7 Temmuz 2022 Perşembe sabahı ağır adımlarla kahvaltıya
gittik. Gürültülü aşevinde sessiz bir masa bulduk. Kendi iç seslerimizle baş
başa kalmak isteğindeyiz. İster istemez insan alışıyor kaldığı yere. Bir
sıcaklı duyuyor oradaki insanlara. Biz de alıştık ve sıcaklığı yüreğimizde
duyumsadık..
Kahvaltılıklarımızı aldık. Çayları doldurup geldim. Tam
otururken Buse ile göz göze geldik. Bize içten bir “Günaydın!” ardından da “Afiyet
olsun!” dedi. Biz de “Sağol” diyerek yanıtladık onu. Bu dünyada sağ ve sağlıklı
olmaktan daha güzel bir şey var mı? Biz de onun sağ ve sağlıklı olmasını
diledik. Kahvaltıdan sonra otelden ayrılacağımızı söyleyince üzülüp ağlamaklı
oldu. Yaşam böyle bir şey… Gelirsin, dostluklar kurarsın bir yerde ve ayrılıp
gidersin.
Kahvaltımız bittikten sonra aşevinden çıkmak için kalktık. Burada
tanıdığımız çalışanlarla vedalaştık. Az da olsa üzgünüm. Bu güzel insanları
yaşamım boyunca belki de hiç göremeyeceğim, ancak unutmayacağım. Kapıdan çıkarken Enes’le karşılaştık. Enes,
Kahramanmaraş-Pazarcıklı… Otele yerleştiğimizin dördüncü günüydü. Aşevinin kapısından çıkarken rastladım ona. Sessizce türkü söylüyordu. “Tatlıses, inşaatlarda
türkü söylerken keşfedildi. Sen de aşevinde keşfedilmek için mi türkü
söylüyorsun?” diyerek takıldım ona. Genç adam güldü gözleriyle. Hafif esmer
yüzü aydınlanıverdi. Bu sıcak adamın nereli olduğunu öğrendim. Trabzon’la
Kahramanmaraş arasındaki tarihsel dostluğu anlattığımda çok sevindi. Bundan sonra
birbirimizi her gördüğümüzde selamlaşıp kısa söyleşiler yaptık. Sevgi dolu
biri. Onunla vedalaştık.
Görebildiğimiz her çalışana “Allahaısmarladık! dedik. Havuz
başından dolaşarak geçtik. Eşimle Atacan bir saat yüzdüler. Oradaki çalışanlarla
da vedalaştık. Ardından odalarımıza çıkıp yükçelerimizi aldık. Odalarda
temizlik yapmakta olan gördüğümüz kat görevlileriyle de vedalaştık.
Otelden çıkışımızı yapıp Serik otogarına gitmek için midibüs
durağına yürüdük. Hava oldukça sıcak… Hem de öğlene yakın bir zaman. Kan ter
içinde yürüdük durağa. Azıcık bekledikten sonra Serik midibüsü geldi. Bindik.
Tam da arabanın içinde serinlediğimiz bir anda otogara geldik. Hemen indik. Ellerimizde
yükçelerimizle yürürken otogar girişinde oya ağaçlarını gördük çiçek çiçek. En
güzel çiçeklerden birini kopardım. Bir elimle yükçeyi çekerken bir elimde de çiçeği
tutmaktayım. Sırt çantam da epeyce ağır. Kapalı alana geçtik. Fethiye’ye gidecek olan
bir otobüse bineceğiz. Görevlilere elimdeki çiçeğin adını sordum. Bilen
çıkmadı. Kapalı alandan çıkıp dışarıdaki gölge bir masaya oturduk. Yanında çay
ocağı var. Çay söyledik. Yanımızdaki
masalardakilere de sordum çiçeğin adını, bilen yok! Çay ocağının çalışanına
çiçeği gösterip adını sordum. O, cep telefonunu çıkarıp fotoğrafını çekti. Az
sonra burnundan kıl aldırmaz bir tavırla “Oya çiçeğiii…” dedi. Ah, teknoloji
ah, sen nelere kadirsin! Bu yanıttan sonra bize birer çay daha içmek düştü. Buradan ülkemizin neredeyse her yanına otobüs
var. Gidene, gelene bakıyoruz. Arada söyleşmekteyiz.
Birkaç gün önce Kırkpınar başpehlivanı Serik’ten çıktı. Ancak
hiçbir yerde ne bir fotoğrafı ne de bir pankartı var. Bunu konuştuk
oradakilerle. Bu arada Serik Belediye Başkanı Enver Aputkan’ın cep telefonu
numarasını buldum. Kendisini aradım. Hemen telefonu açtı. İşte, bu çok güzel.
Demek ki halkçı bir başkan. Tanımadığı numaraları bile hemen açıp konuşmakta.
Halktan kopmayan siyasetçiler, yararlı işler yapar. Halktan uzaklaşıp sırça
köşklere çekilenler ise kendine çalışır, keyfine bakar. Siyasetçi halkla
ilişkisini koparmamalı. Sayın Aputkan, buna iyi bir örnek.
Kısa bir hâl hatır sormadan sonra arama nedenimi söyledim. Serikli
Başpehlivan Cengizhan Şimşek’le ilgili bir fotoğraf, pankart, kutlama, duyuru
görmememin beni üzdüğünü söyledim. O da bu durumdan bunalmış olacak ki biraz
yorgun bir sesle güreşçinin Antalya Büyükşehir Belediyesinin pehlivanı olduğunu
söyledi. Yasayı biliyorum. Ana caddelere, otogarlar, alanlar büyükşehir
belediyelerine bağlı. Büyükşehir de bu alanlara bir şey asmamıştı. O asmadıysa topla
halkı sen as! Bakalım şampiyonu kutlayan bu görselleri halka karşın hangi
babayiğit oradan indirecek?
Ne yazık ki Antalya Büyükşehir Belediyesi, kendi yetiştirdiği
şampiyonunu bile kutlayamıyor. Bu sevinci halkla birlikte yaşayamıyor,
paylaşamıyor. Daha sonra Antalya’ya gittik orada göremedik bir kutlama
görselini. Üstelik böyle başarılar karşısında il ve ilçe belediyeleri arasında
parti, siyasal anlayış farkı gözetilmeksizin omuz omuza verilmeli.
Otobüsümüz biraz gecikti. Orada Ramazan Kara ile tanıştık.
Meraklı biri. Biraz söyleştik. Telefon aldık, telefon verdik.
Otobüsümüz gecikmeli olarak geldi. Yükçelerimizi yüklüğe
verdik. Sonrasında koltuklarımıza oturmak için otobüse bindik. O da ne?
Yerlerimize birileri oturmuş. Elektronik biletlerimizi göstermemize karşın
kalkmıyorlar yerlerinden. Oturanların biri de yabancı bir gezgin. Alanya’dan
binmişler. Sürücü yardımcısı oturtmuş onları bizim yerlerimize. Antalya’da
ineceklermiş. Sürücü yardımcısı “Antalya’ya kadar idare edin ağabey!” diyor bana.
Ne idaresi? İdare edilecek durum mu bu? Sen, benim yerime başkalarını oturt, açıkçası
yerimi başkalarına sat! Ben bu sahtekarlığını idare edeyim, öyle mi? Benim
sözüm yerimize oturanlara değil, onları oraya oturtanlara. Ayakta on kişiden fazla
kişi var oturmayı bekleyen. Anlaşılacağı üzere yalnızca bizim yerlerimiz
başkalarına satılmamış. Hemen fotoğrafını çektim rezaletin, Sosyal medyada
paylaştım firmanın adını vererek. Bu sırada direniyorum ve otobüsü kaldırtmıyorum.
Ben, bunları yaparken eşim hem firmanın merkezini hem de trafik polisini arayıp
konuştu. Direnişim sonuç verdi ve biz yerlerimize oturduk. Bu arada otobüs de
ayrıldı otogardan. Koridorlarda insanların kimi ayakta kimi de oturuyor. Eşim,
bunun bir fotoğrafını daha çekti. Anlaşılacağı üzere çok mutlu geçebilecek bir
yolculuğumuz; iş bilmez, açgözlü kişilerce gergin başladı. Yolda dolmuş gibi
indi bindiler yapıldı. Ağır aksak gidiyoruz.
Antalya’ya vardık. Otogarda ineneler indi, binenler bindi. Sürücümüz,
eşimin fotoğraf çektiğini görmüş. Yanımıza gelerek eşime: “Niye fotoğraf çekip
bize haksızlık yapıyorsun? Eğer bu fotoları bir yere verirsen (Otobüsün kamerasını
göstererek) bak, burada kamera her şeyi çekti. Sizi mahkemeye veririm bu
görüntülerle.” dedi sertçe.
Oturduğum yerden sakince: “Sen, bizi tehdit mi ediyorsun?
Seni şikâyet etmedim. Ama böyle konuşursan şikâyet ederim. O gösterdiğin
kameradaki görüntüler de tüm rezaleti kaydetmiştir. Her şey senin aleyhine.
Tehdidi bırak, işini yap!” diyerek yanıtladım onu. Yüzü kızardı ve bir şey
demeden yerine oturup arabayı çalıştırdı. Biz, olayın etkisinden kurtulmaya
çalıştık üstün bir gayretle gezimizi rezil etmeyelim diye.
Otobüs, Antalya’nın çok eski bir firmasına ait. Birkaç kez
binmişliğim var bu firmanın otobüslerine. Bu işler yıllar önce çok olurdu. Günümüzde
olması beni şaşırttı.
Korkuteli yolundan gidiyoruz. Batı Toroslar, ulu dağlar… Her
tepe, bir kartal başı… Uzanıp Akdeniz’i gözetlemekteler. Gittikçe tepeler
çıplaklaşmaya başladı. Dağ etekleri yemyeşil… Tepeler, gri kahverengi… Antalya’dan
uzaklaştıkça köyler daha da yoksul görünmekte. Dağlar arasında mendil kadar
tarlar, bahçeler var. Efendimiz köylümüz, küçük büyük demeden toprağını ekip
biçmiş; uygun yerlere meyveler, bostanlar dikmiş. Uludağların çıplak tepelerine
karşın vadiler yemyeşil. Köylümüz, efendiliğine yaraşır bir biçimde bir karış
toprağı boş bırakmamış. Üretmek, ülke ekonomisine katkıda bulunmak, muhannete muhtaç
olmamak, asalaklara el avuç açamamak için çalışıp didinmekte. Tarlalarda,
bahçelerde insanlar arı gibi. Toprağın bağrından insanlık balı üretmekteler.
Bazı yerlerde koyunlar, keçiler, inekler otluyor sürü sürü. Kitap okumayı
bıraktım, onları izliyorum. Bir şey kaçırmayayım diye her ayrıntıyı görmeye
çalışmaktayım. Atacan’la oturmaktayım. Eşim, yanımızdaki tek koltukta. Eşimi de
ara sıra uyarıyorum dışarıda gördüklerimle ilgili. O da bakıp görsün. Bu doğa
toyunu birlikte paylaşıp büyütelim diye. Bayram gelmeden gözlerimiz, gönlümüz
bayram etmekte.
Muğla il sınırına geçer geçmez otobüsümüz mola verdi. Çıktık
yürüdük. Zorunlu gereksinmelerimizi karşıladık. Daha sonra otobüse bindik.
Yolculuğumuz yeniden başladı. Köyler birbirinden güzel… Her köy, bir dünya… Gördüğüm
her köyde birkaç gün yaşamayı geçiriyorum içimden. Ne kadar gezsem gezeyim
ü bu topraklara doyamıyorum.
Fethiye’ye yaklaştıkça köylerin varsıllığı belirgin bir biçimde
anlaşılmakta. Yukarıdan aşağıya doğru inerken vadilerin seyrine doyum olmuyor. Düşlemler
birbirini izlemekte belleğimde. Gördüğüm köylerin insanlarıyla konuşuyorum düşlemlerimde.
Tarlada çalışanlara, traktör sürenlere, saman balyalarını istifleyenlere, meyve
ve sebze sulayanlara tek tek “Kolay gelsin! Ürününüz bereketli olsun!” demeyi o
denli çok istiyorum ki anlatamam.
Yol uzadıkça uzuyor. Yolculuğumuzun başında yaşadığımız gerginliği
unuttum sayılır. Ben, düşlerimin peşindeyim. Güneş, batıya döndü yavaş yavaş.
Güneşe doğru yürüyoruz. Onun verdiği yaşamın, bereketin, güzelliklerin peşinden
koşuyoruz onun ışığında.
Yolculuğumuz çok uzadı. Çünkü Serik-Antalya arasında çok zaman
geçirdik. Şehirlerarası otobüs sandığımız taşıt, dolmuş çıktı. Fethiye’deki otelimizi
ayarlayan tur görevlisi bizi merak edip aradı birkaç kez. Yolda olduğumuzu
söyledik ona. Kaygılanmamasını anlattık.
Daha önce de yazmıştım. Kent girişlerinde nüfus ve rakım
bilgilerinin tabelalardan kaldırılması yanlış. İnsanların kentler hakkında
bilgilenmesini önlemekte. İnsanın kendi ülkesinin kentleri hakkında bilgi
edinmesinin kime, ne zararı var? Bu tabelaları küçük çapta bir coğrafya dersi
olarak düşünmeli. Bu yolla ülkemizi tanımamız gerek.
Doğanın ve köylerin büyüsüne dalmışken Fethiye göründü. Kente
girdik akşam kararmadan. Ağır aksak yol alıyoruz. Kentte araç çok. En sonunda
otogara vardık. Oh, ne güzel! Yeni bir başlangıç… Yeni bir yer... Yeni düşlere
yolculuk… Yeni insanlarla tanışma… Daha ne isterim ki bu dünyadan?
Adil Hacıömeroğlu
21
Temmuz 2022
Öncelikle geçmiş olsun hocam. Gezi yazılarınızdan çıkardığımız sonuç, her şeyin olduğu gibi turizmin de ranta feda edildiği.
YanıtlaSilHer köy ayrı bir dünya....Yolculuk sırasında en çok uzak ya da yakın farketmez köyler benimde ilgimin ötesindedir. Yaşam bence oradadır. Üretim, paylaşım, insanca duygular son demlerindeyse eğer köylerde kaldı. Köyden her ayrılan gerçekte bunlarında örselenmesini temelde yok oluşunu anlatıyor. Kaleminize sağlık Hocam. Son demleri yaşattığın için.
YanıtlaSil