BİR EMEK ADAMI, ARAP SÜLEYMAN


Arap Süleyman (Yılmaz), yurdumuzun göklerinin kara bulutlarla kaplandığı ve o karanlık içinden Samsun’da kurtuluşun umut ışığı olarak doğan Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’nun bağrında Türk ulusu tarafından kucaklandığı 1919 yılında doğdu. Zor yılların çocuğuydu o. Savaşın getirdiği yoksulluğa, yokluğa, düşman işgaline karşı bir ulusun kör karanlıktan silkinme istenciyle ayağa kalktığı kutlu yılın çocuğu. Onun toplumcu davranışlarının nedeni, belki de toplum dayanışmasının dorukta olduğu bir yılda doğmasından kaynaklanmakta.

Kurtuluş Savaşı, halkın dayanışması ve özverisiyle utkuyla sona erer. Ardından Cumhuriyet yönetimi kurulur. Artık yaraları sarma zamanı… Ülkemiz büyük bir kalkınma, gelişme atılımının içine girer. Kasabalara, köylere okullar yapılır. Dört bir yanda fabrika bacaları tütmeye başlar. Kara ve demiryolları için kollar sıvanır. Tarımda verimlilik artar. On yıl süren savaşlarla tükenme aşamasına gelen genç nüfusun yerine, genç ve umut dolu bir kuşak yetişmeye başlar. Yenilikleri, teknolojik gelişmeleri kolay kavrayan ve ülke sorumluluğu, yurt ülküsü taşıyan bir cumhuriyet kuşağı boy atar ülkemiz topraklarında. İşte, Arap Süleyman da bu kutlu kuşağın bir bireyi olarak Çal-İsabey kasabasında yaşama gözlerini açar.

Kırsal kesimde çocuklar, yürümeye başladıkları andan itibaren ailenin işlerine yardımcı olmaya başlar. Çünkü aile, her bireyinin katıldığı ve ortak emeğin harcandığı bir imeceyle işlerini görür. Bir köylü ailesi, yıl on iki ay üretmenin peşindedir. Üretim, köylünün vazgeçilmezi… Ailenin yaşulularının yol göstericiliğiyle en küçük bireylerin bile sorumluluk aldığı bitmez bir imecenin emek adamlarıdır aile üyeleri. İşte, Arap Süleyman’ın çocukluğu da bağda, bahçede çalışarak ve hayvanlara göz kulak olarak geçti.

Zaman su gibi aktı. Arap Sülüman (Yörede Süleyman’ın söylenişi böyledir.) askerlik çağına geldi. Askerliğini, Şanlıurfa’da yaptı. Burada sürücülüğü öğrendi. Ülkemizin birçok genci okuma yazmayı, sürücülüğü, ustalığı ve yaşamda gerekli olan birçok önemli işi askerlikte öğrenir. Bu biçimiyle Türk Silahlı Kuvvetleri yalnızca savaşa ve ülke savunmasına hazırlık yapılan bir yer değil, büyük bir eğitim kurumudur. Motorlu taşıtların yeni yeni ortaya çıktığı ve ülkemizin dört bir yanına yaygınlaştığı bir dönemde sürücü eğitiminin merkezi oldu TSK.

Arap Arap Süleyman’ın büyük dedeleri çok esmer olduğundan ona ve ailesine “Arap” unvanı verildi köylülerince. Onu tanıma onuruna erenlerdenim. O, otobüsçülüğe başladığında Çal ilçe merkezinden Çallıoğlu ve Çavuşoğlu ile Bekilli’den Dönmezlerin otobüsü vardı. Dördüncü olarak da o, otobüsünün direksiyonuna geçti. İlk aldığı otobüs iki işlevliydi, Ön yanındaki dört beş sıra yolcular içindi. Yolcular için bölünmüş yerin arkasında kasa vardı. Buraya da yolcular eşyalarını koyarlardı.

Arap Süleyman otobüs alıncaya dek köylüler çarşıda pazarda satacakları ürünlerini Çal ya da Denizli pazarına at arabalarıyla götürürlerdi. Bu da önemli bir zaman yitimiydi. Ekonomik açıdan da zorluklar getirirdi çiftçiye. Çiftçi, ürününü sattıktan sonra zorunlu gereksinmelerini pazardan alıp geri dönerdi. Bu nedenle onun çift işlevli taşıtı köylülerinin işine çok yaramıştı. Sonraları bu taşıtı satıp benim de defalarca yolculuk ettiğim Austin’i satın aldı. Burunlu bir otobüstü bu.

Arap Süleyman, uzun süre Necati Karagöz ve Faik Özden’le İsabey’in, Yazır’ın, Mahmutgazi’nin yükünü, yolcusunu taşıdı. Arada sırada Denizli yolu boyunca yer alan köyler de bu otobüslerden yararlandı. Sabahleyin İsabey’den en son kalkardı onun arabası. Çünkü bir gün öncesinden yer ayırtıp geciken son yolcuyu da beklerdi o. Denizli’den köye dönerken de en son kalkan otobüsçüydü. Kimi zaman hava kararırdı o yola çıktığında. Onu temel ilkesi, yolcuyu yolda bırakmamak; köylülerini, yani komşularını almadan yola çıkmak yakışık almazdı.

Doğumu sancıları başlayan kadınların eşleri ya da herhangi bir  aile üyesi gece yarısı gelip kapısını çalardı Denizli’ye sayrıevine yetişmek için. Üşenmeden kalkardı tatlı uykusundan ivedilikle geçerdi direksiyon başına. O yıllarda telefon yoktu evlerde.  Kimi zaman bebek, bekleyemezdi sayrıevine ulaşmayı. Bu nedenle dünyaya gözlerini açmak için ivedilik gösteren bazı bebekler, otobüste doğardı. Doğal olarak ilk çığlıklarını da Arap Süleyman işitirdi. Kim bilir yaşamı boyunca kaç bebeğin çığlığını işitmiştir?

Pazartesi günleri Çal’a giderdi. Çünkü pazar kurulurdu o gün. Diğer günler ise Denizli’ye gidip gelirdi. Pamukkale ve Çamlık bayramları kutlanırdı o yıllarda. Bu bayramlar, baharda olurdu. İşte, bu günlerde bu bayramlar için  Denizli’den yolcu taşırdı. Dinsel bayramlarda işleri çoğalırdı. Büyük otobüs firmaları kentlerarası yolcu taşımaya yetişemezdi. Bu nedenle firmalar, Arap Süleyman’ın taşıtıyla ek seferler düzenlerlerdi. O da oğlu küçük Yılmaz’ı yanına alıp büyük kentlerin yoluna düşerdi gece gündüz demeden. Bu yüzden evinde, çoluk çocuğuyla doğru dürüst bayram geçirdiği söylenemez.

İsabey kasabasının çocukları, gençleri neredeyse bir seferberlik içinde okumaya başladılar. Neredeyse her ailenin en az bir çocuğu Denizli’de öğrenciydi. Bu öğrencilerin çoğu derme çatma evlerde kalırdı. Çoğu zaman hafta sonları gelmezdi öğrenciler köye hem derslerinden geri kalmasın hem de yeni masraf kapısı açılmasın diye. Aileler; çocukları için yufka ekmeği, mevsimine göre kuru ve yaş üzüm, tarhana, bulgur, fasulye, mercimek, nohut, pekmez, süzme yoğurt gibi yiyecekler gönderirlerdi Arap Süleyman’la. Çoğu öğrenci, Denizli otogarına uğrar beklerdi otobüsü boş zamanlarında. Herkesin emanetini verirdi teker teker. Otogara gelemeyenler olursa onlara haber gönderirdi arkadaşlarıyla gelip yiyeceklerini alsınlar diye. Bu işin parasal karşılığı yoktu otobüsçüler için. Aynı şeyi Necati Karagöz ve Faik Özden de yapardı. Yaptıkları işle bir yandan evlerini geçindirirken diğer yandan da bir kamu hizmeti görürlerdi. İnsanlığın ölmediği, paraya tapılmadığı yıllardı o zamanlar. Bu yıllarda İsabey’in otobüsçüleri kışın, Denizli’ye giden çocukların yanlarında götürdükleri yakacak odunları bir kuruş almadan taşırlardı arabalarıyla.

Süleyman Yılmaz’ın otobüsüne, yolcuları rahatsız edecek denli sarhoş binemezdiniz. Yolcuları, özellikle de kadınları rahatsız etmek büyük suçtu. Bir yandan yola bakarken diğer yandan gözet aynasından arabanın içine bakardı. Olumsuz bir durumun olduğunu gördüğünde arabayı sağa çekip yanında bulunan sopayı alarak bu bozguncunun üzerine yürüyüp onu otobüsten indirirdi. Böyle bir durumda havanın, mevsimin durumuna, yerin ıssızlığına ve uzaklığına bakmazdı. Çünkü arabası onun evi, yolcuları da konuklarıydı. Onların rahatı ve güvenliği ondan sorulurdu.

Arap Süleyman’ın eşi Sıdıka Yılmaz Hanım, İsabey’de bakkal dükkânı işletti yıllarca. Adı, Nur Bakkal… Bakkalın yanı sıra manifaturacıydı Sıdıka Hanım. Sattığı ürünleri de eşi Süleyman Bey taşırdı Denizli’den. Bu dükkândan çocukluğumda alışveriş yaptığım anlar oldu. Bir kadının genellikle erkeklerin yaptığı ticaret işinde olması beni sevindirirdi. Bu nedenle o bakkala gidip bir şeyler almayı çok severdim. Çünkü aldıklarıma bir kadının, bir annenin eli değiyordu. Dükkânın içinde anne şefkatini, sevgisini görmek olanaklıydı.

Arap Süleyman, 4 Temmuz 1993’te bu dünyadan göçüp uçmağa vardı. Geride yaptıkları ve adı kaldı. İsabey’den Denizli’ye okumak için giden yüzlerce öğrencinin bu özverili insanı unutması olanaklı mı? Ben de unutmadım onu ve onun burunlu otobüsünü.

                                                                            Adil Hacıömeroğlu

                                                                            17 Mayıs

 

1 yorum:

  1. Adil öğretmenim , güzel memleketinizin , yüce gönüllü insanlarıyla yaşayıp anlar biriktirmek ne kadar önemli , isimlerini anarak yaşatmak ..Onurlu , gururlu davranış sergileyen insanların adları daima yaşatılır.Nerede emek varsa orada bereket vardır .Bahçelerin , bağların bereketi,okul tatil olunca memlekete gitmek hepimizi heyecanlandırırdı.Yunus gönüllü olmak , Yunus gibi yaşamayı gerektirir .Yunus gönüllü olanlara selam olsun .🙏🏻🌺Yol odur ki doğru vara .Göz odur ki hakkı göre .. Er odur ki alçakta dura Yüceden bakan göz değil .

    YanıtlaSil