SAKLIKENT (Dinlence Yazıları 17)


        13 Temmuz Çarşamba… Heyecanlı, güneşli bir sabah. Saklıkent’e gideceğiz bu sabah. Erkenden gerekli hazırlıklarımızı yapıp çıktık otelden. Önce Fethiye’ye giden dolmuşlardan birine bindik. İndiğimiz yerden de Saklıkent dolmuşuna geçtik.

        Bindiğimiz dolmuş Fethiye ilçe merkezini neredeyse baştan sona gittikten sonra Antalya yoluna girdi. Verimli bahçe ve tarlaların içinden geçip gitmekteyiz. İndi bindi çok… Yol üstündeki köylere gidenler de bu dolmuşlardan yararlanmakta. Dolmuştakilerin çoğu yurttaşımız. Birkaç kişi var yabancı gezgin. En sonunda Seydikemer’e geldik. Yeni bir ilçe… Fethiye’den ayrılmış. İlçe merkezi, düzlük bir alana yayılmış. Yeni yapılar çok. İlçe merkezi hızlı büyüyen yerlerden. Verimli bir arazinin ortasında. İlçe merkezi büyüdükçe tarım alanları azalmakta. Ülkemizin her yerinde olduğu gibi burada da verimli tarım alanları, yapılara feda edilmiş.

        Atalarımız, yerleşim yerlerini dağ yamaçlarına kurardı. Kayalık zeminde yapılan yapılar depreme karşı önemli bir koruma sağlamaktaydı. Bu yapılaşma biçimi selden korunmanın garantisiydi. Ayrıca bu tür yerleşimler, yazın sıcağında ovalardan esen yelle serinlerdi. Bu anlayış, giderek terk edildi. Dağ etekleri bomboş dururken verimli araziler, alüvyonlu ovalar yapılara teslim edildi. Seydikemer, bu gidişle daha da büyüyüp yayılacağa benzemekte.

        Fethiye ile Saklıkent arası kırk altı kilometre. İndi bindi çok olunca yol uzadıkça uzuyor. Hava sıcak... Dolmuşun iklimlendirmesi çalışmıyor. Öndeki iki cam açık. Ancak bu camlardan giren yel, yolcuları serinletmeye yetmiyor. Bu nedenle yolculuk çekilmez durumda.

        Seydikemer’in içinde yer aldığı düzlük alandan Saklıkenet’e doğru ilerlerken yol boyunca köyler (Büyükşehir yasasına göre mahalle oldular.) var irili ufaklı. Köyler bakımlı, düzenli… Arazi çok düz değil, dalgalı bir toprak uzanmakta altımızda. Ovanın genel bir adı yok! Köylerin çevresindeki araziler, köylerin adıyla anılmakta. Ovanın adını telefonla konuştuğum Kadıköy Mahallesi muhtarı Kemal Küçüktürkücü’ye sordum. O da bilgilerimi doğruladı. Küçüktürkücü çiftinin 2019 seçimlerinden sonra üçüncü çocukları doğmuş. Ona “muhtar çocuğu” diyorlar.  

        Çiftçimiz, dur durak bilmeden her şeye karşın üretmekte. Yol boyunca köylülerin satış yerleri var. Bazıları küçük aşevlerine dönüşmüş. Neredeyse hepsi gözlemeci. Gözlemecilerin yanı sıra başka yöresel lezzetler de sunulmalı buralarda. Unutmayalım ki bir çiçekle yaz gelmez.

        Büyük kentlerden gelerek buralardan arazi alıp ev yaptıranlar var. Yazlıkçılar yüzünden kıyılarımızdaki verimli arazileri feda ettik betona. Bu güzel ovaları koruyalım, birtakım varsılların yaz aşklarına kurban etmeyelim bin bir bereketli güzel toprakları. Bu nedenle çitçiye devlet desteği gerekli. Desteklenen çiftçi, toprağına tırnaklarıyla yapışır. Düğün, nişan yapacağım diye toprağını satmaz.

        Saklıkent’e ulaştık en sonunda. Dolmuştan inip gişelere yöneldik. Çok beklemeden yürüdük su yolu boyunca. Kanyona girince bir serinlik, içergi (ferahlık) çöküyor üstümüze. Serinlik ve içergi, erkemizi çoğalttı; sıcak havanın getirdiği uyuşukluk üstümüzden yok olup gitti. Yüreğimize, bedenimize bir coşkunluk geldi.

        Soğuk sular, bir coşkun ezgiyle akmakta. Suyun içinde yürüyenler, botlara binip gidenler, elini yüzünü yıkayanlar, ellerinde mısırları kemirerek suya dalıp gidenler, yanlardaki oturaklara oturarak serinliği bedenlerine depolayanlar, tinsel içergiyle erinç bulanlar, amaçsızca gezeleyenler, dik duvarlar arasında kalan kanyonda yankılanan seslere kulak kabartanlar, daracık gökyüzünde güneşi görmeye çalışanlar… Herkesin ortak yanı, burada duyulan mutluluk…

        Biz de suda yürüdük. Buz gibi suyu bedenlerimizde duyumsadık. Akıntıya doğru kısa bir yürüyüş yaptık. Soğuk taşların üzerine oturduk. Elimizi, yüzümüz yıkadık soğuk suyla. Her yandan su akmakta çağıl çağıl. Bazı kaynaklar, taş duvarların içinden kaynayıp gelmekte. Suyun gücüne, kayaların taş sertliği dayanamayıp yol veriyor. Burada bir olağanüstü doğa olayı var. Bir doğa tansığına tanıklık etmekteyiz. İnsan, böyle bir yerden ayrılmak istemiyor. Ancak biz buralara gezmek için geldik. Bir yerlere takılıp kalmamalı.

        Saklıkent, çok yakın zamanda gezginlere açılmış. Zaten keşfi de çok eski değil. Saklıkent’ten çıkan sular, Karaçay’ı oluşturmakta. Karaçay, Eşen çayıyla birleşerek denize dökülür. Eşen çayının Muğla-Antalya il sınırını oluşturduğunu da söyleyelim. Saklıkent, 1989’da hizmete girmiş. Zamanla tanıtımlar yapılmış ve gezginlerin uğrak noktası olmuş. Burası, bir milli park… Koruma altında her şeyiyle. Makilerin yanı sıra sedir, kızılçam ve karaçamları görmek olanaklı. Kanyonun uzunluğu, on altı kilometre… On altı tane de mağara var kanyon boyunca.

        Kanyonun çevresini gezmek gerek, ancak zaman yok! İstemeyerek de olsa çıktık bu uçmaktan. İlerde zaman ve fırsat bulursak yeniden gelmeliyiz buralara. Zaman, hızlı geçti. Acıkmışız. Karaçay’ın üzerine yapılan aşevlerinden birine girdik. Serin suların eşliğinde gözlemelerimizi yedik. Eee, karnımız doydu. Artık ayrılma zamanı… Dolmuş durağına yürüdük isteksiz, uyuşuk adımlarla. Güneşin yakıcılığı altında bir süre dolmuş bekledik. Dolmuş gelince bindik. Ödemelerimizi yine kredi kartıyla dokunmasız yaptık. İşin kötü yanı geldiğimiz arabaya rastlamamız dönüşte. Oldukça kalabalık dolmuşun içi. İklimlendirme çalışmıyor. Hamamdan daha sıcak içerisi. Bir kesecimiz eksik… Bir de o olsa…

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                      29 Temmuz 2022

 

 

 

2 yorum:

  1. Doğa güzel, Türkçe daha güzel....İçergiyi not ettik. Elinize sağlık 👏🏼🙏🏼

    YanıtlaSil
  2. Hocam gezdik, sayenizde. 16 mağarayı gezmek için bir tur falan yok mu? Yoksa ulaşım ancak dağcılık bilgisi mi gerektiriyor. Ne güzel saklıymış, niye çıkarmışlar ortaya. (😂) Korkum insan denilen biz canavarlar. Yok etme uzmanıyız.

    YanıtlaSil