7 Temmuz Perşembe günü Fethiye otogarına geldiğimizde ikindi geçmiş, gün boynunu
bükmüştü. Güneş batıdaki yarım adanın üzerinde gülümsemekteydi. Menteşe
dağlarının arasına sıkışmış verimli ovayı kaplayan bir kent burası. Menteşe dağlarının
sularıyla beslenen ufacık ovayı, betona teslim etmişiz. Gerçi yapıların
neredeyse hepsi üç katlı. Yüksek yapılar göze çarpmıyor. Yörenin çalışkan
insanları da ekmeğini taştan, bayırdan çıkarmakta. Gerçi Fethiye çevresinde
burası gibi onlarca düz alan var dağların arasına sıkışmış.
Otobüsün yüklüğünden yükçelerimiz aldık. Ölüdeniz’e giden
dolmuşların geçtiği yeri sorduk. Söylediler. Zaten çok yakınmış. Çok az
bekleyişten sonra dolmuş geldi. Bindik. Ben şoför mahallindeyim. Eşim ve Atacan
arkada. Yanımda birisi daha oturmakta. Ücretler ödenmekte bir yandan. Ödeme
biçimi ilgimi çekti. Nakit ödersen yirmi üç lira, kredi kartıyla ödersen on
dokuz. Hep tersi olur ya alışverişlerde bu durum, ilgimi çekmesin de ne yapsın…
Ben de kredi kartıyla ödedim dokunmasız olarak. Böyle bir ödemeyle ilk kez
karşılaşıyorum, bunun nedenini öğrenmeliyim. Ancak şimdi önceliğim, otelimizi
bulmakta.
Sürücümüze, otelin adını söyleyerek yakın bir yerde ineceğimizi
belirttim. Otelin adını söyleyince yanımdaki kişi, yüzünde biraz alaycı bir
gülümsemeyle “O otel kapalı…” dedi. Sürücü de çok bilmiş bir yüzle yanımdakini
onayladı.
Ben: “Nasıl kapalı olur? Dolmuşa binmeden önce tur
görevlisiyle konuştum, bizi bekliyorlar. Hatta ineceğimiz yerde bizi
karşılayacak.” diyerek yanıtladım onu. Hazret, buraların padişahı gibi
davranmakta. Kendisi gezgin kılavuzuymuş. İşi, yöreye yoğun olarak gelen
İngilizleri gezdirmekmiş. Ben sormadığım halde sayıyor çalıştığı otelleri bir çırpıda.
Bizim gideceğimiz otele genellikle Rusların geldiğini, salgın süresince kapalı
kaldığını, bu yıl da açılmadığını söylüyor kesin yargılarla. Bana acıyarak
bakmakta. Dolandırıldığımızı ima etmekte bakışları ve ses tonuyla.
Hemen tur kılavuzumuz Yağız’ı telefonla aradım. “Otelin
kapalı olduğunu söylüyor yanımda oturan biri. Doğru mu bu?" Yağız,
söylenenlerin yanlışlığını dile getirdi. Şu anda otelde bulunduğunu, her şeyin
de yolunda gittiğini anlattı telefonda. Şunu da belirteyim ki otele gelişimize
aracılık yapan turumuz, ülkemizin bu alanda önde gelen firmalarından biri.
Kılavuzumuzun söylediklerini anlattım yanımdaki şom ağızlıya ve sürücüye. Bu
kez sürücü ağız değiştirdi. Kendisinin öyle bir şey söylemediğini belirtti. Sürücümüz
yaşlı başlı, kalıplı da bir adam. Beş dakika öncesinde desteklediği şom ağızlıyı
yalnız bıraktı birden. Bu ikisinin tanıştıkları belli. Arada sırada söyleşmekteler
dereden tepeden.
Ben cam kıyısında oturmaktayım. Bilip bilmediği yerde konuşan
gezgin kılavuzuna: “Bak otel açık. Sizin meslektaşınız söyledi az önce. Biz,
size ineceğimiz yeri sorduk. Siz, bizim moralimizi yerle bir ettiniz. Oldu mu
bu?” dedim biraz kızgınlıkla. Yanıt vermedi. Mırıldanarak sürücüyle bir şeyler
konuşmaya başladı. Bana bakamıyor utancından. Ben de Mendos ve Babadağ’ın görkemine
dalmış bir durumda çevremi incelemekteyim.
Otelin yan sokağında indik dolmuştan. Hemen köşede Yağız’la
karşılaştık. Birkaç dakikalık bir yürüyüşten sonra otele girdik. Gerekli
işlemleri yaptıktan sonra odamıza gidip eşyalarımızı bıraktık. Otelin çevresini
gezdik. Olağanüstü güzel bir bahçesi var. Dallarında olgunlaşmış erikler,
şeftaliler, armutlar… Yaprakların arasından yemyeşil göz kırpan Trabzon
hurmaları… Limon, turunç., portakallar dallarda olgunlaşmayı bekliyor. Farklı
türlerde kaktüsler… Her yan yemyeşil… Meyve ağaçları insana yaşam erkesi
vermekte. İki ayrı havuz var farklı yerlerde. Atacan ve eşim, ağaçlardan
birazcık erik topladılar. Hemen yıkayarak yedik. Atacan için güzel bir yer…
Çünkü bu denli çok meyveyi dallarda görmesi onu mutluluğa boğuyor. Meyvelerin
ilaçlanmadığı belli. Çünkü bazı erikler kurtlu. Görevlilere sorunca onlar da
doğruluyorlar bunu.
Akşam yemeği zamanı gelince aşevine gittik. Açık havada, gölgelik
bir yerde yemeğimizi yiyeceğiz. Yemek türü fazla değil. Bu nedenle tabaklar
Antalya’daki otelde olduğu gibi çok dolu sayılmaz. Bu nedenle savurganlık az.
Yemeğimizi yedik Babadağ’a bakarak.
Yemek bittikten sonra bir şeyler içip dışarı çıktık. Otelin önündeki ana caddeden denize doğru yürüdük. Denize yaklaştıkça sağlı sollu dükkanlar var. Neredeyse hepsi gezginlere yönelik. Her şey çok pahalı… Üstelik ürünlerin etiketlerindeki ederlerin çoğu avro olarak yazılmış. Bağımsız bir ülkede bu durum, utanç verici. Ardından eğlence yerleri başlıyor. Gürültü, kafa çatlatıyor. Dans gösterileri ilgi çekmekte. Giyim kuşamlar sıra dışı. Alkollü içkiler su gibi akıyor midelere. Şehvet dorukta… Cinsellik, ayağa düşmüş. Sapkınlık, aşkın büyüsünü bozmuş. Kadınlık, bir et gösterisine dönüşmüş. Kültürel kokuşmuşluk her yanda… Bu kokuşmuşluk, ne yazık ki bizim gezginlerimizin bazılarını da çürütmekte.
Deniz kıyısına indik. Önce sola doğru yürüdük. Yamaç
paraşütlerinin indiği yerde gezindik. Sonra geri dönüp diğer yana gittik. Deniz
kokusunu zor da olsa içimize doldurmaya çalıştık. Çünkü eğlence yerlerinin
gürültüsü ve kokuşmuşluğu, güzelim denizin kokusunu ciğerlerimize doldurmayı
engellemekte; gürültü, denizin sesini bastırmaktaydı. Bir süre sonra otelimize
geri dönmek için yürümeye başladık. Sırtımız denize, yüzümüz dağlara dönüktü.
İçeriye doğru yürüdükçe bir sessizlik karşılıyor bizi. Otel bahçelerinin
bazılarından müzik sesleri gelmekte. Yukarıdan yatsı ezanı okunmaya başlayınca başka
bir yerde olmadığımızı anladık. Aşağıdaki kokuşmuşluğun yukarılara
yayılmamasını diledim içimden.
Babadağ,
kartal duruşlu… Ölüdeniz’i kanatlarının altına almış durumda. Yamaçları
gittikçe dikleşmekte. Seyrine doyum olmuyor dağın. Doruğu yarı çıplak… Ölüdeniz,
denizden yamaçlara doğru düzgün bir eğimle bir dil gibi girmekte tepelerin
arasına. Bazı yapılar, yamaçlara tırmanmış. Boş alan yok gibi. Her arsada bir
yapı. Yeşil alanlar, pek göze çarpmıyor. Oteller bahçelerine ağaç ve çiçekler
dikmiş. Buradaki palmiyeler, diğer yerlere göre daha canlı. Demek ki buranın toprağı
ve suyu iyi gelmiş bu sıcak iklim ağaçlarına. Antalya’da bile palmiyelerin
keyifsizliğini görmüştüm üzülerek.
Otele vardık. Havuz başında bir şeyler içip geceyi dinledik.
Daha sonra uyumaya karar verdik. Odamızdaki ayakyolundaki oturağın kapağı
kırık. Sıcak su, çok geç akmakta kesintili. Bekleyene dek insanın sabrı tükenmekte. İklimlendirme
aracı çalışmıyor. Nasıl çalışsın pili yok kumandasının. Sorduk soruşturduk pil bulamadık.
Her şeye karşın gece güzel, ancak çok sıcak. Uyumak için
yataklarımıza girdik. Sabah ola, hayrola…
Adil Hacıömeroğlu
23
Temmuz 2022
Merhaba Adil Hoca'm,
YanıtlaSilYazınızı keyifle okudum. Kaleminize sağlık... Sözcükleri özenle seçiyorsunuz. Bu nedenle "cinsel şehvet" ifadesini bilinçli kullandığınızı düşünüyorum.
"Şehvet" sözcüğü TDK sözlüğünde sadece cinsel yönden azgınlık anlamıyla açıklanıyor. Oysa ben sözcüğün "ihtiras, tutku, aşırı istek" anlamlarını da kapsadığını düşünüyorum.
Hocam korkuttunuz vallahi. 4-10 Eylül arasında Fethiye'deyiz. Yeri tuttuk. Sağolsun bir facebook dostumuz önerdi. İletişime geçtik. Neyse siz önceden mihmandarlık yaptınız. Ölü deniz ödeme biçimi çok özür dilerim, salaklık. Kart kullandırmanın bedeli var, alıcı için. Yani 23'ü 19 olarak almak demek 18'e inmesi demek. Çıkar ne bunda düşündürücü. Bankaya bunu kazandıracağına gezginleri tanı. Teşekkür ederim
YanıtlaSilBu yazılarınızı çok ciddi ele alınmalı. Turizmde giderek düşen kalite, bir sıkıntı oluşturuyor. Ülkemizde durumu uygun kişiler zaten Yunanistan'da veya başka ülkelerde tatile gitmeye başladı. Turizm her şeyden önce o ülkenin yurttaşına kaliteli hizmet vermeyecekse ne işe yarar?
YanıtlaSil