Bebekler
doğduklarında konuşamadıklarından dertlerini, isteklerini, gereksinmelerini
sözle dile getiremezler. Sözün yerini ağlama tutar. Bebek, ağlayarak sorunu
olduğunu dile getirir. Gazı olduğunda, altını kirlettiğinde, acıktığında,
hastalandığında ağlar. Prematüre bir bebeği büyütmüş bir baba olarak her
sorunda farklı bir ağlayış biçiminin olduğunu kendimce belirledim. Bir kilo iki
yüz gram doğmuş minik oğlumuz ağladığında sorunun ne olduğunu anlar ve eşime,
ağlayış nedenini söylerdim. O, çok şaşırırdı buna.
İşimi
bırakıp kendimi tamamen minik yavrunun bakımına verdiğimden onun her anını
gözlemledim. Tüm gereksinmelerini sağaltımcımızın önerileri doğrultusunda
yerine getirdiğimden bebeğin sorununu kolayca anlardım. Böylece onun sorununu
kolayca giderir ve rahatlamasını sağlardım. Bu nedenle çocuğumuz ağlak biri
olmadı. Çok az ağladı. Ama çok gülümsedi çevresine. Bir bebeğin gülümsemesi,
onun gereksinmelerinin ve bakımının zamanında giderildiğini gösterir. Bebek,
mutlu olduğunda gülümser haklı olarak.
Bebekler,
doğdukları günden itibaren çok hızlı öğrenmeye başlar. Dünyaya geldiğinde
çevresindeki her şey, herkes onun için bilinmeyendir. Bebeğin öğrenmek için
ivediliği vardır. Konuşamayan, bu nedenle soru soramayan bebeğin bu dönemde
öğrenmesi duyuları aracılığıyla olmakta. Gözlemleyerek, işiterek, dokunarak,
tadarak, koklayarak öğrenir bebek. Duyuları aracılığıyla çevresindeki nesneleri
tanır. Tanır tanımasına da birçok şeyin adı yoktur belleğinde.
Konuşmaya
başlayan bir çocuğun ilk ve sıkça sorduğu soru, “Bu ne?”dir. Zamanla bu soru, o
kadar çok sorulur ki çoğu ebeveyn çocuğu yanıtlamak yerine onu susturmayı yeğler.
Ebeveynler bilerek ya da bilmeyerek çocuğun öğrenme, çevresindeki nesneleri
tanıma isteğini engellerler. Soruyu yanıtlamama eylemi, süreklilik
gösterdiğinde çocuk soru sormayı bırakır ya içine kapanır ya da huysuzluk
yapar. Böyle olunca da anne ve baba çocuğu suçlayarak onu kırıp dökmeye başlar.
Oysa suçlanacak kişiler ebeveynlerdir. Büyük bir öğrenme isteği ebeveynlerin
yanlış tutumu nedeniyle yok edilmiştir.
Sorularına
yanıt alamayan çocukların bazılarının konuşma bozuklukları gösterdiklerini, birtakım
sözcükleri bilmediklerini, çevresindeki kimi nesneleri tanımadıklarını
gözlemledim üzülerek.
Çocukların
çevresindeki nesneleri tanımak için sordukları “ne” sorusuna yanıt aldıkça bu
sorunun sorulma sıklığı artar doğal olarak. Çünkü çocukta öğrenme isteği en üst
düzeydedir. Öğrendikçe öğrenesi gelir. Bu durumda anne, baba ve diğer aile
üyelerinin sabırla her soruya yanıt vermesidir. Çocukların soruları karşısında
yorulmak, bıkıp usanmak, rahatsızlık duymak son derece yanlış. Çocuk soracak,
biz büyükler yanıtlayacağız. Onların öğrenme isteğini köreltmek değil, bu
isteği çoğaltarak sürmesi için çaba göstermektir ebeveynlerin görevi.
Çocukların
“Bu ne?” sorusunun yerini zamanla “Neden?” sorusu alır. Artık çocuk
çevresindeki nesneleri tanımış, belleğinde onları canlandırmaktadır. Her nesnenin
adı söylendiğinde çocuğun belleğinde o nesnenin fotoğrafı canlanır. Artık sıra
nesneler arasındaki ilişkiyi, nedenleri, nedenlerin ulaştığı sonuçları,
sözcüklerden anlamlı tümceleri oluşturmayı öğrenme zamanıdır. “Neden?” sorusu,
kimi zaman o denli sıkça sorulur ki bıkmamak elde değil. Doğaldır ki bu dönemde
ebeveynlerin görevi bıkmak olmamalı. Sabır ve ilgiyle sorulara yanıt vermeli.
Soruların
yanıtlarını geçiştirmek, onları üstünkörü ya da yanlış yanıtlamak çocuklara yapılacak
en büyük kötülük. Çünkü çocukların doğaları gereği olan içtenlik, olumlu
düşünmeleri nedeniyle bu geçiştirmeleri, üstünkörülükleri, yanlış yanıtları
kolayca anlarlar. Çünkü çocuğun dünyası iyilikler, güzellikler, olumluluklar,
doğruluklar, umutlar üzerine kuruludur. Çocuğun doğasına sokmaya çalıştığımız
kötülükler, çirkinlikler, olumsuzluklar, yalanlar, umutsuzluklar çocuğun
doğasına uymaz ve sırıtır. “Neden?” sorusunun yanıtlanmaması, ona karşı
gösterilecek olumsuzluklar, çocuğun dengesini bozar. Çevresiyle uyumsuzluklar baş
gösterir. Öğrenemeyen çocuk, kendisini soruyla değil de uyumsuz davranışlarla
anlatmaya çalışır. Bu durum da birçok ebeveynin tepkisine yol açar. Bazı
tepkiler, çok şiddetli olur. Gösterilen tepki, azarlama, dışlama, itip kakma
çocuğun tinine vurulan bir darbedir. Her darbe; çocuğun çocukluğunu,
mutluluğunu, tinini, öğrenme coşkusunu, uyum yeteneğini, umudunu,
imgelemlerini, düşlerini adım adım öldürür. Giderek çocuk, içi boşalmış,
tinsizleşen bir nesneye dönüşür. Bunun sorumlusu, ebeveynlerinden başkası
değildir. Bir çocuk, anne ve baba eliyle yok edilir. Onun dinamizmi elinden
alınır. Yaratıcılığı, üretkenliği, umutları bir bir sönümlenir.
Çocukların
çok temiz duygularla sorduğu, yukarıda sözünü ettiğimiz yanıtlanması çok kolay iki
soruya karşılık vermemenin onları, nasıl kırıp döktüğünü üzülerek gözlemledim
yıllarca. Oysa onların hem gönlünü almak hem de öğrenme isteklerini karşılamak
için yapacağımız iş, ne kadar basit değil mi? Bizi hiç yormayacak bir konuda,
türlü gerekçeler öne sürerek çocukların çok soru sorduğunu öne sürüp geleceği
kuracak olan bir koca yüreği nasıl da bitiriveriyoruz bilinçsizce, umarsızca…
Oysa “Neden?” soruları bir süre sonra sorulmayacak. Çocuk, artık kendi kanatlarıyla
uçacak. Öğrenmesini kendi olanakları, yetenekleri, bakış açılarıyla yapacak.
Çocuklarımıza
göstereceğimiz küçük bir hoşgörü, onlara ayıracağımız kısa zamanlar, onların
sorularına vereceğimiz usçu yanıtlar biricik varlıklarımızı geleceğe özgüvenli,
donanımlı, bilinçli, araştırıcı olarak hazırlayacak. Bilinçsiz davranışlarla
çocukların merak duygusunu yok etmekteyiz hoyratça. O merak duygusudur
öğrenmeyi yaratan. Çocuklar bizim, onların geleceği bizim… Bize ait bir şeyi
göz göre göre yok etmek niye?
Adil
Hacıömeroğlu
17
Ekim 2020
Bu yazı bana çocukların " Bu ne " sorusuna mutlaka cevap verilmesi gerektiğini savunan bir uzmanın; en sonunda dayanamayıp " ananın örekesi " diye cevap verdiği ve hüngür hüngür ağladığı; Aziz Nesin üstadın hikâyesini hatırlattı bana..🤣🤣🤣
YanıtlaSilBen bizimkilere hiç soru sormadım,küçükken sormuşumdur belki hatırlamıyorum..Televizyondaki "Susam Sokağı" ile büyüdüm.
YanıtlaSilEdi ile Büdü karakterleri,tüm sorularıma cevap verirlerdi.
Babamı kitap okurken hiç görmedim.Büyüdüm,kitap hediye etti , birini bile okutamadım. Annem ders çalıştırırdı.O da gösterecek kimse olmadığından,mecburi..
Bebekken,gaz sancısı çok olduğu için katıla katıla ağlarmışım. Sürekli bunu yüzüme çarparlardı. Ne zaman 1 yaşımı doldurmuşum, o zaman hanımefendi olmuşum onların nazarında. Ben bebekken bilinçli yapmadım hiçbir şeyi... Zaten kız olarak dünyaya geldiğim için ağlayan bir babadan da fazlasını beklemek saçmalık...
Ben ileride iyi bir ebeveyn olup, çocuğumu sevgisiz,ilgisiz ve yanıtsız bırakmayacağım🙏🏻
Bir çocuk dünyaya getirmek çok kolaydır ancak onu duygusal anlamda doyurarak büyütmek çok ihmal edilen bir durumdur .Çocuğun karnı tok ,altı temiz ise tamam derdi büyükler ya da tecrübeli kişiler.Oysa bebeğin , çocuğun dokunmaya bakışmaya iletişime çok fazla ihtiyacı vardır.Yollarda annesi tarafından çekelenerek götürülen ,sürekli ağlayan çocuklara hep müdahale edip, konuşma ihtiyacı duyarım, bazı anneler terslese bile... Bizler hep susturulmayı öğrendik ama ben hiç öyle yapmadım her soruya cevap vermenin çaresini buldum , tensel ve göz temasını çok önemsedim .Günümüzdeki ekran bebeklerini ve annelerini ise büyük kaygıyla gözlemliyorum. Ekran yerine boşluğa bile baksa çok şey öğrenecek bu bebişler ... Atacan çok şanslı bir çocuk , ne mutlu ki bu kadar donanımlı ebeveyne sahip ,varsın minik doğmuş olsun , yüreği ve beyni öyle güzel büyütülüyor ki ...
YanıtlaSil