UYKUSUZ BİR GECEDE ATACAN (Dinlence Yazıları 12)


        Ölüdeniz’de ilk gecemiz. Gönlümüzün yorulduğu bir günün sonunda uykuya daldık yatağımıza girer girmez. Atacan, kendi yerine yatmadı. Annesiyle yer değiştirdi. Gelip yanıma kıvrıldı. Başı göğsümde mışıl mışıl uyumakta. Elim saçlarını okşarken uyuyakalmışım. Birkaç saat sonra çocuk büyük bir öğürtüyle kusmaya başladı. Üstüme kusmamak için çabaladıysa da başaramadı. Kusmuklarının bir bölümü çıplak göğsümde ılıklık yaymakta. O, özür dilemekte benden. Ben ise “Önemli değil, yıkanınca bir şey kalmaz.” diyerek onu rahatlatmaya çalışıyorum.

        Öğürtüyü ve konuşmalarımız işiten eşim uyandı. Kalkıp ışığı yaktı. Yatak kusmuk içinde. Temizlemeye çalışıyoruz, ama nafile… Kirlenen çarşaf ve pikeyi bir yere kaldırdık. Uyuyabileceğimiz dar, temiz bir alan oluşturduk. Atacan, bana sıkı sıkı sarılmış. Az da olsa ateşi var. Birden yerinden fırlayıp ayakyoluna gitti. İshal… Artık uyumak haram…

        Birkaç kez daha kustu. Midesi tamamen boşaldı, kusacak bir şey kalmadı. Ayakyoluna da gitti sık sık. Sabah ışımaya başladı. Uyumam olanaksız. Çocuk kıvrılmış, kolumun üstünde çok güzel uyumakta. Kim bilir düşünde ne görüyor? Bir elim alnında, ateşine bakıyorum. Ateşi yok sayılır. Kalkıp duş alacağım, ancak uyanmasın diye kımıldanmıyorum yerimden. Üstümdeki kusmuklar kurumuş. Kokusu her yanda. Çocuğun uykusunu dünyaya değişmem. Bu nedenle uyanana dek böyle yatacağım. Çocuğun dinlencesi mahvolacak. Neyse uyanınca kahvaltı yapıp doktora götürelim onu.

        Saate bakmıyorum. Camdan güneşin gittikçe parladığını görüyorum. Güneşe bakarak saati tahmin etmeye çalışmaktayım. Elim alnında, saçlarında çocuğun. Düşlemler uçuşmakta beynimde. Zaman geçmek bilmiyor. Uyansa da bir an önce doktora gitsek. Ancak uykunun da ona iyi geleceğinin farkındayım. Güneş epey yükseldi, camdan içeri giriyor. Odamızda bir konuğumuz var artık parıldayan. Duvarda yansımakta güneş ışınları. Duvardaki parıltılar türlü biçimler almakta. Onları türlü nesnelere benzetiyorum. Böylece güneşle adı konmamış bir oyun oynamaktayım. Oyunum epeyce sürdü.

        Atacan, yavaşça kolumun üstünde döndü. Uzun kirpikleri arasından iki bal köpüğü göründü. Yüzü bitkin. Bana baktı kaçamak bakışlarla. Onu, yukarı çekip alnından, yanaklarından öptüm. Kokladım uzun uzun. Bakıştık bir süre. Annesini sordu. Sırtı dönüktü onun yattığı yere. Gösterdim elimle. Eşime seslendim, uyandı hemen. Telaşla fırladı. “Atacan…” dedi. Onu, uyanık görünce gelip öpmeye başladı. Kalktık. Önce kusmuklu eşyalarını bir yana katlayıp koyduk. Sonrasında duş aldım. Geceden beri göğsümde, karnımda taşıdığım atıklardan kurtuldum. Atacan da yıkandı. Odadan çıktık. Durumu, kat görevlilerine anlattık. Zaten odamız bugün değişecekti. Dün akşam eşim bu odayı beğenmemişti. Başka oda olmadığından zorunlu olarak burada kaldık.

        Kahvaltı salonuna geçtik. Çabucak kahvaltımızı yaptık. Çocuk, tek bir lokma ağzına atmadı. Yalnızca birkaç yudum su içti. Otel yöneticisine sorduk en yakın doktora nasıl ulaşacağımızı. Hisarönü’ndeki sağlık ocağını söyledi. Hemen taksi çağrıldı. Taksiye bindik. Eşim, çocukla arka koltukta elinde bir naylon torbayla. Çocuk öğürdükçe taksicinin aklı çıkmakta. Arabası kirlenecek diye ödü kopmakta. Kusamıyor bir türlü, çünkü midesinde çıkacak bir şey yok! Taksicinin tavrı bizi gerip diken üzerine oturtuyor. Çocuk can, sürücü koltuğunun kirlenmemesi derdinde. Kendimi zor tutuyorum, bir şey söylememek için. Bir an önce doktora varmalıyız. Sonunda geliyoruz sağlık ocağının önüne. Parayı öderken "Arabanı kirletmedi çocuk, bu denli korkmana gerek yoktu." demeyi ihmal etmedim. Ardından “İyi günler, hayırlı işler…” diledim bu can sıkıcıya.

        Sağlık ocağına girdik. Görevli doktorun kapısında çok beklemeden içerdeydik. Karşımızda güler yüzlü bir adam. Sevecen… Çocuğu muayene etti. Ateşine baktı. İyice inceledi. Reçeteyi yazmak için oturdu. Ben de karşısında oturmaktaydım. Masasında Türk ve Fenerbahçe bayrakları yan yana. Karadenizli olduğunu düşündüm. Sordum ona: “Rizeli misiniz?”

        “Evet, Rize-Çamlıhemşin…” diyerek onayladı beni. Uzun süredir Fethiye’deymiş. Artık hanım köylü olmuş. Kısa, hoş bir söyleşimiz oldu. Adını söyledi, telefon numarasını yazdırdı bana. Ben de kaydettim onun numarasını telefonuma. Bir gün Dr. Şenol Terzi ile hastalıkta değil de sağlıkta bir yerlerde karşılaşır, söyleşimizi kaldığı yerden sürdürürüz, kim bilir?

Sağlık ocağının yanındaki eczaneden ilaçları aldık. Biz eczanedeyken eşim, üç gün sonra gideceğimiz Hisarönü’ndeki oteli görmeye gitti. Çok yakınmış buraya. Biz de Atacan’la ilaçları alıp yakındaki bir markete girdik. Taşıyabileceğim kadar su aldım. Çünkü otelde içme suyu kent suyunun arıtılmasıyla ele ediliyor. Bu, hoşuma gitmedi. Ayakyoluna gitmek için belediye binasının önüne geldik. Atacan, beni burada bir ağacın gölgesinde bekledi. Az sonra eşim aradı. Ona çocuğun yerini söyledim. Yanına gittiğinde çimlerin üzerine uzanmış yatıyordu bizim hastamız.

Bu kez dolmuşa bindik, zaten önümüzde durmuştu. Yine kredi kartıyla ödememizi yaptık dokunmasız olarak. Benim içimde bir merak… Kredi kartıyla ödemenin nedenini öğrenme isteğim. Neyse şimdi zamanı değil, çocuk hasta. Bir başka gün, bunu öğreneceğim.

Otele geldik. Konuklar öğle yemeğine oturmuş bile. Çocuğun şuruplarının biri aç, diğeri de tok kanına içilecek. Aç karnına içmesi gerekeni içirdik. Ya tok karnına içmesi gereken ne olacak? Yalvardık, yakardık olmadı. En sonunda iki lokma yiyip “Doydum.” dedi. Onu tok sayarak tok karnına içmesi gereken şurubu da içirdim. Biz yemeklerimizi yedik keyifsizce.

Yemekten sonra havuz başına, meyve ağaçlarının gölgelediği uzanaklara uzandık. Atacan uyuyacağını söyledi. Ona göre hazırladık yerine gölgede. Deliksiz uyudu saatlerce. Birkaç kez uyanıp birkaç yudum su içti. Ben, kitap okumaya çalıştım onun yanında, okuyamadım. Babadağ’dan atlayan paraşütçüleri izledim uzun zaman. Zaman geçmiyor nedense. İşin tadı tuzu kalmadı. Doktordan geldik geleli kusmadı, bu çok iyi. Eşim biraz yüzdü. Daha sonra ben de yüzdüm. Bu arada odamız değişti. Eşyalarımız taşıdık oraya. Yeni odamız havuza bakmakta, düzayak. Eşim bu odayı beğendi.

Akşama doğru uyandı çocuk. Dinlenmiş, ancak keyifsizdi. Yeni odamızı gösterdik. Öylesine baktı. Bir şey demedi. Akşam yemeğine gittik. Ağzına tek lokma koymadı. Bir bardak portakal suyu içti. İlaçlarını verdik. Uyumak istediğini söyledi. Odaya geçtik. Hemen yatağa yatıp uyumaya başladı. Televizyonu açtık o uyurken haber dinleyelim diye. Canımız sıkıldı. Odamızın önüne iki tane uzanak çekip oturduk havuz başına.

Hava iyice karardı biz otururken. Havuz çevresindeki ışıklar sönmeye başladı. Bugünün en iyi olan işi bu. Işıklar azalınca gökyüzünü izledik uzun süre. Yıldızlara baktık. Işıl ışıl gökyüzünde kayan bir yıldız aradık. Ancak yıldız kaymadı. Biz de dileklerimizi başka bir geceye bıraktık.

8 Temmuz Cuma günümüz böyle geçti. Yaşam inişli çıkışlı bir yol. Bugün inişi yaşadık keyifsizce.

                                                               Adil Hacıömeroğlu

                                                               24 Temmuz 2022

6 yorum:

  1. Çok geçmiş olsun bizim torunlarda aynı galiba bu ba bir virüs

    YanıtlaSil
  2. Geçmiş olsun Hocam. Çocuklar hastalandı mı, bırakın anne babayı diğer aile büyükleri yakındaysa onlarında keyfi kaçıyor. Bir daha yaşanmaması dileğiyle.

    YanıtlaSil
  3. Çok geçmiş olsun!

    YanıtlaSil
  4. Geçmiş olsun hocam. 🙏🏼

    YanıtlaSil
  5. Çok geçmiş olsun Adil bey. Sıcaktan veya havuzdan kaynaklı olabilir. Çocuk hasta olunca tüm ailede etkileniyor tabii. Acil şifa diliyorum…
    Şükran Balekoğlu Yamak

    YanıtlaSil
  6. Hocam çok geçmiş olsun zor saatler geçirmişsiniz . Çocuklar genelde gece hastalanıyorlar tatil yerlerinde çocuklar hassas hemen herşeyden olumsuz etkileniyorlar.Bir daha ki dinlenmelerde yaşanmaması dileğiyle🙏🏻🌼Sağlıklı günler dilerim .Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil