9 Temmuz 2022 Cumartesi sabahı gün ışıdığında ayaktaydım.
Gece yine tetikteydim. Uyudum, uyandım Atacan’ın ateşine baktım. Her şey
yolunda gitti. Çok derin uyumakta. Kusma ve ishal epey yormuş bedenini. Olağan
durumlarda çok deli uyurdu. Yatağa sığmazdı. Dört dönerdi yatağın içinde. Bu gece
kıpırdamadan yattı.
İyi uyumadım, ancak kalkmalıyım. Bugün bayram… Kurban
Bayramı… Sabah ezanını işittim. Ancak hasta çocuğu bırakamam. Bu nedenle çok
istememe karşın bayram namazına girmedim.
Bayram, kalabalıkla güzel… En azından camide bir kalabalık
görür, bayramlaşırdım oradakilerle. Benim için de iyi olurdu. Çünkü
oradakilerden bir kişiyi bile tanımıyordum. Tanımadığım insanlarla bayramlaşma
duygusunu yaşamak isterdim. Benim için ilginç bir deneyim fırsatıydı. Ancak
çocuğu bırakamam. Ya yeniden kusarsa…
Odamızın kapısı havuz başına açılmakta. Sürgülü kapıyı açıp
dışarı çıktım. Elimde kitapla kapının önündeki bir uzanağa oturdum. Kulağım
odada, gözüm günün aydınlanmasında. Kitabı, bıraktım elimden. Gözüm Babadağ’da…
Dağın ardı ışığa kesmiş. Dağın doruğundan ışık demetleri göğe ağmakta. Güneş,
henüz kendini göstermedi. Çünkü dağın doruğuna tırmanıp tepeyi aşması gerek.
Dağ, yarı aydınlıkken yamacı aşağı indikçe karanlık
görünmekte. Alaca karanlık sanki içinde birtakım gizemler saklıyor. Yamaçlar
aydınlandıkça gizemler ortadan bir bir silinmekte. Aydınlık, karanlığı yok
ettiği gibi onun içinde saklanan korkutucu düşlemleri de ortadan kaldırmakta.
Güneş, yavaş yavaş başını çıkarmaya başladı dağın doruğundan.
Tepeler ışığa kesti. Göz kamaştırıcı bir ışık. Uzun süre bakmak olanaksız. Dağın
tepesine büyük bir ampul asılmış gibi. Güneş büyüdükçe ışığı daha da
çoğalmakta. Işık sonsuz bir erkeyle her yana yayılmakta. Gökyüzünün mavisi,
biraz açıldı gibi. Beyaz bulutlar belirginleşmeye başladı. Yelin gücüyle
yavaşça kıpırdayan bulutlar, güneşle bir ışık oyununun içinde. Güneş onları
kovalayan ateşten bir dev.
Güneş, dağları kucaklayıp koynuna alırken İlk çocukluk
günlerimden beri anımsadığım tüm bayramlar gözümün önünden geçmekte bir bir. Hele
ağız tadıyla kutladığımız bayramlar… Kalabalık ailemizde herkesin sabahın
köründe ayağa dikilmesi. Uzun süren bayramlaşmalar… Bir gün öncesinden yapılan
hazırlıklar… Tepsileri dolduran baklavalar, börekler… Kazanlarda pişen
yemekler… Bayram sabahından başlayan eş dost, konu komşu, hısım akraba
ziyaretleri… Herkesin yaşadığı yoksulluğa aldırmadan giydiği temiz ve yeni
giysiler… Yeni olmasa bile o güne özgü bayramdan bayrama giyilen kıyafetler… Kucaklaşmalar
sırasında yaşlı gözlerden dökülen inci taneleri… Bulutlanan gözler,
titreyen dudaklar… Geciken akrabaları merak ettiğini belli etmemeye çalışan
yaşulular… Gözlerini evin çevresindeki patikalardan ayırmayan nineler… Bahçedeki
ulu ağaçların yıkılmaz dallarına çocuklar için kurulan kendir ipinden salıncaklar…
Avlularda ardı arkası kesilmeyen çocuk çığlıkları… Bakır sinilere çarpan kaşık
ve çatalın ritmik sesleri… Sininin çevresine herkes oturup sığsın diye büzülen
anneler, babalar, büyükler… Kurban etinden yapılan ilk kavurmanın doyumsuz tadı…
Yoksul komşunun onurunu kırmadan ona verilen armağanlar, kurban etleri…
Çocuklara dağıtılan akide şekerleri… Şekerlerin keyiflendirdiği yüzler… Şekeri
ağzında emmeyi beceremeyip çatır çutur dişleriyle kırıp yiyen küçük çocukların,
şekerim bitti, diye ağlamaları… “Şekeri çiğneme dişini kırarsın.” diyerek
çocukları uyaran büyükler… Ninelerin sandıktan dişsiz ağızlarıyla gülümseyerek çıkarıp
çocuklara özenle verdikleri kokulu elmalar... Daha neler, neler…
Usumda fırtınalar kopmakta. Ben, Babadağ’ın ardından doğan
güneşe baktıkça usumdan bir yel esintisiyle geçip giden geçmişim. Şimdi hiçbiri
yanımda yok! Onların hepsi Kaf Dağının ardında, bir buğulu camın görüntüsünde.
Güneş yükseldikçe gökyüzünde, benim anılarımı alıp
götürmekte. Anılarım, güneşle gökyüzünün sonsuzluğuna ağarken ben, yaşadığım
gerçekliğe dönmekteyim. Önce Ankara’da yaşamakta olan annemi aradım. Bayramını
kutladım. Kutladım mı, kutlamadım mı bu biçimde onun da farkında değilim.
Gözlerindeki buğuyu düşledim, sesindeki titrekliği işittim. İşitince de yüreğimde
fırtınalar koptu. Telefonu kapatınca oturduğum yere çakılı kaldım. Uzun süre kıpırdamadım.
Annemle ilgili anılarım, bir film gibi geçiyor gözümün önünden. Verdiği
emekleri üst üste yığsam Babadağ’ın doruğunu aşıp gider. Bize verdiği sevgiyi
hiçbir şeyle kıyaslayamam. Onun büyüklüğü, evrene sığmaz.
Yerimden kalkıp odaya girdim. Derin bir sessizlik var.
Kahvaltı zamanı çoktan gelmiş. Bizimkiler mışıl mışıl uyumakta. İkisini de
uyandırdım. Uyuyan birini uyandırmak en nefret ettiğim iştir. Kıyamam uyuyan
birine. Ancak Atacan’ın ilaç içmesi gerek. Eşim de kahvaltıya yetişmeli. İkisi
birden uyandı. Çocuğun bitkinliği geçmemiş. Birlikte kahvaltıya gittik. Buradaki
garsonlarla tek tek bayramlaştık. Kimi elimi öpmeye kalktı, öptürmedim. Hepsi
gurbette, sıla özlemleri derin. Benim onlarla bayramlaştığımı görünce belki de
sıladaki büyüklerini düşündüler. Böylece içlerinde fırtınalar kopmuş olabilir. Bu
sabah da bir lokma yemedi çocuk. Bir bardak ballı çay içti. Garsonlar
çevresinde dört dönüyorlar bir şeyler yesin diye. Ama yok, yok, yok! Buna
karşın ilaçlarını içirdim ona.
Kahvaltıdan sonra havuz başında güneşlendik biraz. Ardından
üçümüz birden yüzdük. Çocuğun yüzmesi güzel… Bu, bitkinliğini üzerinden
attığının bir belirtisi. Yüzmesini istiyorum, belki iştahı açılır yemek yer
diye. Nafile…
Öğle yemeğine gittik. Yine bir şey yemedi çocuk. O
tabağındaki yemeklere, yemekler de ona baktı. İlaçlarını içirip kalktık.
Çarşıya yürüdük. Bir de gündüz gözüyle görelim bakalım. Geceki kokuşmuşluk,
çürüme var mı diye. Gündüz sessizlik egemen çarşıya. Esnaf müşteri peşinde. Sahile
indik. Paraşütçülerin inişlerini izledik bir süre. Birkaçıyla söyleştik.
Ardından kumsala yürüdük. Bir şemsiye altındaki uzanağa oturup denizi izlemeye
başladık. Hemen yanı başımıza iki kişi geldi. Para istiyorlar. Şemsiyenin
gölgesinde uzanağa oturmak paralı. Gençlerle biraz söyleştik. Onlara takıldım.
Ardından kalkıp gittik. Yasal olarak halkın olan kumsallar, halka paralı…
Birileri, milletin kumsalında milletten para almakta. Bu, haksız kazanç değil
de nedir?
Otele döndük. Odamızın önündeki uzanaklara uzanıp bir şeyler
içmekteyiz. Bir yandan da söyleşmekteyiz. İkindi vakti… Havuzdan birkaç adım
uzaklıkta Trabzon hurmaları var. Yeşil meyveleri dallar taşıyamıyor. Bir aile
ağacı incelemekteler. Az sonra bize doğru yürüdüler. Önce “İyi bayramlar…”
dedim onlara. Sonra da meyvenin adını söyledim: “Trabzon hurması…” Ailenin
erkeği karşı çıktı: “Buna Gürcü hurması denir.” dedi. İçimden kahkaha atmak
geldi, ama olmaz. Yeni gördüğüm insanlar bu kişiler, yakışık almaz.
Hemen sordum: “Siz Rizeli misiniz?”
“Evet!” dedi adam.
Nereden mi bildim? Rizelilerin hepsinde olmasa bile
çoğunluğunda Trabzon’a karşı rüştünü kanıtlama isteği var. Oysa kültürler aynı…
Rize, yıllarca Trabzon’un bir ilçesi, bir sancağı olmuş. Yörenin deyişiyle aynı
tavanın balığı iki kent.
Neyse sözü uzatmayalım. Yanımızda yer açıp buyur ettik bu
güzel aileyi. Önce Metin Yardımcı Bey ile tanıştık, sonra eşi Fatma Hanım ve
kızları üniversiteli Petek’le. Söyleştik dereden tepeden. İçten insanlar. Akşam
yemeğine birlikte gittik. Yemekten sonra gece yarısına dek bir şeyler içip
söyleştik odaların önünde. Bu arada Metin Beylerin de oda komşumuz olduklarını
belirteyim.
Bir Trabzon hurması, bize bir dost aile kazandırdı. Ah, sen
nelere kadirsin Trabzon…
Adil Hacıömeroğlu
25
Temmuz 2022
Kumsallar değil de şezlonglar paralı hocam. 5 m boşluk bırakmak şartıyla plaj işletmelerinin şezlong masa vs koyma hakkı var. O 5m'ye siz kendi şemsiyeniz veya oturağınızla oturursanız kaldırma hakları yok
YanıtlaSilAyy yazıktır Atacan’a, bir an önce iyileşir umarım.
YanıtlaSilTrabzon hurması, Trabzon kokulu üzümü deyince benim şehrimdeki Rize ve Artvin’liler de hemen tepki veriyor. Halbuki Samsun’dan Batum’a kadar Trabzon ilçeleri buralar. Rus işgalinde Rize tek kurşun atmadan düşman askerini geçirmiş derler. Bir komşum var Rize’li “Büyükler şimdi Of’lular düşmana geçit vermez deyip ağaçlara tırmanarak Of’taki mücadeleyi izlemeye çalışırlarmış.” diye anlatıyor.
Nedense rakip görüyor veya kendilerini öne çıkarmaya çalışıyorlar.
Çaykaralı gibi. İyi bir şey yapınca Çaykar’alıyım, kötü yapınca Of’luyum dermiş.😜
Ülke tarihine yön veren, son Roma imparatorluğu Trabzon. (Ama son zamandaki Of’lu siyasilerden ben de şikayetçiyim.)☹️
Şükran Balekoğlu Yamak