Osmanlı
Devleti, sanayi devrimini ıskalayınca gerilemeye başladı. Altı yüz yıl boyunca
bir tarım toplumu olarak kaldı. Sanayide gelişemeyen ülke, tarımda da ilkelliğe
tutsak oldu. Modern tarıma geçemedi. Karasabana dayalı bir tarım söz konusuydu.
Tarımda
makineleşme, tohum ıslahı, gübreleme, sulama, ilaçlama gibi üretimi artırıcı
uygulamalar yapılamadı. Bu da olmayınca üretim artmadı, toprak verimsizleşti.
Böyle olunca da halkın temel gereksinmeleri bile zorlukla karşılandı. Bu da
halkın dolayısıyla ülkenin giderek yoksullaşmasına neden oldu.
Ekonomik
yoksulluk, siyasal ve askersel alanlarda güçsüzlüğü getirdi. Teknolojik
gelişmelere ayak uyduramayan Osmanlı ordusu, ne yazık ki katıldığı savaşların
neredeyse tümünü yitirdi. Bu, askerlerde özgüven yoksunluğunu getirdi. Bu
nedenle birçok savaşta asker cephelerde tutulamadı. Seyrek de olsa kahramanlıkların
olması, bu gerçeği ortadan kaldırmaz.
Ekonomik
çöküş, Osmanlı devletini baş düşmanlarına el açmak zorunda bıraktı. Kırım
Savaşında (1853-1856) İngiltere ve Fransa, kendi çıkarları nedeniyle Osmanlının
yanında yer aldılar. Amaçları Rusya’nın Avrupa’daki sınırlarını genişletmesini
engellemek ve sıcak denizlere inmesini önlemekti. Osmanlı, bu savaşın
maliyetini karşılayacak durumda değildi. Bu nedenle savaş harcamalarını kendi bütçesiyle
karşılaması olanaksızdı. Karşılayamayınca da o dönemin en büyük ekonomik gücü
olan İngiltere’nin kapısını çaldı. 1854’te iki İngiliz bankasından toplam beş
milyon sterlin borç aldı. Sonrasında bu borçlanmalar arttı. Yalnızca İngiltere’den
diğer batılı sömürgeci ülkelerden de borç alındı zaman içinde.
1854’ten
1874’e dek on beş ayrı dış borçlanma yapıldı. Alınan kredilerin toplamı, 239
milyon lira… Oysa Osmanlı hazinesinin eline geçen para ise 127 milyon liradır.
Aradaki fark ise borcun üremidir. Emperyalistler, verdikleri paradan peşin
olarak üremi kesiyorlardı. O günün koşullarına göre bu borçlanma anormal bir
düzeyde ve çok kötü koşullardaydı. 1874’e gelindiğinde Osmanlı yönetimi ödemesi
gereken borcun aybölüklerinin yarısını bile ödemekte zorlanmaktaydı. Bu durum,
borcu borçla ödeme politikasının sonucuydu.
Öyle
bir zaman geldi ki Osmanlı devleti, aldığı borçların ödeme konusunda iyice sıkıştı.
1881’de Osmanlı, ekonomik iflasını açıkladı. Hazine; dış borçlarla Osmanlı Bankası’ndan
ve Galata bankerlerinden aldığı paraları ödeyemeyeceğini söyledi.
Avrupalı
emperyalistler, alacaklarını almak için İstanbul’a baskı yapmaya başladılar. Padişah
II. Abdülhamit, Duyunu Umumiye (Genel Borçlar) yönetimini kurdu. Bu, devlet
içinde devlet demekti. Ülkenin önemli gelirlerine el kondu. Tütün, tuz, ipek, damga,
balık avı, alkollü içkiden alınan vergilerle devletin tüm geliri iç ve dış
borçlarını ödemeye ayrıldı. Borçları ödeme, vergileri toplama görevi Duyunu
Umumiyeye verildi. Görülüyor ki kendi vergisini bile toplayamayan bir devlet
ortaya çıktı. Bundan anlaşılacağı üzere yabancıların yönetiminde olan bu
kuruluş, Osmanlının neredeyse tüm gelirlerine el koydu. Böylece Osmanlı yönetimi,
devletin ekonomiyi yönetme yetkisini önemli ölçüde emperyalist ülkelere
devretti. Aslında bu, açıkça devletin egemenliğinin büyük ölçüde yabancı güçlere
devredilmesi demek. Bu durum, Osmanlının emperyalistlere teslimiyeti anlamına
gelir. Lozan Antlaşması ile 1923’te Duyunu Umumiye ortadan kaldırıldı.
Gelelim
günümüze… Tarihten ders almayan günümüz siyasetçileri, borçlanma ekonomisini
yeğlemekteler. Üretmek yerine, borçlanmayla ekonomiyi yürütmekteler. Kendi
ulusal gücüne dayanmak yerine, emperyalistler bel bağlamaktalar. Bu da giderek
dayanılmaz bir duruma gelmekte. İçinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntıların nedeni,
bu borçlanma ekonomisi. Halkımız bu nedenle yoksullaşmakta, ülkemiz bu yolla
soydurulmakta emperyalistlere. Ne yazık ki 1938’den sora iktidar olanların giderek
üretimden, kendi gücümüzle kalkınıp gelişme anlayışından vazgeçen siyasetçiler,
ülkemizi borç batağına soktular. Bu da birçok sorunda ülkemizin elini, ayağını
bağladı.
Dış
borç yaparak bir ülke kalkınmaz. Emperyalizm, senin kalkınman için borç vermez;
seni sömürmek için kesenin ağzını açar. Atalarımız: “Elden gelen öğün olmaz, o
da zamanında gelmez.” sözünü boşuna söylememiş. Bu nedenle hiç olmazsa
atalarımızın sözüne kulak vermeliyiz ki Osmanlının düştüğü batağa düşmeyelim.
Adil
Hacıömeroğlu
7
Mayıs 2024
Türkiye bağımsız bir devlet değil. Dış politikadaki atıp tutmalara da aldanmamak lazım. Müstemlekeyiz!!! Tanıyı doğru koyalım ki, tedavisi mümkün olsun. Dikkat edelim sömürü derinleştikçe sahte bağımsızlık algısı, tarihsel büyüklük hezeyanları gibi algı bozuklukları da derinleşiyor. Bu açıdan bakınca efendisi fakirleşen kölenin de fakirleşmesi kaçınılmaz. Efendimiz ABD ve Batı'nın akıbeti de bizim geleceğimizi belirleyecektir.
YanıtlaSilOsmanlıyı Cumhuriyetin yıktığı kafası ile hareket edenler de okusa bu yazıyı keşke. Yanlış siyasetle borç batağına düşmesi yanında bir de kaybedilen milyon metre karelik topraklar var. Üstelik; türlü zorluklarla, kısıtlı mühimmatlarla kurtarılmış bir vatana miras bırakılan borçlar da cabası. Vatanın tamamen elden çıkmasına ramak kalmıştı. Büyük önder Mustafa Kemal Atatürk, silah arkadaşları, kahraman Mehmetçiklerimiz ve vatan sevdalısı milletimiz sayesinde sömürge altında ezilmekten kurtulduk. Hepsinin ruhu şad olsun.. Bugün yaşanılanlar da o dönemin tekrarı gibi ☹️ kaleminiz var olsun Adil bey. Kutluyorum 👏👏
YanıtlaSilSaygılarımla
Nilgün Baş
Düyun-u Umumiye İdaresi, Osmanlı İmparatorluğunun bağımsız bir devlet olarak maliyesini yönetme, vergi koyma ya da kaldırma, vergi oranlarını değiştirme gibi hükümranlık haklarının bir bölümünü elinden almıştır.Ne acı değil mi? Ve tarihten ders almamak.Liberal politikalar Osmanlıyı ekonomik çöküşe sürükledi.Ve maalesef T.C. yöneten sağ iktidarların liberal politikaları da halkı yoksullastirdi.Dış norç devasa büyüdü.Tarihten ders almamak ve yanlışları yinelemek bu ülkenin kaderi olmamalıdır.
YanıtlaSilSon derece eğitici bir yazı ben hep İzmir İktisat Kongresinin üstünde dururum ;daha sonra Istanbul İktisat kongresi ile konu dahada kötü duruma geldi
YanıtlaSilOsmanlı'nın düştüğü batağa düştük efendim düştük.
YanıtlaSil