerden diğerinin onu terslediğine, kimi zaman da hakarete varan sözler söylediğine çok kere tanık olduk. Sokakta, caddede yürürken tartışan; lokantada, yeiçte, parkta kavgaya tutuşan nice çift gördük hem de çocuklarının gözü önünde. Kavga etmeyip eşine umarsız davrananlara üzülerek baktık.

Eskiden olduğu gibi toplum içinde eşi bir şey anlatırken onun gözbebeklerinin içine akıp eriyen, dudaklarından gülümseme eksik olamayan çiftleri az da olsa gördüğümüzde sevinçten uçasımız gelmekte. Bir çift lokmayı göz göze, mutlulukla çiğneyen karı kocalarla karşılaşmak neredeyse olanaksız durumda. Evde ya da dışarıda yemek yerken mutluluk kahkahalarıyla dolu sofraları arar olduk. Sofra başında çatılan kaşlarla bir an önce karnını doyurup kalkan kişiler var günümüzde.

Konuşmalar konuşma olmaktan çıktı. Söz kesmeler, konuşana imalı bakışlar, söyleşilerde “laf sokmalar”, sözü dinlemeyip başka şeylerle zaman geçirmeler, umursamaz tavırları görmek hiç de zor değil karşılıklı söyleşilerde. Söz, gücünü yitirdi, yok olmak üzere. Sözün gücünün yerine; ters tutumlar, telefonlarla vakit geçirme, diziler izleme, kalabalık ortamlarda kulaklık takıp müzik dinleme geldi. Sözün güçsüzleşmesi, toplumsal iletişimi azaltıp sosyalleşmeyi önlemekte.

Günlük yaşamda insanlar, birbirlerini dinlemiyor. Bu doğru… Peki, topluma örnek olması gereken siyasetçiler, sanatçılar, sporcular, her gün ekranlarda endam eden gazeteciler ve üniversite öğretim üyeleri, sözde aile izlencelerindeki konuşmacılar birbirlerini dinliyorlar mı? Neredeyse televizyon kanallarının hepsinde tartışma yerine; kavga, hakaret, söz kesme, karşısındakini susturma, bağırma, dinlememe var. Tartışmalarda karşısındakini aşağılama, değersizleştirme, saygı göstermeme söz konusu. Televizyonların günlük yaşamımıza, özellikle de çocuklara olan etkisini düşündüğümüzde sorunun nedenlerinin önemli bir kaynağını da görmüş oluruz.

Ülkemizde siyasetçi dili çok kaba... Siyasetçilerin birbirlerine katlanmaları neredeyse yok! Konuşmalarda saygının kırıntısını görmek olanaksız.

Aile içinde birbirini dinlemeyenleri, mahallede karşısındakilere kulak asmayanları, televizyonlarda bağırmaktan başka bir şey yapmayanları gören çocuklar ne yapsınlar? Dinlemeyi kimlerden, nasıl öğrenecekler? Sözün gücünü nerede keşfedecekler?

Çocuklar, büyükleri örnek alır. Onların yaptıklarını yapar. Çocuklar, ne yazık ki birbirini dinleyen büyükleri göremiyor. Dinlemeyenleri görüp onları örnek almaktalar. Anlaşılacağı üzere büyüklerin sözünü dinlemeyen çocuklar değil, büyüklerin ta kendileri. Çocuklara kazandıramadığımız alışkanlıklar nedeniyle onlara kızmak, doğru mu? Onlara örnek olamayanlar, çocukların söz dinlememelerinden yakınmaları ne kadar haklı?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       18 Ekim 2020

 

1 yorum:

  1. Tespitlerine katılmamak, ne mümkün.Çocuk ailenin kopyası. Ne görürse onu yapar.saygilar Adil Adalet bey.

    YanıtlaSil