Devletler,
egemenliklerini tamamen ya da kısmen yitirdiklerinde onların tam
bağımsızlığından söz edilemez. Devlet, kurulduğu topraklar üzerinde ve bu
topraklarda yaşayan insanları yöneten, egemenlik kuran bir aygıt. Halkının bir
bölümünün egemenliğini, başka bir devlete terk ettiğinde devlet olma görevi yerine
getirilemez.
Kimileri
Osmanlı Devleti’nin olağanüstü bir usla yönetildiğini, altı yüz yıl boyunca dünyaya
hükmettiğini savlar. Bu kişiler, her padişahı Fatih gibi dahi sanır. Osmanlı,
26 Ocak 1699 tarihinde imzaladığı Karlofça Antlaşması ile hem büyük devlet olma
özelliğini yitirdi hem de bundan sonra sürekli kendini savunmak zorunda kaldı.
Bu antlaşmadan sonra hızlı bir gerileme dönemine girdi. Askersel ve ekonomik alanda
caydırıcılığı ortadan kalktı. Birkaçı dışında girdiği savaşların çoğundan
yenilerek ayrıldı. Her savaşın sonunda bir anlaşma yapıldı. Bu anlaşmaların birçoğu,
tarihten ders çıkarmak açısından incelenmeye değer. Osmanlının gerileme ve
dağılması hem savaş alanlarında hem de anlaşma masalarında sürdü. Bu durum, devlet
yöneticilerinin birçoğunda büyük bir özgüven yitimine neden oldu. Bu gerileme
ve dağılmanın nedenleri üzerin kafa yoranlar olsa da bu kişilerin düşüncelerine
değer verilmediğinden etkisiz kaldılar.
Osmanlının
Karlofça’dan sonra imzaladığı en kötü anlaşma, Rusya ile 21 Temmuz 1774’te
yapılan Küçük Kaynarca Antlaşması. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti, egemenlik
haklarının bir bölümünü Rusya’ya devretti. Nasıl mı?
Küçük
Kaynaca Antlaşması’nın maddelerinden biri şöyle: “Ruslar, Osmanlı
topraklarındaki Ortodoksları haklarını koruyacak.” Bu maddeden ne anlaşılıyor? Anadolu
ve Osmanlı topraklarında Ortodoks Rumlar yaşamaktaydı. Ayrıca Osmanlı egemenliğinde
olan Bulgaristan, Sırbistan, Yunanistan ve Balkanlar’ın birçok yerinde yaşayan çok
sayıda Ortodoks vardı. Osmanlı Devleti, anlaşmanın bu maddesini kabul ederek Ruslara,
Osmanlının içişlerine karışma hakkını verdi. Rusya, Ortodoksları koruma gerekçesiyle Osmanlı
Devleti’nin içişlerine sık sık karıştı. Osmanlının egemenlik haklarının bir
bölümünü üstlenmiş oldu. Bu durumdan yüreklenen Ortodokslar, kendi aralarında
hızla örgütlenerek bağımsızlık yoluna girdiler. Böylece Osmanlı Devleti
parçalanma ve dağılma sürecine girdi bu anlaşmayla.
Küçük
Kaynarca Antlaşmasını bir diğer maddesi de şöyle: “Ruslar, İstanbul’da sürekli
elçi bulundurabilecek ve Balkanlar’da istedikleri yerde konsolosluk
açabileceklerdi.” Bu sayede Rusların Balkanlar’da Panslavizm amaçlarına ulaşmaları
kolaylaştı. Konsoloslukları aracılığıyla Slav ulusçuluğunu örgütlediler. Balkanlar’daki
Slavları, dinsel ve ırksal temelde Osmanlıya karşı kışkırttılar. Böylece Balkanlar’daki
kopmanın, bağımsızlık isteklerinin önü açıldı. Ardından peş peşe başkaldırılar
oldu.
Osmanlı
Devleti’nin yaptığı birçok anlaşma, diplomatik başarısızlıklarla dolu. Bu
anlaşmalarda, Küçük Kaynarca’da olduğu gibi, öngörüsüzlük egemen. Geleceği
göremeyen, tarih bilgisi olmayan kişilerin devlet görevinde bulunması
yönettikleri ülkeye çok zarar vermekte. Osmanlıda liyakat göz ardı edilince
devlet kademelerinde siyasal çürüme başladı. Düşman dışardan saldırırken içerde
de liyakatsiz yöneticiler, bir kurt gibi kemirdiler devlet aygıtını. Bu nedenle
de yıkım hızlandı.
Büyük
Taarruz Utkusu ile Türk Ulusu yenilginin tinsel ezikliğinden kurtuldu. Ulusal
bir özgüven yerleşti yurttaşlarımızın yüreğine.
Sonrasında 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması ile süngüyle
kazandıklarımızı masada da aldık. Bu nedenle Lozan, Türk tarihinin dönüm
noktası ve ulusça varlığımızın nedenidir.
Adil
Hacıömeroğlu
9
Mayıs 2024
Ünlü Rus entelektüeli ve Avrasyacılık fikrinin kurucularından Trubetskoy der ki: "Bir ülkenin yönetim şekli, o ülkenin akademisinde, medyasında, sanat dünyasında, ekonomisinde önde gelen insanların nasıl seçildiğiyle ilgilidir. Osmanlı'nın son zamanlarında etkin olan misyoner okullarının bir kısmı Lozan'dan sonra da kapatılmamış. Kapatılmasını savunan Şükrü Kaya gibi devlet görevlileri de siyasetten uzaklaştırılmıştır. Osmanlı'da 19. yy'da bürokraside, ticarette ve düşün hayatında egemen olmaya başlayan ve ekseriyetle kendi geleceklerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit etmiş "Tanzimat zümresi" varlığını Cumhuriyet döneminde de koruyarak devam ettirmiş ve kazanıldığı düşünülen bağımsızlığın da sonunu getirmişlerdir. Tayfun Er'in Erguvaniler isimli kitabını okuyanlar ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Ayrıca erken dönem Cumhuriyet edebiyatının en önemli isimleri de eserlerinde bu esef verici durumu anlatmışlardır. Kemal Tahir'in Esir Şehir Üçlemesi, Reşat Nuri Güntekin Gizli El, Yakup Kadri'nin Ankara eserleri gibi...Akademik düzenini oturtamamış, işbirlikçi burjuvasına büyük sanayici, parti kalemşoru gazetecisine aydın, NATO üyesi ordusuna peygamber ocağı, konsolosluk meraklısı siyasetçilerine devrimci diyen bir toplumun da bağımsızlığı olsa olsa bir seraptır.
YanıtlaSil