Öğretmenlik,
kutsal bir görev… İnsanı, toplumu bilgisi ve verdiği eğitimle biçimlendiren
insan mimarları… Bir toplumun geleceğini kurmakla görevli özverili bir meslek
kümesi… Neden-sonuç ilişkisi kurup çözümleyici düşünmesi gereken sürekli
öğrenen düşünce işçileri…
Öğretmenliği
bir meslek olarak benimseyip gereğini yapanlar çoğunluktadır. Ne yazık ki her
meslek kümesinin içinde olduğu gibi öğretmenlerin içinde de meslek ilkeleriyle
uyuşmayan kişiler var. Bu kişiler, öğretmenliği bir meslek olarak değil,
ücretli bir iş alanı olarak görenlerdir. Çocukları gereği gibi eğitip öğretmek
çok da umurunda değil bu tür kişilerin. Onların ilgilendikleri tek şey,
aybaşında alacakları ücretleridir.
Üzülerek
söylüyorum ki öğretmen olmanın ilkeleri konmamış ülkemizde. Tıp Fakültesi
mezunu olamayan sağaltımcı olamaz. Mühendislik fakültesini bitirmeyen bu
mesleği yapamaz. Hukuk bitirmeyen avukatlığın yanından geçemez. Ancak ülkemizde
çok değişik alanlarda öğrenim görmüş kişiler öğretmenlik yapabilir ve yapmakta.
Bir mesleği yücelten ve ona saygınlık kazandırmanın birinci koşulu; meslek
ilkelerinin, sınırlarının iyi belirlenmesi.
Öğretmen
yetiştiren kurumlardan mezun olmasına karşın kendini mesleğin tinsel
atmosferine kaptırmayanların sayısı az değil. Birçok öğretmen kendini
yetiştirmemekte. Düzenli kitap okuyup araştırma yapanlar çok az. Kişi kendini
yetiştiremeyince öğrencilerin sorularına yanıt veremiyor. Öğrencileri için
farklılık yaratamıyor. Onların merak duygularını karşılayamıyor. Öğrenciye
sanatsal, ekinsel, düşünsel, bilimsel zevkler aşılayamıyor. Öğrencilerinin ufku
değil de ufkun arkasını görme isteklerini karşılayamıyor.
Sınıfta
karşısında oturanların çocuk/genç değil de robotlar olduğunu sanmakta bazı öğretmenler.
Neredeyse öğrencilerin tümü, dersi kaynatmak ister. Derste arkadaşıyla
konuşmayan öğrenci, parmakla gösterilir. Ödevini yapmayan öğrenci elbet de
olacak. İyi, pekiyi alanlar olacağı gibi zayıf da alanlar olacak. Çalışarak
sınava girenler çoğunluktaysa kopya çekenler de arada sırada çıkacak bir
sınıfta. Kitabını, defterini, kalemini unutan öğrencinin olmaması olanaklı mı?
Nasıl anlatılan konuyu anlayanlar varsa anlamayanlar da olacak yanı sıra.
Öğretmen ders anlatırken başka şeylerle meşgul olan öğrenciler belki de
çoğunluktadır. Öğrenci, öğretmeninden çekindiğinden başka şeylerle meşgul
almasa dahi usunda kırk tilki dolaşır. Bu tilkilerin dolaşmasına da kimse engel
olamaz. Bir ders saatinin tümünde tüm ilgisini anlatılanlara toplayan öğrenci
sayısı çok azdır. Bu da şaşırtıcı değil sanırım.
Öğretmenlerin
bazıları, öğrencileri bilgisi, örnek davranışları ve duruşuyla etkileyip onlara
ders dinletemediği için sıkılı yumruk, çatılmış kaşlarla derse girer.
Öğrencinin dersi bozabilecek en küçük davranışına çok sert karşılık verir.
Kişiliği oturmakta olan gencin yüreğinde onulmaz yaralar açılır böylesi
davranışlarla. Özgüvenleri ve karşısındaki kişilere güvenleri zedelenir.
Azarlandığı, dışlandığı için kendini kötü hisseder. Kendisine ve
karşısındakilere saygısını yitirir.
Öğrencinin
okula gelmesindeki amaç, öğrenmektir. Öğretmenin sınıfa girmesindeki amaç da
öğretmektir. Bu amaçları gerçekleştirmede asıl etken öğretmen. Bu nedenle
koşullar ne olursa olsun, öğrenci amaç dışı hangi davranışlarda bulunursa bulunsun,
koşulları öğrenmeye uygun duruma getirmek öğretmenin görevi. Kolayı herkes
yapar, önemli olan zoru başarmak. Öğrenmek istemeyene öğretmek ustalık ister.
Doğaldır ki birtakım ruhsal sorunları olan öğrenciler vardır. Bu çocukların
sorunlarını sağaltımcılar çözecektir. Ancak böyle kişilerin çok az olduklarını
da ekleyelim.
Öğrenciye
karşı hoşgörüsünü yitiren öğretmenlerin eğitim sistemimize ve toplumun
geleceğine büyük zararları var. Her şey yaptığın işi benimseyip içselleştirmek
ve kendini hem mesleki hem de ekinsel olarak geliştirmekle olur. Her meslekte
olduğu gibi öğretmenlikte de kişi kendini geliştirmeli.
Bağırıp
çağırmakla çocuk/genç eğitilemez. Adı üstünde “delikanlı” karşımızdakiler.
Kanları deli akmakta. O delişmen akışı durdurmak olanaksız. Bu nedenle onların
delişmenliğinden yararlanarak onları eğitmeli. Öğrencisine saygı duymayan
öğretmenler, mesleklerini gerçek anlamda yapamazlar.
Türkçemizde
“halden anlamak” diye bir deyim var. Öğretmenlerimiz halden anlamalı.
Çocuğun/gencin yerine kendini koymalı. Kendi öğrencilik yıllarını bir an olsun
usundan çıkarmamalı. Sınıfında kızıp bağırdığı öğrencilerinin davranışlarının
benzerlerini kendisinin yapıp yapmadığını sorgulamalı.
Herkes
zamanla öğrenip olgunlaşmakta süreç içinde. Yanlışları yapa yapa doğruları
öğreniyor. Kimseye doğru davranışlar gökten zembille inmiyor. Yaşam bir
deneyimler demeti. Deneyimlerim çoğu, yanlışlardan çıkarılan derslerden
oluşmakta.
Dünyada
hiçbir şey, hiçbir kişi mükemmel değil. Her şeyin bir olumlu bir de olumsuz yanı
olur. Bir şeyi, bir düşünceyi, bir kişiyi değerlendirirken diyalektik bakış
açısıyla görmeliyiz karşımızdakini. Karşıtlıklar bir arada olur. Bu nedenle
öğrencilerin yanlışları varsa en az bir o kadar da doğruları vardır. Doğruları
çoğaltmanın yolu karşımızdaki kişiyi ezip tinsel olarak yok etmek değil, onun
doğrularını gerektiği zaman övmekle olur. İnsanları yüreklendirmeden onların
başarılı olmasını bekleyemeyiz.
Öğretmenler,
sınıfa yumrukları sıkılı, kaşları çatık girmemeli. Kavgaya mı gidiyorsunuz,
yoksa karşınızdakilere bir şey öğretmeye mi? Öğretmene yakışan, güler yüzlü
olmaktır. Her davranışıyla öğrenciye güven vermelidir. Karşılıklı güvenin
olmadığı yerde eğitim amacına ulaşamaz. Güvensizlik insanların içini kemiren
bir hastalık. Bu hastalığa yakalanmamalı, yoksa sağaltımı çok zor.
Sınıfa
kızgın bir tavırla giren bazı öğretmenler, önyargılıdır. Önyargılı olmak,
eğiteceğin kişilerle aranda duvar örmektir. Senden bilgi edinmek isteyen
kişilere karşı önyargıyla yaklaşmak ne denli doğru?
Çocuklar,
bizim çocuklarımız. Gençler, bizim gençlerimiz. Onlar ülkemizin, insanlığın bir
parçası… Onların eğitiminde yapacağımız küçük hataların çok büyük olumsuz
sonuçları olur. Her bireyi gereği gibi eğitmek gerek. Eğitemediğimiz kişi,
toplum adına bir yitiktir. Bu nedenle eğitim konusunda görevli olanların yüksek
bir sorumluluk bilinciyle davranması gerekmekte. Toplumun hiçbir bireyi,
kişisel yanlışlara feda edilemez.
Adil
Hacıömeroğlu
26
Ekim 2020
Kutlarım. Akıcı üslüb, gerçekler dile gelmiş. Köy Enstitülü öğretmenler öğretmeni. TÖB-DER liler ve sayfalarda yayınlayıp paylaşacağım. Teşekkürler.
YanıtlaSilKutlarım. Akıcı üslüb, gerçekler dile gelmiş. Köy Enstitülü öğretmenler öğretmeni.
YanıtlaSilYazınız çok güzel yüreğinize sağlık. 1990'lı yıllarda nice üniversite mezunu arkadaşlar kendi mesleklerinde başarılı olamadıklarında can simidi olarak öğretmencilik oynamaya başladılar maalesef...Öğretmen olunmaz öğretmen doğulur.
YanıtlaSil