ÇOK SÖYLEME ARSIZ EDERSİN


Bazı anne, babalar, çocuğun çevresindekiler, hatta kimi öğretmenler çocuklara hoşgörü göstermek yerine, onların en küçük hatalarında kızmak, bağırıp çağırmak için fırsat kollarlar. Kimi zaman bu hoşgörüsüzlük şiddete dönüşür.

Küçük olsun, büyük olsun çocuğun her hatasında ona kızmak, bağırıp çağırmak her defasında çocuğun tinsel durumunu bozmakta ve onun yüreğinde onulmaz yaralar açmakta. Ne yazık ki çocuğu azarlayarak terbiye verdiğini sanan birçok kişi var çevremizde.

Hoşgörüsüzlük, ebeveynlerle çocuk arasındaki iletişimi koparmakta, zamanla da yok etmekte. Çocuk, bu hoşgörüsüzlük karşısında şaşkına dönmekte. Bir şey sorulduğu zaman ne yapacağına karar verememekte. Kendi başına bir iş yapamamakta. Özgürce ortaya koyması gereken becerilerini göstermekten vazgeçmekte. Bu azarlama, söylenme, kızıp bağırma öyle olağan duruma gelir ki çocuk, hangi durumda ebeveyninin neleri söyleyeceğini ezberlemiştir artık. Çoğu zaman bağırıp çağıran ebeveyne çocuk da eşlik eder. Bu gereksiz bağırıp çağırmalar, azarlamalar, kızgınlıklar zamanla çocuğun iç dengelerini bozar. O da ebeveynleri gibi her şeye bağırıp çağırmaya başlar. Böylece çevresiyle ilişkileri, arkadaşlarıyla uyumu bozulur. Olasıdır ki bağırıp çağıran ebeveynlerin birçoğu bu davranışı örnek aldıkları büyüklerinden kopyalamışlar. Onları örnek alan çocukları da ebeveynlerinin yolundan gitmeyi yeğlemişler zaman içinde.

Çocuklar yanlış yapacaklar, tıpkı büyüklerinin yaptıkları gibi. Zaten bir kişinin her şeyi, her gün doğru yapması olanaksız olduğu gibi doğa kurallarına da aykırıdır. Büyüklerin yapacağı iş, çocukların yaptığı yanlışlara hoşgörü göstermek.

Çoğu zaman çocuklar, yaptıkları yanlışlardan öğrenirler. Yanlışlar, onlar için bir okul, bir eğitim aracı olur. Yanlış yapa yapa, yanlış yapmamayı öğrenir minik bedenler. Büyüklerin gerekli yerlerdeki uyarıları önemlidir, ancak çocuğa asıl öğreten yanlışlarıdır. Aslında birey yaşamdan ders çıkarmayı, yanlışlardan öğrenmeyi çocukken öğrenir ve alışkanlık durumuna getirir.

 Çoğu kez yetişkinlere kızarız yanlışlarından ders çıkarmıyor diye. Nasıl çıkarsın ki? Biz ona çocukluğunda gerekli anlayışı gösterdik mi? Yanlışlarından ders çıkarma fırsatını tanıdık mı? Onun yaşadıklarından öğrenmesine izin verdik mi? Zamanında yapılmayanların hesabını yıllar sonra sormak ne denli doğru bir şey?

Eğer çocuk kendisine ve başkasına onulmaz zararlar veriyorsa büyükler, gerekli uyarıları yapmalı. Uygun bir dille ona yaptığı davranışın zararları, yanlışlığı anlatılmalı.

Çoğumuz sobalı evlerde büyüdük. Sobadan az da olsa yanmayan birisi var mı içimizde? Büyüklerimiz defalarca “Sobaya yaklaşma, ona dokunma!” biçiminde uyarılar yaparlardı. Yine de merak ederdik sobanın ısısını, yakıcılığını. Parmağımızın ucunu değdirdiğimizde acıyla çekerdik elimizi sobadan. Bu küçük bir deneme, büyüklerin uyarılarından daha etkili olurdu ve sobaya bir daha yaklaşmazdık.

Atacan, yürümeye yeni başlamıştı. Onu, sık sık çocuk parkına götürürdük. Önce biz kaydıraktan kaydırdık çocuğumuzu. Sonra işi öğrenince kendisi kaymaya başladı. Bir süre sonra büyük çocukların kaydıraklara merdivenlerden değil de kaydırakların içinden yürüyerek çıktığını gördü. Kendisi de denemek istedi bunu. İlk denemesinde arka üstü düştü. Hiç ağlamadı. Bir şey olamamış gibi yeniden denedi. Olmadı, bir daha, bir daha… Ben, çocuğun yanındayım. Eşim karşımızdaki çay bahçesinde bir yandan çay içerken bizi gözlemekte. Bir ara Atacan’a yardım edecek oldu, engelledim. Çocuk, belki yüz kez denedi ve sonuncusunda başardı. Bebekler için yapılan o kısacık kaydırağın tepesine çıkıp önce gerindi. Yüzünde güller açmaktaydı. Sevinç ve mutluluğuna diyecek yoktu. Başarmanın verdiği özgüven onu çok mutlandırmıştı. Çocuğun işine karışıp ona yardım etseydim ya da daha da kötüsü düştüğünde ona kızsaydım ve üstünü kirlettiği için azarlasaydım onun özgüveni oluşmayacaktı erkenden. Ben, bir baba olarak çocuğumun özgüvenini baltalayacaktım.

Yıllar önce bir öğrencim vardı. Yaşam dolu bir adamdı. Derslerinde üstün başarıları yoktu; ancak uyumluluğu, sorumluluk anlayışı, saygısı, çevresindekilere sevgisi, öğrenme isteği üst düzeydeydi. Zaten bir çocuğun yaşama hazırlanmasında bu saydıklarım yeterli. S.Y. Bir erkek çocuktu ve kabına sığmazdı. Apartman dairesinde yaşadığından salonda top oynar, evin içinde koştururdu sık sık. S.Y.’nin titiz bir annesi vardı. Evde bir minderin yerinin değişmesine, sehpalardaki dantelli örtülerin azıcık yerinden kaymasına bile dayanamazdı. Çocuklarının ödevlerini bir dakika bile geciktirmesi onun sinir sistemini altüst ederdi. Çocuğun öğretmenlerine sevgi göstermek için yaptığı küçük şakalar da bile kaşları çatılır, yüzü değişirdi. Her şeye bağırıp çağıran, söylenen, kızan bir anneye S.Y. alışmıştı artık. Onun söylenmesi, onun için bir anlam ifade etmemeye başladı. S.Y. bir gün annesi tam bağıracakken ses kayı cihazının düğmesine basar ve annesinin bağırtısının kaydeder. Her günü boş verelim, gün içinde defalarca bağıran bir anne var. Annesi tam bağıracakken S.Y. ses kayıt cihazını açıp “Sen yorulma anne, ben buradan dinlerim.” diyerek anlamsız, amaçsız söylenmenin gereksizliğini karşısındakine anlatmaya başlar. Bu tavır karşısında yanlış davranışını anlayan anne, her defasında gülmeye başlar. Bir süre sonra annenin kızıp bağırmaları azalır, ama tamamen bitmez. S.Y. çocuk usuyla bir yanlış davranışla usçu bir savaşım için usçu bir çözüm buldu. Çözümü de işe yaradı. Annesinin kızıp bağırdığında nasıl gülünç duruma düştüğünü uygulamalı olarak gösterdi.

Çocuklar gibi büyükler de zaman zaman yanlış işler yapar. Özellikle çocuklarına karşı hatalı sözler söyler, yanlış tavırlar alırlar. Böyle durumlarda büyüklerin küçüklerden özür dilemesi, çocukların davranışları üzerinde büyük olumlu etkileri olacaktır. Onların özgüvenlerinin oluşmasına ve ebeveynlerine güvenlerinin artmasına önemli katkılar yapacaktır. Toplumumuzda yerleşik olan “Küçükler büyüklerden özür diler.” anlayışını yıkmamız gerek. İnsan ilişkilerinde yanlış yapan kim olursa olsun küçük, büyük fark etmez özür dilemeyi bilmeli. Bu, güvenli ilişkinin vazgeçilmezidir.

Karşılıklı saygıda büyük, küçük ayrımı yapmamalı. Çocukların sevgiyle büyüyüp saygıyla kişilik kazandıklarını bir an olsun bile usumuzdan çıkarmamalıyız.

Çocuklara karşı göstereceğimiz her davranışta, onlara karşı söyleyeceğimiz her sözde kendimizi onların yerine koymak zorundayız. Bir büyük, kendisine yapılmasından hoşlanmadığı davranışları kendisinden küçüklere karşı göstermemeli; işitmek istemediği sözleri çocuklara söylememeli.

Bağırıp çağırmakla kızıp azarlamakla karşısındakini yola getirmeyi düşünmek doğru mu? İnsanlara karşı anlayış göstermek, onların yaptıkları olumlu ya da olumsuz davranışlara sevgiyle yaklaşmak eğiticiliğin ilk adımı. Çocuklarımızın sağlam kişilikli, çevresiyle barışık, erinçli,  özgüvenli olmasını istiyorsak onlara hoşgörü göstermeliyiz. Yanlışlar karşısında bağışlayıcı olmak büyüklüğün şanındandır.

Çocukları bağırıp azarlayarak, onların küçük yüreklerini tarumar ederek onları eğiteceğini sananlar, aslında çok zavallılar. Çünkü kalp kırmaktan, insan üzmekten başka bir seçenek bulamıyorlar çocukları eğitip onlarla doğru, sağlıklı ilişkiler kurmak için. Oysa insan zekâsı, her konuda olumlu seçenekler ortaya çıkarmakta ustadır. Kendi yeteneğini keşfedememiş bir insanın çocuklara örnek olması olanaksızdır.

Hoşgörü, hoşgörü, hoşgörü… Ne kadar mı? Günlük yaşamımızda yere tüküren, çöpünü yere atan, trafikte bizi zor durumda bırakan, banka kuyruğunda sıramızı kapmaya çalışan, aracımızın önüne park ederek saatlerimizi çalan, işyerimizde edepsizliği başarı olarak görenlere gösterdiğimiz hoşgörünün onda birini göstersek yeterli çocuklarımız için.

Çocuklarımızın yanlışları karşısında atalarımızın “Çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin.” sözünü hep anımsamamız gerek. Biz çocuklarımızın ne arsız, ne de hırsız olmasını isteriz, öyle değil mi?

                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           24 Ekim 2020

 

3 yorum:

  1. Tek kelimeyle harika.Her cümlenin altına imzamı atarım.

    YanıtlaSil
  2. Yazınız çok güzel yüreğinize sağlık. Her çocuk özeldir, her çocuk anne babasına çok şey öğretir...

    YanıtlaSil
  3. Bir çocuk için en büyük ceza nedir sizce? Sevilmemek, kabul edilmemek mi? Aşağılanmak, hakaret edilmek ya da fiziksel şiddete maruz kalmak mı? Biliyorum, sık sık tanık olduğumuz için aklımıza bunlar geliyor hemen. Bunların hepsi de birbirinden kötü ve yaralayıcı davranışlar ama bir çocuğun ya da yetişkin bir insanın maruz kalabileceği en kötü muamele yok sayılmak, görülmemek, duyulmamaktır. İnsan o zaman kendi varlığından bile şüpheye düşer, içinde kocaman bir boşluk oluşur ve bırakın kendini değerli hissetmeyi, o da herkes gibi yerer, aşağılar kendini. Çünkü olumsuz duygular olarak ifade ettiğimiz duygular bile insana aslında kendini “var” hissettirir. Varlığı görülmeyen çocuklar ise yetişkinliğinde bile içindeki o boşluktan kurtulamaz. O boşluğu sonradan doldurmak da zordurDeğerli Adil öğretmenim yüreğinize sağlık👏Varolunuz🙏🏻👩Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil