İkindi olmak üzereyken Saklıkent’ten döndük. İndiğimiz yerden
Kayaköy dolmuşlarına bindik. Aslında bu dolmuşlar, Ölüdeniz’e gidenlerden... Dolmuşların
bir bölümü dönüşümlü olarak Kayaköy’e gitmekteler. Ödenen para aynı Ölüdeniz’le… Nakit ödersen 23
TL, kredi kartıyla 17 lira 95 kuruş… Doğaldır ki üç kişi olduğumuzdan kredi
kartıyla ödememizi yaptık. Türkiye’nin her yerinde öğrenciye indirim var
dolmuşlarda, burada yok. Bu nedenle Atacan’a da tam ücret ödedik her gezimizde.
Yol boyunca doğayı, evleri insanları gözledik. Hisarönü’nde
sağ yana saptık. Burada Ölüdeniz’le yolları ayrılıyor Kayaköy’ün. Buradan beş
kilometrelik bir yol var. Her yan yemyeşil… Bereketli toprak, çiftçinin emeğinin
karşılığını ürün olarak vermiş ona. Sürücümüz, Turgut Ünlükaya… Konuşmayı,
anlatmayı seviyor. Sıcak, dost bir adam… Yanında oturduğumdan her soruma yanıt
vermekte bıkıp usanmadan. Dolmuşlardaki ödemenin sırrını da ondan öğrendim.
Bunu, daha sonra anlatacağım.
En sonunda Kayaköy’e girdik sağımız solumuz dükkân… En çok da gözlemeci var. Anı eşyalar satılan açık
hava dükkânları da bulunmakta. Gözlemeleri değişik buranın. Tam buğday unundan
yapmaktalar. Yani esmer undan…Gözlemelerde değişik sebze ve otlar
kullanılmakta. Burası bir açık hava müzesi… Satıcıların arasından girişe yürüdük.
Girişte bir memur var. Biletlerimizi alıp içeri girdik. Kısmen bozulmuş taş yoldan
dimdik yokuşa tırmanmaya başladık. Sağımız solumuz taş evlerle çevrili. Birden
önümüze bir tabela çıktı. O da ne? “Erkek okulu…” Osmanlının son dönemlerinde
bu köyde okul var. Hem de bir tane değil. Acaba o dönemde Anadolu ve Trakya’da
Türklerin yaşadığı kaç köyde okul bulunmaktaydı? Sorunun yanıtını düşünerek yan
yollara saptık. Önümüzde kocaman bir kilise... O da taştan… Ancak onarım
çalışmaları olduğundan bahçe kapısı kilitli. Bu nedenle içeri girip gezemedik.
Tepeye çıktık. Aşağıdaki görünüm olağanüstü. Bir de nasıl havadar burası…
Konutların hepsi dikdörtgen biçiminde. Genellikle iki katlılar…
Ender olarak üç katlı olanlar var. Evler, ortalama elli metre kare… Konutların
yapımında inanılmaz us, bilim ve duygudaşlık ilke edinilmiş. Hiçbir konut,
diğerlerinin yelini, güneşini kesmiyor. Her ev, yelden de güneşten de eşitçe
yararlanıyor. Her ev, aşağıdaki tarım alanlarını görmekte. Bu nedenle konutlar
birbirlerinin görüş alanlarını kapatmamış. Yapıların kapı, bakacak ve çatıları
ahşaptan olduğundan doğanın yıpratıcı etkisine yenik düşmüşler. Bu nedenle
gezdiğimiz evler dört duvardan ibaret. Köyde, 760 yapı Kültür Bakanlığınca
tescillendi. Burası koruma altında. Tarihi M.Ö 3000’lere dayanan bu köyde
zamanında üç bin beş yüz ev varmış. Koruma altındaki yapılar, doğal etkenler
yüzünden iyice yıpranmış durumdalar.
Kayaköy’ün eski adı, Levissi… Burada on dört şapel, iki
kilise, iki okul ve bir gümrük yapısı var. Yaklaşık yirmi beş bin kişinin yaşadığı
bir yerden söz ediyoruz. Ayrıca köyde yaşayanların gereksinmelerini karşılamak
üzere çok sayıda dükkân bulunmakta. Buraya bu durumuyla köy demek yanlış. Zamanın
ölçülerine göre orta büyüklükte bir kent… Burada yaşayan Rumlar, mübadeleyle
Yunanistan’a göçmüşler. Onların yerine Batı Trakya'dan Türkler gelmiş. Türkler,
bu köyü beğenmiş, ovada yerleşmişler. Onların evleri, şimdi tarım alanlarının
içinde.
Kayaköy’ün eski yerleşimcileri, tarımla geçindikleri için
ekili dikili alanları korumak amacıyla evlerini dağın yamacına yapmışlar. Hem
depremden, selden hem de sivrisineğin yol açtığı sıtmadan korunmuşlar. Bu yolla
tarım alanlarını yapılaşmaya açmayarak ekmek yedikleri toprağı korumuşlar. Günümüzde
tarım alanlarını kentleşmeye, yazlıkçılara açanların ders alacağı bir örnek bu.
Özellikle belediye yöneticilerinin Kayaköy’den öğreneceği çok şey var.
Taş yoldan yukarıdaki en yüksek tepedeki şapele ulaştığınızda
buradan Soğuksu Koyu’nun görünümüne doyum olmuyor. Uzak, yüksek bir tepeye
ibadethane yapmak Hıristiyanlar da hep var. Tanrı’ya ibadet etmek için insanlar
özveride bulunsun, biraz da zorluk çeksin diye düşünmüş olabilirler o zamanın
insanları. Ancak ilk Hıristiyanlar, dönemin pagan yöneticilerinden korunmak
için saklanma gereksinimi duymuşlar biraz da.
Kayaköy’den dönüşte bindiğimiz dolmuşun sürücüsü Engin Çelik,
tepedeki şapele gece, gündüz nöbetçi bırakıldığını ve bu nöbetçilerin köye
yapılacak deniz korsanlarının baskınlarını haber verdiklerini anlattı bize.
Demek ki bu şapelin gözetleme kulesi olma özelliği de var.
Engin Çelik, genç, yakışıklı, saygılı, içten biri… Aslen Aydınlı,
ancak Kayaköy’den evlenince hanım köylü olmuş. Durakta Muğlalı olmayan tek
sürücü sanırım o. Çünkü paraya tamah edip plakaları satmak dolmuş sahiplerinin
yeğledikleri bir durum değil. Satmak zorunda kalırlarsa yine çevrelerinden
birini yeğlemekteler. Gördüğümüz kadarıyla Engin, durumundan memnun ve mutlu. Kayaköy’le
ilgili söyleştik kendisiyle. Ancak yolumuz uzun sürmedi. Hisarönü’nde indik
arabasından. İnmeseydik kim bilir neler öğrenecektik ondan?
Kayaköy korunmalı. Buranın tarihsel dokusu bozulmadan bir
konaklama yerine dönüştürülebilir. Çünkü boş, çatısız yapıları korumak hem zor
hem de yüksek maliyetli… Kayaköy’ü yerli yabancı herkes görmeli. Görmeli ki
ders çıkarmalı yapılaşmayla ve kentleşmeyle ilgili. Komşu hakkının ne demek
olduğunu kavramalı gezip görenler. Komşunun yeline, güneşine, görünümüne engel
olamayanlar onun malına da göz koymaz.
Otele
döndüğümüzde gezdiğimiz düş kentin etkisindeydik. Gözümün önünde orada
yaşayanları canlandırmaya çalıştım uzun süre. Aslında düşler bir tansık değil
midir? İşte, Kayaköy de günümüz insanının akıl erdiremeyeceği bir tansık olarak
orada durmakta.
Adil
Hacıömeroğlu
30
Temmuz 2022
Kayaköy güzel bir yer, ancak ben gittiğimde bakımsızdı. Daha güzel yapılmışsa ne mutlu
YanıtlaSilOoooooffffff ooooooffffff Hocam. 900 ev... Tapınma yerleri, okullar, doğallık, doğaya saygı.... Ne ararsanız varmış. Çok teşekkür ederim Değerli Hocam. Görkemli bir yazı.
YanıtlaSil