13 Temmuz Çarşamba… Heyecanlı, güneşli bir sabah. Saklıkent’e gideceğiz bu sabah. Erkenden gerekli hazırlıklarımızı yapıp çıktık otelden. Önce Fethiye’ye giden dolmuşlardan birine bindik. İndiğimiz yerden de Saklıkent dolmuşuna geçtik.
Bindiğimiz dolmuş Fethiye ilçe merkezini neredeyse baştan
sona gittikten sonra Antalya yoluna girdi. Verimli bahçe ve tarlaların içinden
geçip gitmekteyiz. İndi bindi çok… Yol üstündeki köylere gidenler de bu
dolmuşlardan yararlanmakta. Dolmuştakilerin çoğu yurttaşımız. Birkaç kişi var
yabancı gezgin. En sonunda Seydikemer’e geldik. Yeni bir ilçe… Fethiye’den
ayrılmış. İlçe merkezi, düzlük bir alana yayılmış. Yeni yapılar çok. İlçe
merkezi hızlı büyüyen yerlerden. Verimli bir arazinin ortasında. İlçe merkezi
büyüdükçe tarım alanları azalmakta. Ülkemizin her yerinde olduğu gibi burada da
verimli tarım alanları, yapılara feda edilmiş.
Atalarımız, yerleşim yerlerini dağ yamaçlarına kurardı.
Kayalık zeminde yapılan yapılar depreme karşı önemli bir koruma sağlamaktaydı.
Bu yapılaşma biçimi selden korunmanın garantisiydi. Ayrıca bu tür yerleşimler,
yazın sıcağında ovalardan esen yelle serinlerdi. Bu anlayış, giderek terk
edildi. Dağ etekleri bomboş dururken verimli araziler, alüvyonlu ovalar
yapılara teslim edildi. Seydikemer, bu gidişle daha da büyüyüp yayılacağa benzemekte.
Fethiye ile Saklıkent arası kırk altı kilometre. İndi bindi
çok olunca yol uzadıkça uzuyor. Hava sıcak... Dolmuşun iklimlendirmesi
çalışmıyor. Öndeki iki cam açık. Ancak bu camlardan giren yel, yolcuları
serinletmeye yetmiyor. Bu nedenle yolculuk çekilmez durumda.
Seydikemer’in içinde yer aldığı düzlük alandan Saklıkenet’e
doğru ilerlerken yol boyunca köyler (Büyükşehir yasasına göre mahalle oldular.)
var irili ufaklı. Köyler bakımlı, düzenli… Arazi çok düz değil, dalgalı bir
toprak uzanmakta altımızda. Ovanın genel bir adı yok! Köylerin çevresindeki
araziler, köylerin adıyla anılmakta. Ovanın adını telefonla konuştuğum Kadıköy
Mahallesi muhtarı Kemal Küçüktürkücü’ye sordum. O da bilgilerimi doğruladı.
Küçüktürkücü çiftinin 2019 seçimlerinden sonra üçüncü çocukları doğmuş. Ona “muhtar
çocuğu” diyorlar.
Çiftçimiz, dur durak bilmeden her şeye karşın üretmekte. Yol
boyunca köylülerin satış yerleri var. Bazıları küçük aşevlerine dönüşmüş. Neredeyse
hepsi gözlemeci. Gözlemecilerin yanı sıra başka yöresel lezzetler de sunulmalı
buralarda. Unutmayalım ki bir çiçekle yaz gelmez.
Büyük kentlerden gelerek buralardan arazi alıp ev yaptıranlar
var. Yazlıkçılar yüzünden kıyılarımızdaki verimli arazileri feda ettik betona.
Bu güzel ovaları koruyalım, birtakım varsılların yaz aşklarına kurban etmeyelim
bin bir bereketli güzel toprakları. Bu nedenle çitçiye devlet desteği gerekli.
Desteklenen çiftçi, toprağına tırnaklarıyla yapışır. Düğün, nişan yapacağım
diye toprağını satmaz.
Saklıkent’e ulaştık en sonunda. Dolmuştan inip gişelere
yöneldik. Çok beklemeden yürüdük su yolu boyunca. Kanyona girince bir serinlik,
içergi (ferahlık) çöküyor üstümüze. Serinlik ve içergi, erkemizi çoğalttı;
sıcak havanın getirdiği uyuşukluk üstümüzden yok olup gitti. Yüreğimize,
bedenimize bir coşkunluk geldi.
Soğuk sular, bir coşkun ezgiyle akmakta. Suyun içinde
yürüyenler, botlara binip gidenler, elini yüzünü yıkayanlar, ellerinde
mısırları kemirerek suya dalıp gidenler, yanlardaki oturaklara oturarak
serinliği bedenlerine depolayanlar, tinsel içergiyle erinç bulanlar, amaçsızca gezeleyenler,
dik duvarlar arasında kalan kanyonda yankılanan seslere kulak kabartanlar,
daracık gökyüzünde güneşi görmeye çalışanlar… Herkesin ortak yanı, burada
duyulan mutluluk…
Biz de suda yürüdük. Buz gibi suyu bedenlerimizde duyumsadık. Akıntıya doğru kısa bir yürüyüş yaptık. Soğuk taşların üzerine oturduk. Elimizi, yüzümüz yıkadık soğuk suyla. Her yandan su akmakta çağıl çağıl. Bazı kaynaklar, taş duvarların içinden kaynayıp gelmekte. Suyun gücüne, kayaların taş sertliği dayanamayıp yol veriyor. Burada bir olağanüstü doğa olayı var. Bir doğa tansığına tanıklık etmekteyiz. İnsan, böyle bir yerden ayrılmak istemiyor. Ancak biz buralara gezmek için geldik. Bir yerlere takılıp kalmamalı.
Saklıkent, çok yakın zamanda gezginlere açılmış. Zaten keşfi
de çok eski değil. Saklıkent’ten çıkan sular, Karaçay’ı oluşturmakta. Karaçay,
Eşen çayıyla birleşerek denize dökülür. Eşen çayının Muğla-Antalya il sınırını
oluşturduğunu da söyleyelim. Saklıkent, 1989’da hizmete girmiş. Zamanla
tanıtımlar yapılmış ve gezginlerin uğrak noktası olmuş. Burası, bir milli park…
Koruma altında her şeyiyle. Makilerin yanı sıra sedir, kızılçam ve karaçamları
görmek olanaklı. Kanyonun uzunluğu, on altı kilometre… On altı tane de mağara
var kanyon boyunca.
Kanyonun çevresini gezmek gerek, ancak zaman yok! İstemeyerek
de olsa çıktık bu uçmaktan. İlerde zaman ve fırsat bulursak yeniden gelmeliyiz
buralara. Zaman, hızlı geçti. Acıkmışız. Karaçay’ın üzerine yapılan
aşevlerinden birine girdik. Serin suların eşliğinde gözlemelerimizi yedik. Eee,
karnımız doydu. Artık ayrılma zamanı… Dolmuş durağına yürüdük isteksiz, uyuşuk
adımlarla. Güneşin yakıcılığı altında bir süre dolmuş bekledik. Dolmuş gelince bindik.
Ödemelerimizi yine kredi kartıyla dokunmasız yaptık. İşin kötü yanı geldiğimiz
arabaya rastlamamız dönüşte. Oldukça kalabalık dolmuşun içi. İklimlendirme
çalışmıyor. Hamamdan daha sıcak içerisi. Bir kesecimiz eksik… Bir de o olsa…
Adil Hacıömeroğlu
29 Temmuz 2022
Doğa güzel, Türkçe daha güzel....İçergiyi not ettik. Elinize sağlık 👏🏼🙏🏼
YanıtlaSilHocam gezdik, sayenizde. 16 mağarayı gezmek için bir tur falan yok mu? Yoksa ulaşım ancak dağcılık bilgisi mi gerektiriyor. Ne güzel saklıymış, niye çıkarmışlar ortaya. (😂) Korkum insan denilen biz canavarlar. Yok etme uzmanıyız.
YanıtlaSil