ANTALYA’DAN AYRILIŞ (Dinlence Yazıları 10)

 

        7 Temmuz 2022 Perşembe sabahı ağır adımlarla kahvaltıya gittik. Gürültülü aşevinde sessiz bir masa bulduk. Kendi iç seslerimizle baş başa kalmak isteğindeyiz. İster istemez insan alışıyor kaldığı yere. Bir sıcaklı duyuyor oradaki insanlara. Biz de alıştık ve sıcaklığı yüreğimizde duyumsadık..

        Kahvaltılıklarımızı aldık. Çayları doldurup geldim. Tam otururken Buse ile göz göze geldik. Bize içten bir “Günaydın!” ardından da “Afiyet olsun!” dedi. Biz de “Sağol” diyerek yanıtladık onu. Bu dünyada sağ ve sağlıklı olmaktan daha güzel bir şey var mı? Biz de onun sağ ve sağlıklı olmasını diledik. Kahvaltıdan sonra otelden ayrılacağımızı söyleyince üzülüp ağlamaklı oldu. Yaşam böyle bir şey… Gelirsin, dostluklar kurarsın bir yerde ve ayrılıp gidersin.

        Kahvaltımız bittikten sonra aşevinden çıkmak için kalktık. Burada tanıdığımız çalışanlarla vedalaştık. Az da olsa üzgünüm. Bu güzel insanları yaşamım boyunca belki de hiç göremeyeceğim, ancak unutmayacağım.  Kapıdan çıkarken Enes’le karşılaştık. Enes, Kahramanmaraş-Pazarcıklı… Otele yerleştiğimizin dördüncü günüydü.  Aşevinin kapısından çıkarken rastladım ona.  Sessizce türkü söylüyordu. “Tatlıses, inşaatlarda türkü söylerken keşfedildi. Sen de aşevinde keşfedilmek için mi türkü söylüyorsun?” diyerek takıldım ona. Genç adam güldü gözleriyle. Hafif esmer yüzü aydınlanıverdi. Bu sıcak adamın nereli olduğunu öğrendim. Trabzon’la Kahramanmaraş arasındaki tarihsel dostluğu anlattığımda çok sevindi. Bundan sonra birbirimizi her gördüğümüzde selamlaşıp kısa söyleşiler yaptık. Sevgi dolu biri. Onunla vedalaştık.

        Görebildiğimiz her çalışana “Allahaısmarladık! dedik. Havuz başından dolaşarak geçtik. Eşimle Atacan bir saat yüzdüler. Oradaki çalışanlarla da vedalaştık. Ardından odalarımıza çıkıp yükçelerimizi aldık. Odalarda temizlik yapmakta olan gördüğümüz kat görevlileriyle de vedalaştık.

        Otelden çıkışımızı yapıp Serik otogarına gitmek için midibüs durağına yürüdük. Hava oldukça sıcak… Hem de öğlene yakın bir zaman. Kan ter içinde yürüdük durağa. Azıcık bekledikten sonra Serik midibüsü geldi. Bindik. Tam da arabanın içinde serinlediğimiz bir anda otogara geldik. Hemen indik. Ellerimizde yükçelerimizle yürürken otogar girişinde oya ağaçlarını gördük çiçek çiçek. En güzel çiçeklerden birini kopardım. Bir elimle yükçeyi çekerken bir elimde de çiçeği tutmaktayım. Sırt çantam da epeyce ağır.  Kapalı alana geçtik. Fethiye’ye gidecek olan bir otobüse bineceğiz. Görevlilere elimdeki çiçeğin adını sordum. Bilen çıkmadı. Kapalı alandan çıkıp dışarıdaki gölge bir masaya oturduk. Yanında çay ocağı var. Çay söyledik.  Yanımızdaki masalardakilere de sordum çiçeğin adını, bilen yok! Çay ocağının çalışanına çiçeği gösterip adını sordum. O, cep telefonunu çıkarıp fotoğrafını çekti. Az sonra burnundan kıl aldırmaz bir tavırla “Oya çiçeğiii…” dedi. Ah, teknoloji ah, sen nelere kadirsin! Bu yanıttan sonra bize birer çay daha içmek düştü.  Buradan ülkemizin neredeyse her yanına otobüs var. Gidene, gelene bakıyoruz. Arada söyleşmekteyiz.

        Birkaç gün önce Kırkpınar başpehlivanı Serik’ten çıktı. Ancak hiçbir yerde ne bir fotoğrafı ne de bir pankartı var. Bunu konuştuk oradakilerle. Bu arada Serik Belediye Başkanı Enver Aputkan’ın cep telefonu numarasını buldum. Kendisini aradım. Hemen telefonu açtı. İşte, bu çok güzel. Demek ki halkçı bir başkan. Tanımadığı numaraları bile hemen açıp konuşmakta. Halktan kopmayan siyasetçiler, yararlı işler yapar. Halktan uzaklaşıp sırça köşklere çekilenler ise kendine çalışır, keyfine bakar. Siyasetçi halkla ilişkisini koparmamalı. Sayın Aputkan, buna iyi bir örnek.

        Kısa bir hâl hatır sormadan sonra arama nedenimi söyledim. Serikli Başpehlivan Cengizhan Şimşek’le ilgili bir fotoğraf, pankart, kutlama, duyuru görmememin beni üzdüğünü söyledim. O da bu durumdan bunalmış olacak ki biraz yorgun bir sesle güreşçinin Antalya Büyükşehir Belediyesinin pehlivanı olduğunu söyledi. Yasayı biliyorum. Ana caddelere, otogarlar, alanlar büyükşehir belediyelerine bağlı. Büyükşehir de bu alanlara bir şey asmamıştı. O asmadıysa topla halkı sen as! Bakalım şampiyonu kutlayan bu görselleri halka karşın hangi babayiğit oradan indirecek?

        Ne yazık ki Antalya Büyükşehir Belediyesi, kendi yetiştirdiği şampiyonunu bile kutlayamıyor. Bu sevinci halkla birlikte yaşayamıyor, paylaşamıyor. Daha sonra Antalya’ya gittik orada göremedik bir kutlama görselini. Üstelik böyle başarılar karşısında il ve ilçe belediyeleri arasında parti, siyasal anlayış farkı gözetilmeksizin omuz omuza verilmeli.

        Otobüsümüz biraz gecikti. Orada Ramazan Kara ile tanıştık. Meraklı biri. Biraz söyleştik. Telefon aldık, telefon verdik.

        Otobüsümüz gecikmeli olarak geldi. Yükçelerimizi yüklüğe verdik. Sonrasında koltuklarımıza oturmak için otobüse bindik. O da ne? Yerlerimize birileri oturmuş. Elektronik biletlerimizi göstermemize karşın kalkmıyorlar yerlerinden. Oturanların biri de yabancı bir gezgin. Alanya’dan binmişler. Sürücü yardımcısı oturtmuş onları bizim yerlerimize. Antalya’da ineceklermiş. Sürücü yardımcısı “Antalya’ya kadar idare edin ağabey!” diyor bana. Ne idaresi? İdare edilecek durum mu bu? Sen, benim yerime başkalarını oturt, açıkçası yerimi başkalarına sat! Ben bu sahtekarlığını idare edeyim, öyle mi? Benim sözüm yerimize oturanlara değil, onları oraya oturtanlara. Ayakta on kişiden fazla kişi var oturmayı bekleyen. Anlaşılacağı üzere yalnızca bizim yerlerimiz başkalarına satılmamış. Hemen fotoğrafını çektim rezaletin, Sosyal medyada paylaştım firmanın adını vererek. Bu sırada direniyorum ve otobüsü kaldırtmıyorum. Ben, bunları yaparken eşim hem firmanın merkezini hem de trafik polisini arayıp konuştu. Direnişim sonuç verdi ve biz yerlerimize oturduk. Bu arada otobüs de ayrıldı otogardan. Koridorlarda insanların kimi ayakta kimi de oturuyor. Eşim, bunun bir fotoğrafını daha çekti. Anlaşılacağı üzere çok mutlu geçebilecek bir yolculuğumuz; iş bilmez, açgözlü kişilerce gergin başladı. Yolda dolmuş gibi indi bindiler yapıldı. Ağır aksak gidiyoruz.

        Antalya’ya vardık. Otogarda ineneler indi, binenler bindi. Sürücümüz, eşimin fotoğraf çektiğini görmüş. Yanımıza gelerek eşime: “Niye fotoğraf çekip bize haksızlık yapıyorsun? Eğer bu fotoları bir yere verirsen (Otobüsün kamerasını göstererek) bak, burada kamera her şeyi çekti. Sizi mahkemeye veririm bu görüntülerle.” dedi sertçe.

        Oturduğum yerden sakince: “Sen, bizi tehdit mi ediyorsun? Seni şikâyet etmedim. Ama böyle konuşursan şikâyet ederim. O gösterdiğin kameradaki görüntüler de tüm rezaleti kaydetmiştir. Her şey senin aleyhine. Tehdidi bırak, işini yap!” diyerek yanıtladım onu. Yüzü kızardı ve bir şey demeden yerine oturup arabayı çalıştırdı. Biz, olayın etkisinden kurtulmaya çalıştık üstün bir gayretle gezimizi rezil etmeyelim diye.

        Otobüs, Antalya’nın çok eski bir firmasına ait. Birkaç kez binmişliğim var bu firmanın otobüslerine. Bu işler yıllar önce çok olurdu. Günümüzde olması beni şaşırttı.

        Korkuteli yolundan gidiyoruz. Batı Toroslar, ulu dağlar… Her tepe, bir kartal başı… Uzanıp Akdeniz’i gözetlemekteler. Gittikçe tepeler çıplaklaşmaya başladı. Dağ etekleri yemyeşil… Tepeler, gri kahverengi… Antalya’dan uzaklaştıkça köyler daha da yoksul görünmekte. Dağlar arasında mendil kadar tarlar, bahçeler var. Efendimiz köylümüz, küçük büyük demeden toprağını ekip biçmiş; uygun yerlere meyveler, bostanlar dikmiş. Uludağların çıplak tepelerine karşın vadiler yemyeşil. Köylümüz, efendiliğine yaraşır bir biçimde bir karış toprağı boş bırakmamış. Üretmek, ülke ekonomisine katkıda bulunmak, muhannete muhtaç olmamak, asalaklara el avuç açamamak için çalışıp didinmekte. Tarlalarda, bahçelerde insanlar arı gibi. Toprağın bağrından insanlık balı üretmekteler. Bazı yerlerde koyunlar, keçiler, inekler otluyor sürü sürü. Kitap okumayı bıraktım, onları izliyorum. Bir şey kaçırmayayım diye her ayrıntıyı görmeye çalışmaktayım. Atacan’la oturmaktayım. Eşim, yanımızdaki tek koltukta. Eşimi de ara sıra uyarıyorum dışarıda gördüklerimle ilgili. O da bakıp görsün. Bu doğa toyunu birlikte paylaşıp büyütelim diye. Bayram gelmeden gözlerimiz, gönlümüz bayram etmekte.

        Muğla il sınırına geçer geçmez otobüsümüz mola verdi. Çıktık yürüdük. Zorunlu gereksinmelerimizi karşıladık. Daha sonra otobüse bindik. Yolculuğumuz yeniden başladı. Köyler birbirinden güzel… Her köy, bir dünya… Gördüğüm her köyde birkaç gün yaşamayı geçiriyorum içimden. Ne kadar gezsem gezeyim

ü bu topraklara doyamıyorum.

        Fethiye’ye yaklaştıkça köylerin varsıllığı belirgin bir biçimde anlaşılmakta. Yukarıdan aşağıya doğru inerken vadilerin seyrine doyum olmuyor. Düşlemler birbirini izlemekte belleğimde. Gördüğüm köylerin insanlarıyla konuşuyorum düşlemlerimde. Tarlada çalışanlara, traktör sürenlere, saman balyalarını istifleyenlere, meyve ve sebze sulayanlara tek tek “Kolay gelsin! Ürününüz bereketli olsun!” demeyi o denli çok istiyorum ki anlatamam.

        Yol uzadıkça uzuyor. Yolculuğumuzun başında yaşadığımız gerginliği unuttum sayılır. Ben, düşlerimin peşindeyim. Güneş, batıya döndü yavaş yavaş. Güneşe doğru yürüyoruz. Onun verdiği yaşamın, bereketin, güzelliklerin peşinden koşuyoruz onun ışığında.

        Yolculuğumuz çok uzadı. Çünkü Serik-Antalya arasında çok zaman geçirdik. Şehirlerarası otobüs sandığımız taşıt, dolmuş çıktı. Fethiye’deki otelimizi ayarlayan tur görevlisi bizi merak edip aradı birkaç kez. Yolda olduğumuzu söyledik ona. Kaygılanmamasını anlattık.

        Daha önce de yazmıştım. Kent girişlerinde nüfus ve rakım bilgilerinin tabelalardan kaldırılması yanlış. İnsanların kentler hakkında bilgilenmesini önlemekte. İnsanın kendi ülkesinin kentleri hakkında bilgi edinmesinin kime, ne zararı var? Bu tabelaları küçük çapta bir coğrafya dersi olarak düşünmeli. Bu yolla ülkemizi tanımamız gerek.

        Doğanın ve köylerin büyüsüne dalmışken Fethiye göründü. Kente girdik akşam kararmadan. Ağır aksak yol alıyoruz. Kentte araç çok. En sonunda otogara vardık. Oh, ne güzel! Yeni bir başlangıç… Yeni bir yer... Yeni düşlere yolculuk… Yeni insanlarla tanışma… Daha ne isterim ki bu dünyadan?

                                                                       Adil Hacıömeroğlu

                                                                       21 Temmuz 2022

 

2 yorum:

  1. Öncelikle geçmiş olsun hocam. Gezi yazılarınızdan çıkardığımız sonuç, her şeyin olduğu gibi turizmin de ranta feda edildiği.

    YanıtlaSil
  2. Her köy ayrı bir dünya....Yolculuk sırasında en çok uzak ya da yakın farketmez köyler benimde ilgimin ötesindedir. Yaşam bence oradadır. Üretim, paylaşım, insanca duygular son demlerindeyse eğer köylerde kaldı. Köyden her ayrılan gerçekte bunlarında örselenmesini temelde yok oluşunu anlatıyor. Kaleminize sağlık Hocam. Son demleri yaşattığın için.

    YanıtlaSil