ANTALYA (Dinlence Yazıları 2)

 

        Antalya, benim için önemli bir yer. Yaşamımda yeri var. 1983 yılında bu güzel Akdeniz kentinde, yaz döneminde kısa dönem askerlik yaptım. Yaşamımım, gençliğimin dört aylık dönemini Topçular’da geçirdim. Yaz sıcağında kavrulurduk. Yaşamım boyunca Topçular’da içtiğim kadar su ve ayranı hiçbir zaman içmedim. Doğaldır ki çok terledik, çok da sıvı tükettik.

        Antalya’nın yazı nemli, boğucu. Bu nedenle Antalya’nın yazını sevmem. Dinlence için en güzel aylar, ekim ve mayıstır. Bu aylarda bu güzel kente doyum olmaz.

        Eşim bir yıl önce Antalya dinlencesini ayarladı. Gidiş dönüş uçak biletlerini aldı. Fethiye’ye gideceğiz buradan. Her şey önceden ayarlandığı için dinlencemiz, çok ucuza gelecek. Eşime; yazın gitmeyelim, dediysem de dinletemedim. Olan oldu, biten bitti biz de keyfimize bakalım.

        Antalya havaalanına indik 30 Haziran sabahında... Uçağımızdan yavaşça çıktık. Havaalanının önü eski Topkapı garajını anımsattı bize. Ellerinde yer adları yazılı levhalarla yolcu toplamaya çalışan simsarlar karşıladı bizi açık alanda çığırtkan. Bir yanda taksiler, bir yanda simsarları çığıran otobüsler, diğer yanda “VİP araç” olarak kendini tanıtanlar… Belli bir standart yok! Taksiciler bile taksimetre açmak yerine, yuvarlak bir eder söylüyor gideceğimiz yere. Turizmin merkezi sayılan bir kentimizin havaalanındaki görünüm bu. Yalnızca üzülüyoruz ülkemiz adına bu duruma.

        Neyse VİP araçların simsarlarından biriyle pazarlığa girişiyoruz. Bir yolcuya daha rastlıyoruz aynı yöne giden. Onunla anlaşıyoruz önce. Yol ederini bölüşeceğiz. Otelimiz Belek-Kadriye’de. Taşıta bindik. Yemyeşil, bin bir bereket fışkıran ovadan geçiyoruz. Üretim alanı olması gereken yerlerden oteller boy vermekte gri, soğuk yabancı. Ülkemizin en verimli, bereketli bir ovasını turizme kurban etmek nasıl bir iştir?

        Otelimize geldik taşıt yoldaşımızla söyleşerek. Biz, kapı önünde indikten sonra onun biraz daha yolu vardı. Tarsus’ta beden eğitimi öğretmeni olduğunu öğrendiğimiz taşıt arkadaşımızla vedalaşıp ayrıldık.

        Otele girip gerekli işlemleri yaptık. Odamız henüz hazır değildi. Yükçelerimizi girişte bırakarak kahvaltıya gittik. Sıkı bir kahvaltı yaptık. Bol bol çay içtik. Keyfimiz yerinde. Çay varsa sorun yok! Çay içtikçe açıldık, uykusuzluğumuzu unuttuk. Saat on bire doğru görevlilerden biri bizi aradı ve odaya taşınabileceğimizi söyledi. Biz de kalkıp eşyalarımızı alarak odamıza çıktık. Odamız, otelin arka yanına, batıya bakıyor. Arkada köy evleri var. Aramızda büyükçe bir boş arsa. Arsada otlayan koyunlar, keçiler… Toprağı didikleyen tavuklar, fiyakalı horozlar...

        Eşyalarımızı yerleştirip havuz giysilerimizi giydik. Çıkıp önce çevreyi gezdik. Neyin, nerede olduğunu öğrendik. Havuz başında yerimizi aldık. Öğlen yemeğinden sonra denize giden servis aracına bindik. Kısa bir sürede kumsala ulaştık. Kendimize güneşlenmek için uzanaklar (şezlonglar) bulduk. Havlularımızı serip gölgeye sığındık. Güneş yakmıyor, kavuruyor adeta. Deniz dalgalı… Kumsal, fırın… Yel, od esintisi yakıcı, ısırgan…

        Akşamı edemedik kumsalda. Servis aracıyla otele döndük. Duş alıp dolaşmaya çıktık. Çok geçmeden de yemeğe. “Her şey dahil” sistemi işlemekte burada. Tabaklar, tepeleme dolu. Yenenden çok, dökülen yemek var. Çöp kutuları silme dolu. Bini aşkın konuk var burada. Savurganlık dorukta; yazık, günah! Konukların çoğu yabancı. Karınlar doysa da gözler doymuyor. Sayısız yemek türü var: tatlılar, acılar, zeytinyağlılar, sıcaklar, soğuklar, mezeler, garnitürler, salatalar, kızartmalar, haşlamalar, hamur işleri…

        Onu aşkın ekmek türü var. Her ekmekten bir dilim tatmaya çalışıyor konuklar. Böylece ekmeklerin yüzde sekseni çöpte. Usumuza gelecek her türlü alkollü, alkolsüz içecek var. Yiyeceklerde olduğu kadar olmasa da içeceklerde de savurganlık söz konusu. İnsanlar çatlayıncaya dek içmekteler. Yemenin, içmenin beleş olduğu düşünülmekte. Bu nedenle de tüketmek, hepsinden tatmak zorunluymuş gibi bakılmakta her şeye.

        Masalar, dolu tabaklarla yemek yığını durumuna gelmiş. Anneler, babalar çocuklarına yemek yedirmek için uğraşıp didinmekteler. Ne yapsan boş… İnsanlar fil, çocuklar da fil yavrusu değil. Eni, boyu belli insanoğlunun.

        Görevli gençler, hiç durmadan dolaşmaktalar. Boş ya da içindekiler yenmemiş tabakları toplamaktalar. Tükenmez bir erkeyle gidip gelmekteler. Arada tabaklar, bardaklar devriliyor büyük bir şangırtıyla. Kırılan kırılana… Elde süpürge ve küreğimsiyle (faraşla) kırılan tabaklar, bardaklar hemen yok edilmekte.

        Konuklar, yemek sırasında ve yemekten sonra alkollü bir şeyler içmekteler. İçki ve aşırı yemek yüzünden olacak insanlar hemen odalarına çekilmekte. Aşırı yemek ve içki sanırım şekeri yükseltip ağırlık yapmakta. Bu nedenle uykuları gelmekte konukların. Zaten otelin çevresinde gezip dolaşılacak yer yok! Tüm gereksinimler burada karşılanıyor gece, gündüz.

        İlk gecemiz... Yorgun ve uykusuzuz. Biz de erkenden uyuduk. Sabah ola, hayrola!

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       15 Temmuz 2022

2 yorum:

  1. Turizmin durumu Antalya'da maalesef sizin yazdığınız gibi. Sadece daha çok kelle olsun da nasıl olursa olsun şeklinde bir bakış açısı var. Şehrin altyapısı, şehir içi taşımacılık çok yetersiz. Otel yemekleri özensiz. En büyük tanıtım ve kültür ögemiz olan mutfağımız özensizce sergilenmekte. Maalesef turizm plansizlik ve rantçılıkla büyüdü, dolayısıyla bundan en büyük sıkıntıyı Antalya Muğla gibi illerimiz çekmekte

    YanıtlaSil
  2. Tatillerde beni çok rahatsız eden bir durumdur herşey dahil sistemi. İnsanlar, sanki hiç doymayacakmış gibi doldurur tabağını çocukları salarlar servis alanlarına , hijyen hak getire ... Artık herşeyin ateş pahası olduğu bir zamanda acil yeni düzenlemeler olmalı bu savurganlığa...

    YanıtlaSil