30
Ekim 2020 Cuma günü saat (bugün) 14.51’de İzmir, AFAD’ın açıklamasına göre 6.6
şiddetinde bir depremler sarsıldı. Kandilli’nin ve başka ülkelerinin açıkladığı
depremin şiddetine ilişkin açıklamalar farklı. Ortak nokta, 6.9… Neden? Türkiye’nin
depremle ilgili iki farklı kurumunun iki farklı rakam vermesi niye?
Depremin
merkezi Ege Denizi’nde Yunanistan’ın Sisam Adası yakınları. Kuşadası’na
yaklaşık on yedi kilometre uzaklıkta. Ayrıca İzmir’in Seferihisar İlçesine çok
yakın. Depremin merkez üssü, yıkımın olduğu Bayraklı’ya yaklaşık yetmiş
kilometre. Depremin merkez üssüne yakın Söke, Kuşadası, Selçuk ve
Seferihisar’da yıkılan yapı yok şimdilik! Kurtarma çalışmaları bitince
buralarda hasarlı yapı olup olmadığı belirlenecek. Ancak Bayraklı, Bornova’da
birçok yapı depreme dayanamadı ya yıkıldı ya da ağır hasar gördü.
Türkiye,
bir deprem ülkesi. Özellikle de yerleşimin, kentleşmenin, nüfus yoğunluğunun
çok olduğu yerlerin neredeyse hepsi deprem bölgelerinde. Neredeyse her yıl
büyük depremlerle karşılaşmaktayız. Buna karşın bu depremlerin yıkıcılığına
karşı önlem yok denecek kadar az. Neden? Çünkü merkezi yöneticiler de yerel
yöneticiler de depremlerden ders çıkarmıyorlar. Ayrıca inşaatçılığı ülkemizin
biricik ekonomik etkinliği olarak görmekteler. Bu nedenle de Türkiye’nin
neredeyse her kademesindeki seçilmiş yöneticilerin büyük bir çoğunluğu yapsatçı
ve yüklenicilerden oluşmakta. Her meslek kümesi, kendi çıkarlarını korur. Bu da
öyle olmakta. Dağ taş ruhsatlı, ruhsatsız yapılarla dolmakta.
Kaçak
yapılar, belediyelerin göz yummasıyla yapılır. Yine aynı belediyeler, bu
yapıların yollarını yapıp elektrik, su, doğalgaz ve kanalizasyon şebekelerini
bağlar. Bu yolla kaçak yapı, kâğıt üzerinden ruhsatlanmasa da yerel
yöneticilerce resmiyet kazanır. Ne karşılığında mı oluyor bu iş? Her yasadışı
işte olduğu gibi rüşvet, bu işin temelini oluşturmakta. İmardan sorumlu
birimlerde sorumluluk alan kişilerin çoğu bu işten nasiplenmekte. Özellikle
belediyenin demokratik(!) yollarla seçilmiş yöneticileri aslan payını almakta.
Kaçak
yapıların yapılmasında rüşvetin dışındaki nedenlerden biri de oy devşirme.
Kaçak yapılara göz yumularak bu yapıları yapanların oylarını alma isteği ağır
basmakta. Bu nedenle hangi parti olursa olsun bir belediyeyi kazandığında
yandaşlarının kaçak yapı işine göz yumduğu gibi yüreklendirir de. Amaç, bir
sonraki seçimi garanti altına almak.
Sonrasında
mı ne oluyor? Nasıl olsa merkezi hükümetler, belli aralıklarla “imar affı” ya
da imar barışı” adı altında aflar çıkarırlar. Burada amaç, hem hazineye gelir
kazandırmak hem de oy devşirmek. Bu arada son çıkan imar barışının TBMM’de
iktidar ve muhalefet oylarıyla çıktığını söyleyelim. Bundan da anlaşılıyor ki,
iktidarla muhalefetin yapılaşmaya bakış açıları temelde aynı. Son otuz yılda
İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinde imar değişiklerine iktidarla
muhalefetin genellikle oydaş olduklarını söylemek şaşırtıcı olmaz. AKP
döneminde İstanbul’un yağmalanmasına yalnızca Hüseyin Sağ arkadaşımızın
muhalefet ettiğini söyleyelim.
Depremde,
selde, heyelanda ya da kendi kendine yıkılan yapıların nedeni merkezi ve yerel
yönetimlerin pis bir popülizmle uyguladıkları siyasettir. Oy kaygısı, memleket
kaygısının önünde. Yandaşı varsıllaştırmak, insanların can güvenliğine üstün
gelmekte. Herkes, bir biçimde adamını bulup yasadışı işlerine göz yummasını
sağlamakta.
Türkiye’de
şu kısacık ömrümüzde tanığı olduğumuz yüzlerce deprem oldu. Bu depremlerin
çoğunda yurttaşlarımız yaşamlarını yitirdiler. Öyle depremler var ki ölenleri
sayamadık bile.
Peki,
karton kutular gibi devrilen yapıları yapan yapsatçılar, yükleniciler, bu
yapıların projelerini denetlemesi gereken belediye mühendisleri, ruhsatlarını
imzalayanlar, imar değişikliklerini onaylayanlar, kentlerinin yıkıma uğraması
suçunu doğaya atan siyasetçilerden yargılanıp hesap verenini gördünüz mü? Gölcük
depreminde göze batan bir Veli Göçer yargılanıp ceza aldı. Bunu da belirtelim.
Yüzlerce insan ölüyor. İnsanların bin bir emekle sahip oldukları evler
başlarına yıkılıyor. Ancak bunun sorumlusu nedense yok ortalarda.
Kentlerimiz
merkezi bir planlamayla yapılaşmalı. Doğru düzgün eğitimi bile olmayan
yapsatçıların insafına terk edilmemeli ketlerimiz. Kar amacıyla yurttaşın zor
durumundan yararlanan yapsatçılık sistemiyle sağlıklı kentler kurulamaz. Bu
nedenle bu iş, devlet eliyle yapılmalı. Planlamadan, denetime dek her aşamada
devlet olmalı. Devletçilikle kurtulur kentlerimiz. Liberalizmin kokuşmuşluğu,
kentlerimizi yok etmekte, insanımızın enkaz altında can vermesine neden
olmakta.
Şimdi
öldüren kim? Deprem mi, yoksa bu çürük yapıları yapanlar ve bunların
yapılmasına göz yumanlar mı? Bu cinayetler, para ve oy uğruna bilerek,
planlanarak işlenmekte. Halkımız, bir kısım asalağın varsıllaşması için enkaz
altında can vermekte. İzmir depreminde yıkılan yapıların sorumluları “taammüden
adam öldürmek” suçundan yargılanmalı. Bakalım, bu yürekliliği gösterecek
savcılar çıkacak mı ortaya?
Devletin,
belediyelerin asıl görevi felaket olmadan önlem alıp can kurtarmaktır; enkaz
kaldırmak değil.
Adil
Hacıömeroğlu
30
Ekim 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder