10 Temmuz Pazar… Bayramın ikinci günü… Yine erkenciyiz. Bugün
buradan ayrılıp Hisarönü’nde başka bir otele taşınacağız. Bir yıl önceden böyle
ayarlamış eşim, dinlence izlencemizi. Kahvaltıyı ivedilikle bitirip havuzda az
da olsa yüzmek istiyoruz. Eşyalarımızı toplamayı, kahvaltı sonrasına bıraktık. Öğle
yemeğinden sonra ayrılacağız güzel meyvelerle dolu bahçeden.
Kahvaltılıklarımızı alıp masaya oturduk. Çayları doldurdum. Atacan
ballı çayını yudumlamakta. Ancak önündeki tabağa yan gözle bile bakmıyor. Israrlarımıza
dayanamayarak bir dilim peynir yedi. Diğer yiyeceklere dokunmadı. Demek ki
midesi kendine gelememiş hâlâ.
Çaylarımız bitince ikincileri doldurmaya gittim. Çay tükenmiş.
Önceki günlerde de karşılaşmıştık böyle durumlarla. Çay makinesinin yanında
sallama çay var, isteyen onlardan içmekte. Görevliye yeniden çay demlemeleri
gerektiğini söylüyoruz. “Patron, ikincisini demlememize izin vermiyor.” diyerek
yanıtlıyor bizi. Bu durum karşısında yerli ve yabancı gezginler homurdanıp
karşı çıkıyor otelin konukları. Homurtu yükselince ikinci kez çay demleniyor.
Yabancı gezginler de bizler gibi demlemeye çay içmeye alışmışlar
çoğunlukla. Sallama çaydan zevk almıyorlar. Bu, ülkemiz adına çok güzel. Demek
ki gezginlik sayesinde günlük alışkanlıklarımızı, kültürümüzü az da olsa
yabancılara benimsetebiliyoruz. Bu, güzel bir şey…
Yaşamım boyunca birçok otelde kaldım. Değişik yerlere gittim.
Böylesi bir işletme görmedim. İşletme çok güzel bir yer. Daha önce söz etmiştim
bu durumdan. Ancak işletme anlayışı sıfır. Nasıl mı? İnsanların çoğu aile
olarak gelmişler yabancı ya da yerli fark etmiyor. Zamanla yeni dostluklar
kuruluyor. “Her şey dahil” sistemiyle çalışan bir yer burası. Aileden biri,
içecek almak için giderse yalnız bir içecek alabiliyor. Eşine ve çocuklarına
verilmiyor içecek. Hele birlikte havuz başında oturduğunuz dostlarınıza da
almak isterseniz kesinlikle verilmiyor. Çalışanlara bu saçmalığın nedenini
sorduğumuzda patronun buyruğu olduğunu söylemekteler. Bu yasağı uymayan çalışanını
otelin konuklarının gözü önünde payladı patron. Bu konu çoğu zaman konuklarla çalışanlar
arasında tartışmalara neden olmakta. Daha birçok saçma sapan uygulamalar var. Bu
arada otelin çok temiz olduğu söylenemez. Önce eşimi eleştirmiştim neden aynı
yerde iki otel ayarlayarak dinlencemizi bölüyor diye. Bu otele ilk geldiğimizde
bahçeyi gören eşim olağanüstü mutlu olmuştu. Kendine de kızmıştı, buradan
ayrılıp başka otele gitmek zorunda kalacağımız için. Hatta tur şirketiyle
görüşüp diğer oteldeki kalma süremizi burada geçirip geçirmeyeceğimizi sordu.
Bu konuda epey uğraşıp didindi. Şimdi bu yaşadıklarımızdan sonra “İyi yapmışsın.”
diyerek yaptığını onaylamaktayım.
Dün akşam tanışıp dost olduğumuz Rizeli Yardımcı ailesi,
henüz kahvaltıya gelmedi. Çok geç yatmıştık, demek ki uykularını alamamışlar.
Bir de yol yorgunlukları var doğal olarak. Onları bekleyeceğiz diye kahvaltımız
uzadı. Baktım ki kahvaltıyı kaçıracaklar telefon edip uyandırdım onları. Kalkıp
geldiler. Masamıza oturdular. Söyleşerek kahvaltıyı bitirdik.
Kalkıp hep birlikte havuza gittik. Yüzüp güneşlendik. Bu
durum öğle yemeğine dek sürdü. Fırsat bulup odamızı toplayıp boşalttık.
Yükçelerimizi otelin girişine bıraktık. Birlikte yemeğe gittik. Söyleşerek
karnımızı doyurduk. Bu yemekte birbirimizi daha iyi tanıdık. Yemek sonrası bir
şeyler içerek söyleşimiz sürdü havuz başında. Nedense insanlara kolay
alışıyoruz. Onlarla azcık içli dışlı olunca ayrılmak istemiyoruz bir türlü. Dost,
içten bir aile… Metin Bey’le aynı tavanın balığıyız ne de olsa. Toprağımız,
suyumuz, havamız, yağmurumuz, denizimiz aynı…
Söyleşi güzel, güzel olmasına da bizim ayrılıp yeni otelimize
giriş yapmamız gerek. İkindi vakti Yardımcı ailesiyle vedalaştık. Metin Bey, ısrarla
kendi arabasıyla bizi götürmek istedi. Kabul etmedik. Çünkü dinlenmeye
gelmişler. Onları havuzdan ayırmayalım dedik. Otel çalışanlarıyla tokalaşıp
ayrıldım. Taksi çağırdık. Ancak taksilerin neredeyse hepsi dolu. Otelin önünde
beklemekteyiz. Taksi durağındaki görevli, taksilerin hep dolu olduğu söyleyip şu
kadar dakika sonra bize taşıt göndereceğini söylüyor. Ancak bir türlü taşıt
gelmiyor. Derken bir taksi geldi. Önümüzde durdu. Nereye gideceğimizi sordu. Bizim
hem yakın bir yere gideceğimizi hem de Türk olduğumuzu anlayınca müşterisinin
beklediğini söyleyip gitti.
Beklememize karşın taksi gelmeyince yakınımızdan geçen
anayola yürüyelim dedik. Ölüdeniz’e gidenler, uzun kuyrukta ilerlemeye
çalışmaktalar. Üç gündür bu yol böyle. Büyük kentler, akın akın akmakta dinlence
yerlerine. Tam yola yaklaşmışken eşim, bir ticari taşıta el etti. Araç durdu.
Eşim gideceğimiz yeri söyledi. Oradan geçiyorsa bizi götürüp götürmeyeceğini
sordu. Sürücü “Tamam…” dedi. Atacan’la ben, hızlanarak arabaya yetiştik. Yükçelerimizi
yüklüğe koyduk. Eşimle Atacan arka koltuğa, ben de öne oturdum. Oturur oturmaz
söyleşimiz başladı sürücüyle. Neredeyse akraba çıkacağız. Ancak yol kısa… Sürücüyle
dünya görüşlerimiz aynı. Geçmişte aynı siyasal partide görev yapmışız.
Söyleşiye öyle dalmışız ki gideceğimiz oteli neredeyse geçip
gidecektik de eşim fark edip durmamızı söyledi. Sürücümüz durdu. Para almasını
önerdim, kesin bir dille reddetti. Sürücümüzün adı, Cüneyt Güleç… Kırıkkaleli… Ölüdeniz’de
bir otelde teknik sorumlu olarak çalışmakta. Dost bir adam…İçten, güler yüzlü…
Telefonlarımız alıp verdik. Taksici şerrinden bir hayır doğdu ve Cüneyt’le
tanıştık. İyi ki de taksi bulamamışız. Bu
toplumda Cüneytleri tanıdıkça insanlığımızın her türlü saldırıya, tüm liberal
çürütme çabalarına karşın ölmediğini anlamaktayız.
Cüneyt’le vedalaşıp otele yürüdük. Zaten otelin tam önünde
inmiştik. Girişimizi yaptık. Çalışanlarla sıcak, kısa bir söyleşide bulunduk. Birer de çay içtik. Sonrasında odamıza çıktık.
Yükçelerimizi bıraktık. Otelimiz Babadağ’ın eteğinde. Odamız, dağa bakmakta, ne
güzel. Diğer bir camdan baktığımızda Mendos Dağı sere serpe uzanmış yatmakta
tüm görkemiyle.
Odadan çıkıp çevreyi gezdik. Otelin bahçesi sanki bir şeftali
bahçesi. İlk kez gördüğümüz ve beğendiğimiz bir çiçek ilgimizi çekti. Aşevinde
ara öğün var. Gittik bir şeyler aldık. Çayları getirdim. Bir yandan
söyleşiyoruz diğer yandan da çaylarımız içiyoruz. Ortalıkta bir çalışan
dolaşmakta. Güleç bir kız… Aynı zaman da konuşkan… Masamıza geldi. Boş çay
bardaklarını alırken konuştuk. Konuşmasından yerdeşim olduğunu anladım. Sordum
nereli olduğunu, Sürmene-Köprübaşı, dedi. Ben de nereli olduğumu söyleyince çok
mutlu oldu. Esma Özdin, Kocaeli’de bir üniversiteli… Yazları çalışarak alınteriyle
harçlığını kazanmakta. Böyle gençlere şapka çıkarıyorum her zaman. Yaşamın
içine girerek eşsiz deneyimler edinmekteler. Bu gençlerin, geleceğin Türkiye’sine
damga vuracaklarını düşündükçe umutlarım artmakta.
Akşam yemeğini yedik Babadağ’dan inen serin yelle. Keyfimiz
yerinde. Burası oldukça düzenli ve temiz. Görevliler arı gibi… Yel gibi gelip
yel gitmekteler masalara. Yemekte aşçılar, sıcak yemeklerin başında. Aşçılar,
yemekleri sıradaki tabaklara kotarmakta. Yemekler lezzetli… Zeytinyağlılar
oldukça çok. Benim en sevdiğim yemekler zeytinyağlılar… Atacan az da olsa yedi bir
şeyler. Bu, çok iyi…
Yemekten
sonra biraz gezinip geldik. Aşevinde bir masaya oturup içecekler aldık. Az
sonra dansöz çıktı sahneye. Bu akşam eğlence var. Türk gecesi yapıyor otel. Dansözden
çok konuklar oynamakta. Bu arada Atacan da kurtlarını döktü. Gece yarısı
odamızdaydık. İklimlendirmeyi çalıştırmadım. Bakacakların hepsinde sineklik
var. Hepsini açtım. Dağdan küfül küfül yel esmekte. Uyuduk esintinin
serinliğinde. Bu yaz ilk kez terlemeden uyudum.
Beni mutlu eden dağdan esen serin yel. Eskiler: “Tebdili mekânda
ferahlık vardır.” sözünü boşuna söylememişler sanırım.
Adil
Hacıömeroğlu
26
Temmuz 2022
Bakacak, yüklük, uzanak... Öğreniyoruz biz de sayenizde 😊
YanıtlaSilHocam özellikle Türkçe'ye bağlılığınız için çok teşekkür ederim. Saygıdeğer Odhan Beyde bunu yakalamış. Oradaymışız, duygusu ile okunan gezi yazılarınız. Varolun
YanıtlaSil