3 Temmuz Pazar günü… Sıcak bir sabah… Otelin içi serin
iklimleme aracı nedeniyle. Dışarda sanki bir alev kazanı var. Biz de onun
içinde kaynamaktayız. Yel esmiyor. Esince de sıcak bir dil gibi yalamakta
bedenimizi. Bu durumdan kurtulmanın en iyi yolu havuza girmek. Ancak akşama dek
suların içinde kalmak da olmuyor.
Otele girip çıkanlar çok. Çıkıp gidenlerin yerine yeni konuklar
gelmekte vakit yitirmeden. Ayrılmakta olanlar, yükçelerini yapının girişindeki
boş alana yığıyorlar. Kahvaltıyı yaptıktan sonra, bir de öğlen yemeği yemek
için ayak sürümekteler sağda solda.
Oteldeki kalabalık dinmiyor hiç. Otel çalışanları, otomatik
bir makine gibi. Herkes işini yapıyor durmaksızın. Tıkır tıkır işlemekte makine
kollarını her alana uzatarak. Çalışanlar arasındaki işbölümü çok güzel.
Herkesin sorumluluk alanı belli.
Alışkanlığımdır tanıyayım, tanımayayım sabahları herkese bir “Günaydın!”
derim. Günün diğer zamanlarında da selam vermeyi unutmam karşılaştığım
kişilere. Oteldeki yabancılara da Türkçe “Günaydın!” demekteyim. Bunu bilerek
yapıyorum. Anlamadıklarında onlara demek istediğimi açıklıyorum. İlerleyen
günlerde sabahleyin karşılaştığım bazı yabancılar gülümseyerek bana “Günaydın!”
diyorlar. Adamlar ülkemizde bunca zaman kalsınlar, ama bir tane Türkçe sözcük
öğrenmeden gitsinler olur mu hiç?
Çalışanlara karşı duyarlıyım oldum olası. Büyük emek
harcıyorlar bizim rahatımız için. Dinlencemizin mutlu, sağlıklı, iyi geçmesinde
büyük pay sahibiler. Onların işlerini kolaylaştırmak bizim insanlık görevimiz. Ne
yazık ki birçok kişi, çalışanları kölesi olarak görmekte. Onların emeğine,
kişiliğine saygı duymamaktalar. İşte, beni kızdıran en önemli konulardan biri
bu. Bir kişi, kendine hizmet eden kişilerle iyi geçinmeli. Onların emeğine
değer vermeli.
Otel çalışanlarının çoğu pırıl pırıl gençler… Hepsi ekmeğinin
peşinde… Birçoğu üniversite öğrencisi… Bazıları bu yıl girmişler sınava, sonucu
beklemekteler heyecanla. İlk gün tanıştığımız Buse adında esmer güzeli bir kız
var. Burdur-Bucaklı aile kökeni… O da bu yıl üniversite sınavına girmiş. Yaşına
göre çok olgun… Birkaç gün içinde ailemizin bir parçası durumuna geldi.
Ayaküstü söyleşiler yapmaktayız onunla. İşine bağlı… Kazanıp biriktireceği üç
beş kuruş, belki de onun kazanacağı üniversitede harçlığı olacak. Onu aylarca
idare edecek.
Buse ile tanıştıktan bir gün sonra Ali adında bir gençle
tanıştım. Mersinli Yörük olduğunu söyledi gururla. Pehlivan yapılı bir genç…
Gözbebekleriyle gülen bir adam. Buse’nin erkek arkadaşıymış. Geleceğe yönelik güzel
düşleri var. Sonradan Buse anlattı. Ali’nin ailesinin ekonomik durumu çok iyiymiş.
Burada çalışmaya gereksinimi yokmuş. Çalışmasının tek nedeni, Buse. Ona yakın
olmak için sevda çilesi çekmekte otelde çalışarak. Demek ki Kerem ile Aslıların,
Ferhat ile Şirinlerin soyu tükenmemiş. Ali, Ferhat’ın yürekli torunlarından.
Buse, Ali’nin özverisinin farkında. Bu nedenle “Ali…” denince gözlerinin karası
parlak laciverte dönüşmekte, dudakları titremekte.
Bugün Kırkpınar güreşleri var. Yarı finale dört pehlivan
kaldı, üçü Antalya bölgesinden. Otelin dalanında (lobisinde) bir şeyler içiyorum,
keyfim yerinde. Telefonda anlaşılmaz bir yabancı müzik çalmakta. Görevliye: “Bugün
Kırkpınar yağlı güreşlerinin finalleri var. Yarı finaldeki dört güreşçiden üçü
Antalya bölgesinden. Üstelik dünyanın en eski spor düzenlemelerinde biri. Bu
yıl 661.si yapılmakta. Hem ülkemizi hem de Antalya’mızı tanıtmak için iyi bir
fırsat. Televizyonlarda güreşleri açalım. Konuklarınız izlesinler. Üstelik
yabacı gezginler hem geleneksel sporlara hem de özgün halk kültürlerine ilgi
duymaktalar. Hem işletmeniz hem de ülkemiz açısında iyi bir tanıtım olur.” dedim.
Görevli: “Bir sorayım.” dedi.
Görevlinin yanıtından, duruşundan isteğimin olmayacağını
anladım. Zaten olmadı da. Ben de odama gidip final güreşlerini izledim. Otellerin
ülkemizin tanıtımı konusunda duyarlı olmalı. Bu tanıtımların belli bir
izlenceye bağlı olarak yapılması büyük yarar getirir.
661. Kırkpınar yağlı güreşlerini başpehlivanı otelimizin
bulunduğu Serikli Cengizhan Şimşek oldu. Keşke açsalardı televizyonu da Serikli
yiğidi herkes izleseydi.
Akşam yemeğinden sonra konser vardı. İki Rus kadın sanatçıyı
dinledik. Biri söyledi, diğeri keman çaldı. Eşlik eden iki erkek çalgıcı da renk
kattı konsere. İki gün önce de Türk sanatçılar vardı sahnede. Gece, havuz başında
müzik dinlemek güzel… Arada yıldızların göz kırpması geceyi anlamlandırmakta. İstanbul’da
belki de en çok özlemini çektiğimiz yıldızları görmek. Her yan ışıl ışıl
olduğundan ne yazık ki gökyüzündeki güzellikleri göremiyoruz. Bizim için bu,
büyük yitik…
Adil Hacıömeroğlu
17
Temmuz 2022
Tanıtacağımız kültürel öğeler bolca ama kim tanıtacak? Rus misafire Rusça müzik dinletmek aslında turizmin özeti. Turistler kendilerini evlerinde sansın gibi bir zihniyetle yapılıyor bunlar.
YanıtlaSil22 yıl önce ailece ilk dinlencemize çıkmıştık. 2021 yılına dek zaten bir dahada olmadı. Geçen yıl bu şansı yakaladık. Ve eşimle ilk kez birlikte dinlenceye çıktık. Oteli aile işletiyordu. Yemekler kayınvalidem. Eş , kayınbaba, anne, baba. Hepsi orada. Osmanlı'nın sürdüğü Türklerden. Onlara göçmen demek kanımca doğru değil. Anadolu'nun sahibi gerçekte onlar. Yaşanan sıcaklık harikaydı. Daha iyisi kesinlikle olabilir. Ancak aile işletmeleri sanki daha iyiymiş gibi. Bu yılda bir dost önerisiyle Fethiye'de yer ayırttım. Onlarda aile görüştük. Umarım geçen yılı sıcaklık açısından görürüz. Ülke olarak halet-i ruhiyemiz göçtü, göçertildi. Her alanda devrim koşul. Teşekkür ederim Değerli Hocam
YanıtlaSil