ÇOCUKLARIN İLK SORUSU NEDİR?


Bebekler doğduklarında konuşamadıklarından dertlerini, isteklerini, gereksinmelerini sözle dile getiremezler. Sözün yerini ağlama tutar. Bebek, ağlayarak sorunu olduğunu dile getirir. Gazı olduğunda, altını kirlettiğinde, acıktığında, hastalandığında ağlar. Prematüre bir bebeği büyütmüş bir baba olarak her sorunda farklı bir ağlayış biçiminin olduğunu kendimce belirledim. Bir kilo iki yüz gram doğmuş minik oğlumuz ağladığında sorunun ne olduğunu anlar ve eşime, ağlayış nedenini söylerdim. O, çok şaşırırdı buna.

İşimi bırakıp kendimi tamamen minik yavrunun bakımına verdiğimden onun her anını gözlemledim. Tüm gereksinmelerini sağaltımcımızın önerileri doğrultusunda yerine getirdiğimden bebeğin sorununu kolayca anlardım. Böylece onun sorununu kolayca giderir ve rahatlamasını sağlardım. Bu nedenle çocuğumuz ağlak biri olmadı. Çok az ağladı. Ama çok gülümsedi çevresine. Bir bebeğin gülümsemesi, onun gereksinmelerinin ve bakımının zamanında giderildiğini gösterir. Bebek, mutlu olduğunda gülümser haklı olarak.

Bebekler, doğdukları günden itibaren çok hızlı öğrenmeye başlar. Dünyaya geldiğinde çevresindeki her şey, herkes onun için bilinmeyendir. Bebeğin öğrenmek için ivediliği vardır. Konuşamayan, bu nedenle soru soramayan bebeğin bu dönemde öğrenmesi duyuları aracılığıyla olmakta. Gözlemleyerek, işiterek, dokunarak, tadarak, koklayarak öğrenir bebek. Duyuları aracılığıyla çevresindeki nesneleri tanır. Tanır tanımasına da birçok şeyin adı yoktur belleğinde.

Konuşmaya başlayan bir çocuğun ilk ve sıkça sorduğu soru, “Bu ne?”dir. Zamanla bu soru, o kadar çok sorulur ki çoğu ebeveyn çocuğu yanıtlamak yerine onu susturmayı yeğler. Ebeveynler bilerek ya da bilmeyerek çocuğun öğrenme, çevresindeki nesneleri tanıma isteğini engellerler. Soruyu yanıtlamama eylemi, süreklilik gösterdiğinde çocuk soru sormayı bırakır ya içine kapanır ya da huysuzluk yapar. Böyle olunca da anne ve baba çocuğu suçlayarak onu kırıp dökmeye başlar. Oysa suçlanacak kişiler ebeveynlerdir. Büyük bir öğrenme isteği ebeveynlerin yanlış tutumu nedeniyle yok edilmiştir.

Sorularına yanıt alamayan çocukların bazılarının konuşma bozuklukları gösterdiklerini, birtakım sözcükleri bilmediklerini, çevresindeki kimi nesneleri tanımadıklarını gözlemledim üzülerek.

Çocukların çevresindeki nesneleri tanımak için sordukları “ne” sorusuna yanıt aldıkça bu sorunun sorulma sıklığı artar doğal olarak. Çünkü çocukta öğrenme isteği en üst düzeydedir. Öğrendikçe öğrenesi gelir. Bu durumda anne, baba ve diğer aile üyelerinin sabırla her soruya yanıt vermesidir. Çocukların soruları karşısında yorulmak, bıkıp usanmak, rahatsızlık duymak son derece yanlış. Çocuk soracak, biz büyükler yanıtlayacağız. Onların öğrenme isteğini köreltmek değil, bu isteği çoğaltarak sürmesi için çaba göstermektir ebeveynlerin görevi.

Çocukların “Bu ne?” sorusunun yerini zamanla “Neden?” sorusu alır. Artık çocuk çevresindeki nesneleri tanımış, belleğinde onları canlandırmaktadır. Her nesnenin adı söylendiğinde çocuğun belleğinde o nesnenin fotoğrafı canlanır. Artık sıra nesneler arasındaki ilişkiyi, nedenleri, nedenlerin ulaştığı sonuçları, sözcüklerden anlamlı tümceleri oluşturmayı öğrenme zamanıdır. “Neden?” sorusu, kimi zaman o denli sıkça sorulur ki bıkmamak elde değil. Doğaldır ki bu dönemde ebeveynlerin görevi bıkmak olmamalı. Sabır ve ilgiyle sorulara yanıt vermeli.

Soruların yanıtlarını geçiştirmek, onları üstünkörü ya da yanlış yanıtlamak çocuklara yapılacak en büyük kötülük. Çünkü çocukların doğaları gereği olan içtenlik, olumlu düşünmeleri nedeniyle bu geçiştirmeleri, üstünkörülükleri, yanlış yanıtları kolayca anlarlar. Çünkü çocuğun dünyası iyilikler, güzellikler, olumluluklar, doğruluklar, umutlar üzerine kuruludur. Çocuğun doğasına sokmaya çalıştığımız kötülükler, çirkinlikler, olumsuzluklar, yalanlar, umutsuzluklar çocuğun doğasına uymaz ve sırıtır. “Neden?” sorusunun yanıtlanmaması, ona karşı gösterilecek olumsuzluklar, çocuğun dengesini bozar. Çevresiyle uyumsuzluklar baş gösterir. Öğrenemeyen çocuk, kendisini soruyla değil de uyumsuz davranışlarla anlatmaya çalışır. Bu durum da birçok ebeveynin tepkisine yol açar. Bazı tepkiler, çok şiddetli olur. Gösterilen tepki, azarlama, dışlama, itip kakma çocuğun tinine vurulan bir darbedir. Her darbe; çocuğun çocukluğunu, mutluluğunu, tinini, öğrenme coşkusunu, uyum yeteneğini, umudunu, imgelemlerini, düşlerini adım adım öldürür. Giderek çocuk, içi boşalmış, tinsizleşen bir nesneye dönüşür. Bunun sorumlusu, ebeveynlerinden başkası değildir. Bir çocuk, anne ve baba eliyle yok edilir. Onun dinamizmi elinden alınır. Yaratıcılığı, üretkenliği, umutları bir bir sönümlenir.

Çocukların çok temiz duygularla sorduğu, yukarıda sözünü ettiğimiz yanıtlanması çok kolay iki soruya karşılık vermemenin onları, nasıl kırıp döktüğünü üzülerek gözlemledim yıllarca. Oysa onların hem gönlünü almak hem de öğrenme isteklerini karşılamak için yapacağımız iş, ne kadar basit değil mi? Bizi hiç yormayacak bir konuda, türlü gerekçeler öne sürerek çocukların çok soru sorduğunu öne sürüp geleceği kuracak olan bir koca yüreği nasıl da bitiriveriyoruz bilinçsizce, umarsızca… Oysa “Neden?” soruları bir süre sonra sorulmayacak. Çocuk, artık kendi kanatlarıyla uçacak. Öğrenmesini kendi olanakları, yetenekleri, bakış açılarıyla yapacak.

Çocuklarımıza göstereceğimiz küçük bir hoşgörü, onlara ayıracağımız kısa zamanlar, onların sorularına vereceğimiz usçu yanıtlar biricik varlıklarımızı geleceğe özgüvenli, donanımlı, bilinçli, araştırıcı olarak hazırlayacak. Bilinçsiz davranışlarla çocukların merak duygusunu yok etmekteyiz hoyratça. O merak duygusudur öğrenmeyi yaratan. Çocuklar bizim, onların geleceği bizim… Bize ait bir şeyi göz göre göre yok etmek niye?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       17 Ekim 2020

 

 

3 yorum:

  1. Bu yazı bana çocukların " Bu ne " sorusuna mutlaka cevap verilmesi gerektiğini savunan bir uzmanın; en sonunda dayanamayıp " ananın örekesi " diye cevap verdiği ve hüngür hüngür ağladığı; Aziz Nesin üstadın hikâyesini hatırlattı bana..🤣🤣🤣

    YanıtlaSil
  2. Ben bizimkilere hiç soru sormadım,küçükken sormuşumdur belki hatırlamıyorum..Televizyondaki "Susam Sokağı" ile büyüdüm.
    Edi ile Büdü karakterleri,tüm sorularıma cevap verirlerdi.
    Babamı kitap okurken hiç görmedim.Büyüdüm,kitap hediye etti , birini bile okutamadım. Annem ders çalıştırırdı.O da gösterecek kimse olmadığından,mecburi..
    Bebekken,gaz sancısı çok olduğu için katıla katıla ağlarmışım. Sürekli bunu yüzüme çarparlardı. Ne zaman 1 yaşımı doldurmuşum, o zaman hanımefendi olmuşum onların nazarında. Ben bebekken bilinçli yapmadım hiçbir şeyi... Zaten kız olarak dünyaya geldiğim için ağlayan bir babadan da fazlasını beklemek saçmalık...
    Ben ileride iyi bir ebeveyn olup, çocuğumu sevgisiz,ilgisiz ve yanıtsız bırakmayacağım🙏🏻

    YanıtlaSil
  3. Bir çocuk dünyaya getirmek çok kolaydır ancak onu duygusal anlamda doyurarak büyütmek çok ihmal edilen bir durumdur .Çocuğun karnı tok ,altı temiz ise tamam derdi büyükler ya da tecrübeli kişiler.Oysa bebeğin , çocuğun dokunmaya bakışmaya iletişime çok fazla ihtiyacı vardır.Yollarda annesi tarafından çekelenerek götürülen ,sürekli ağlayan çocuklara hep müdahale edip, konuşma ihtiyacı duyarım, bazı anneler terslese bile... Bizler hep susturulmayı öğrendik ama ben hiç öyle yapmadım her soruya cevap vermenin çaresini buldum , tensel ve göz temasını çok önemsedim .Günümüzdeki ekran bebeklerini ve annelerini ise büyük kaygıyla gözlemliyorum. Ekran yerine boşluğa bile baksa çok şey öğrenecek bu bebişler ... Atacan çok şanslı bir çocuk , ne mutlu ki bu kadar donanımlı ebeveyne sahip ,varsın minik doğmuş olsun , yüreği ve beyni öyle güzel büyütülüyor ki ...

    YanıtlaSil