TÜRKİYE’NİN KIZI, NARİN


Narin, Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe köyünde doğmuş, ancak orada büyüyememiş sekiz yaşında toprağa düşmüş bir küçük kız. 21 Ağustos 2024 Çarşamba günü sonsuz yolculuğuna çıkarıldı feodal düzenin artığı bağnazlarca.

         26 gündür onun canına kıyan kişiyi bulmak için çalışıyor jandarma ve yargı. Koca köy, dilini yutmuş konuşmuyor. Bir yürekli insan çıkıp da akabalayla dl köyden bir çocuğun katilini açıklayamıyor. Oysa o köyde yaşayanların neredeyse hepsi birbiriyle akraba. Herkes gerçeği biliyor, ama bilmezden geliyor. İçi içine sığmayan o hep gülen iki çift gözü söndüren, o kıpır kıpır el kadar bedenden canını alan eller bir türlü ortaya çıkarılmıyor.

         21 Ağustos’tan beri her yanda Narin var. Neredeyse tüm televizyon kanallarında onun haberleri. Okulda, evde, düğünde çekilmiş fotoğrafları, videoları gösterilmekte. Allah aşkına bir çocuk bu kadar mı sevimli olur? Neredeyse her fotoğrafta ve videoda gözbebekleriyle gülmekte. Gülüşü gözümün önünden gitmiyor. İçten bakışları içime işliyor.

Hele bir görüntüsü var… Sınıf arkadaşlarıyla elinde Türk bayraklarını sallayarak yürüyorlar. Sanırım bir ulusal bayramın kutlamasından bu gülüşlü güzel görüntü. … Bir insan bu kadar mı güzel güler? Mutluluğu yol yapmış, yürüyor üstünde. Bayrakları salladıkça gülüşleri bayrağın yeliyle gökyüzünde salıncak oluyor. Bayraklar birden uçurtma olup gökyüzüne ağıyor. Bulutların üstüne çıkıp kanatlanıp meleğe dönüşüyor, bilinmeyen gezegenlere doğru yol alıyor.

Gülüşüyle anlatıyor her şeyi Narin Kız. Uzun ömürlü bir insanın ömrü boyunca gülüşünü, Narin Kız, sekiz yıllık kısacık dünyasına sığdırdı. Ona bu gülüşü, yaşama sevincini çok gördüler nedense. Hem de en yakınları…

Narin; lider ruhlu, içinden geldiği gibi davranan, yaptığı her işten zevk alan bir kız çocuğu. Düğün töreninde duruşu, yürüyüşü büyüklerine taş çıkartır. Bir çocuk, giydiklerini bu denli iyi mi taşır bedeninde? Arkadaşlarının en küçüğü olmasına karşın her şeyde öncü.

Narin, Türkiye’nin kızı oldu. Seksen beş milyon yurttaşımızın evlerinin baş köşesinde yerini aldı. Yalnızca evlerin mi baş köşesinde ? Değil… Asıl onun yerleştiği yer yüreklerimiz…

Narin’i kim mi öldürdü? Onu yüz yıldır Atatürk’ün izinden gitmeyip feodaliteyi tasfiye etmeyen siyasetçiler öldürdü. Hatta parti çıkarları için feodal ağaları, Gazi Meclis’imize taşıyan kıtuslu, öngörüsüz siyasetçiler hazırladı bu ölüm düzeneğini. O ölüm düzeneklerinin bataklığında PKK ve Hizbullah gibi terör örgütleri boy attı. Yüzlerce yıldır şiddet kültürünün baskıladığı bir toplumsal yapıda Narinlerin yaşaması olanaklı mı?

Sahi, televizyonlarda yapılan uzun uzun yorumlarda, derin çözümlemelerde feodaliteden söz eden oldu mu hiç? Olsa şaşarım zaten. Çünkü feodal yapı malzeme yaratır bu kokuşmuş düzen için. Egemenlerin bağımlı olduğu emperyalistler Cumhuriyet’ten önce de sonra da feodaliteyi kullanmadı mı iç karışıklık çıkarmada.

Ah Narin’im ah, bu koca dünyada beş para etmez birçok kişi yaşayıp giderken sana el kadar yeri çok gördüler. Kim mi seni ayırdı o çok sevdiğin yaşamdan? Aynı kandan, aynı candan vücut bulduğun en yakının olan kişi. Yüz yılların katmerleştirdiği şiddet kültürü, Ortaçağ karanlığının bilgisizliği; senin gibi yürekten gülen birine yaşama hakkı tanır mı?

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  16 Eylül 2024

NEFRET BİRİKTİRENLER


“Nefret” dilimize yerleşen Arapça kökenli bir sözcük. TDK Sözlüğünde anlamı: “Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu.” demek. Bu sözcüğe Türkçe karşılık olarak “tiksinme” gösterilmiş sözlükte.

Günlük yaşamımızda “nefret” sözcüğünü, bazı kişilerden sıkça işitiriz. Nefret dolu kişi: insanlardan, hayvanlardan, bitkilerden. çalışmaktan, işyerinden, mahallesinden, evinden, ülkesinden, topraktan, soluduğu havadan, içtiği sudan, yağmurdan güneşten, yaşamdan, yediği yemeklerden, aşevi kokusundan, yazdan, kıştan, bahardan, güzden, geceden, gündüzden, sıcaktan, soğuktan, akrabalarından, arkadaşlarından, dostlarından, yolda yürüyenlerden, bir yerde oturup keyif çatarak söyleşenlerden, ağlayıp gülenlerden, yoksuldan, varsıldan, zayıftan, güçlüden, uykudan, uyanıklıktan, çocuktan, yaşlıdan, erkekten, kadından, kendisi gibi olmayandan, farklı düşünüp yaşayandan, özellikle kendi geçmişinden, kısacası yaşama ilişkin ne varsa her şeyden nefret eder.

Nefret duygusu, kişiye bir yük… Nefretle yaşayan biri, her geçen gün bu yükü artırır. Yük ağırlaştıkça insan, bu yükün ağırlığına dayanamaz. Bu ağır yük, onu hem bedensel hem de ruhsal olarak çökertir. Nefretin çökerttiği beden ve ruh, zamanla çürür içten içe. Bu, sağaltımı zor bir durum...

Nefretle dolu kişi, giderek kendini toplumdan soyutlar. Kalıcı, içten arkadaşlıklar kuramaz. Onlara çok değer vermez. Arkadaşlığın sürdürülmesi için karşısındaki adım atar. Arkadaşlarını çok fazla önemsemez, onlara değer vermez.

Nefretle çürüyen ruha sahip kişilerin en önemli özelliği sevgi ve saygıdan yoksunlukları. Kolay kolay kimseyi sevemez bu insanlar. Sevse de bunu karşındakine belli etmemeye dikkat eder. Sevgisi, mevsimsel yeller gibi esip geçer. Sevgi onun için en çabuk ve kolay tüketilen bir duygu... Karşısındaki kişinin incir çekirdeğini doldurmayacak bir sözü ya da bir bakışı, ona olan sevgisini bir andan ortadan kaldırmaya yeter de artar bile.

Kişilere, insan emeğine, farklı düşünceye saygıları sıfırdır nefret yüklünün. En küçük bir tartışma, farklı bir görüşün ortaya atılması nefrete dönüşebilir hemencecik, bu da düşmanlığa. Bu bakış açısı onların dostluklarını azaltıp yok ederken düşmanlıklarını çoğaltır.

Nefret yüklünün güldüğünü görmek çok zor... Genellikle asık yüzlüdür. Ona şaka, espri yapılmaz. Dostça takılmalara sert karşılık verir ya da küser. Kendi belirlediği konuların dışında söyleşmez. Keskin, kesin, kalın çizgilerle sınırlar çizer. Birçok konuda saplantılıdır. Bu nedenle yanlışını gördüğünde doğuyu benimsemez. Yanlışı savunmakta ayak diretir. Yanlışı kabullenmeyi; yenilmek, ezilip yok olmak olarak algılar.

Küçük hataları abartarak sorun haline getirmekte uzmandır. Küçük yanlışları büyütürken doğru, güzel, iyi yapılan davranışları görmezden gelir. Ondan karşısındakine övgü içeren sözler işitmek çok zor. O, yergi için vardır. Yergisine de yergi denmez aslında. Yergi adı altında yerin dibine batırır karşısındakini. Bu davranışı yediden yetmişe değişmez. Çocukların yanlışları karşısında bile acımasızdır. Onların yanlışlarından öğrenerek büyüyecekleri gerçeğini görmezden gelir. Bağışlamak, anlayış göstermek, hoşgörülü olmak, düşünce ve olaylara olumlu bakmak onun için geçerli değil. Hep bardağın boş yanını görür. Bu, derin bir karamsarlığın da nedeni.

Evet… İnsan, bir yaşam boyunca bir nefret yüküyle nasıl yaşar? Bu yükün altında ezim ezim ezildiğini niye fark edemez? Nefret yükünden kurtularak erinç içinde, sevgi dolu, saygı çerçevesinde, mutlu bir yaşam sürmek olanaklıyken nefret yüküyle kırıp dökmek neden? Sevgi biriktirmek yerine, bunca nefret yükü altına girmenin anlamı ne?

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  16 Eylül 2024

KÖTÜ İNSAN, KİME DENİR?


İnsanoğlu, ilk dünyaya gelişindeki doğası gereği hep iyiye, güzele yönelik duyup düşünür. Yine insan, doğası gereği dünyaya geldiği günden başlayarak hep umutla doludur. En olumsuz koşullarda bile insanın yüreğinde bir umut fidanı filizlenip göverir. Umut yiterse yaşam da biter.

İnsan, içinde hem iyiyi hem de kötüyü saklar. İyiyi besleyip çoğaltırsa iyiyle dolar içi dışı. İçindeki kırıntı durumundaki kötülüğü besleyip büyütürse kötü insan ortaya çıkar. Bundan da anlaşılıyor ki insan isterse iyi, isterse kötü olur. Bunda doğup büyüdüğü, yaşadığı toplumun büyük etkisi var.

İnsanın doğup büyüdüğü çevre, onun bilincini, duygularını, insanlarla ilişkilerini belirlemede önemli rol oynar. Küçükken çevresindekilerin etkisiyle yaşanan tinsel sarsıntılar, kişinin belleğinde, yüreğinden kolay kolay silinmez. Bu, derin bir yara… Bu yaranın iyileşmesi için bilinçli bir sağlatım gerek. Sağlatım için uzman kişilerden yardım alınması en doğrusu. Ancak insan; yüreğinde, belleğinde yer eden bu yarayı fark ettiğinde bunu iyileştirmesi için kişisel bir çaba içine de girmeli.

Kötülük, insanın içine girdiğinde her hücresine yayılır hızla. O, ilk önce insan yüreğindeki iyilikleri yer bitirir. Çünkü kötülük, iyiliği tüketen bir canavar. Kötülük; tüm bedeni, ruhu kapladığında kişi insanlıktan çıkar, tanınmaz duruma gelir, ne yaptığını bilmez. Kötücül; kötülük yapmayı, karşısındakini üzmeyi çoğu zaman bilerek yapar. Bunu yaparken de karşısındakine üstün çıktığını düşünür. Bu üstün çıkmanın altında yatan, derin bir öç alma duygusu. Çünkü kötücül, çevresindeki herkese düşmanlık duyar. Bu düşmanlığın belirgin bir nedeni yok! İnsanın varlığı bile onun için düşmanlık duyma nedeni. Karşısındaki kişinin giyimi kuşamı, konuşması, gülmesi, yaptığı iş, aile çevresi, etnik kökeni, dinsel inancı, mesleği, düşküleri, eğinsel yapısı, dünya görüşü, yiyip içmesi, yetiştiği ortam, arkadaşları, yetenekleri, yürüyüşü… gibi insana dair ne varsa başkasına düşmanlık nedenidir.

Kötücülün en belirgin özelliklerinden biri, çok açık bir biçimde olan aşırı kıskançlığıdır. Karşısındaki kişilerin değerli, değersiz neyi varsa kıskanır. Aslında kıskançlığı, içinde herkese karşı çığ gibi büyüyen kini örtmek içindir.

Kötücüller, karşısındaki kişiler için sürekli olumsuzluklar üretir. Bu düşsel olumsuzlukların gerçekle bir ilişkisi yok. Bu düşsel kurgulara, kişi zamanla inanır. Onları gerçek sanır. Bu sözde gerçekler, zamanla inanca dönüşür ve her şeyin önüne geçer. Duygu ve düşünce sistemi, tamamen bu uydurma inancın üstüne kurulur.

Binlerce olumlu sözün arasından bir olumsuz cımbızla çekilip alınır. Bu, çekiştirilip, köpürtülüp büyütülerek bir deve dönüştürülür. Kötücüller duygudaşlık yapmaz, olumlulukları görmez. Karamsarlık, güvensizlik belirgin bir bakış açısıdır onla için. Tartıştığı kişiyi düşman beller. Bağışlama onların kitabında yazmaz.

Kötücül, kötülüğü bile bile yapar karşısındakine. Aile üyelerine yaşamı zindan eder. Saldırıya geçtiğinde “Bu kişi benim çocuğum, eşim, kardeşim, arkadaşım, annem ya da babamdır.” diye düşünmez. Kendince öç alma isteği tüm duygularının önüne geçer. Karşısındaki kişiyi kırıp döktüğünde mutlanır. Yer ve zaman kavramını yitirmiştir. Neyi, nerede, kimlerle konuşacağını bilmez. Hangi davranışın nerede yapılacağı onun için önemsiz bir şey. Utanma, ayıp duygusu giderek yok olur. Halkımızın dediği gibi “Ne Allah’tan korkar ne de kuldan utanır”. Özellikle toplum içinde insanları aşağılamak, küçük düşürmek onlar için utku sayılabilir.

Kötülük yapmak, kötücül için bir yaşam biçimine dönüşür. Laf sokmayı, karşısındaki kişinin sinir uçlarına dokunmayı, ilişkide bulunduğu insanların duyarlı olduğu noktaları ve bam telini iyi bilir. Özellikle karşındakinin kutsallarına, değerlerine saldırır. Bunu ölçüp biçerek yapar. Bu konuda uzman sayılabilir.

 Kötücüllerin yüzünün güldüğünü pek göremezsiniz. Şakalaşmak ve hiciv, kitaplarında yazmaz. Kötülüklerini en çok kendilerine iyi davrananlara kusar. Ona kötü davrananların karşısında suspustur. Gerginlik, sinir savaşı, kavga dövüşle geçen zaman onun için olağan bir durum. İnsanları kırıp dökmek onun için sıradan bir davranış.

İnsanı kötü yapan, biraz da yaşadığı olaylar. Çocukluk ve gençlik döneminde yaşanan kimi olumsuzluklar, onu kötücül yapar. Özellikle aile ve okul çevresi bu konuda çok belirleyici. Bu işin kurtuluşu var mı? Niye olmasın? Yeter ki kişi istesin bunu. Ölümden gayrı her şeyin bir çaresi var.

Kötü insan, kötülüğü bilerek yapan kişidir.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  15 Eylül 2024

 


11 EYLÜL 1919 PERŞEMBE


“Sivas Kongresi’nin son günü. 4 Eylül’de açılan Kongre’nin bugünkü sekizinci birleşiminde, Temsil Kurulu’nun mali kaynaklarının ne olacağı tartışıldı. Delegelerin gittikleri yerlerden topladıkları parayı göndermeleri kabul edildi. Üç delegenin orada bağışladığı 1.400 lira, teşekkürlerle kabul edildi. Sivas’ta haftada iki kez çıkarılacak İradei Milliye gazetesi için Hami, Vasıf, Mehmet Şükrü, Hüsrev Sami Beyler görevlendirildi. Sivas Valisi Reşit Paşa ve Üçüncü Kolordu Kumandanı Selahattin Bey’e teşekkür edilmesi, akşam Belediye’de eşrafın çağrılı olduğu bir açık toplantı yapılması ve yarın Cuma namazına toplanacak halka konferanslar verilmesi kararlaştırıldı. Yapılan açık oylama ile Karahisar-ı Sahip’ten Miralay Vasıf Bey, Eskişehir’den Hüsrev Sami Bey, Bursa’dan Hakkı Behiç Bey, Ankara’dan Ömer Mümtaz Bey, Denizli ve Aydın’dan Mazhar Müfit Bey, Niğde’den Ratipzade Mustafa Efendi Temsil Kurulu’nun yeni üyeleri olarak seçildiler. Bu altı kişinin eklenmesiyle Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Temsil Kurulu 16 kişiye çıkmış oldu. Erzurum Kongresi’nde Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey, İzzet Bey, Servet Bey, Şeyh Fevzi Efendi, Bekir Sami Bey, Sadullah Efendi, Hacı Musa Bey Temsil Kurulu’na seçilmiş, daha sonra tüzüğün bir maddesi uyarınca bunlara Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir de eklenmişti. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 97)”

Kongre’den sonra ilk iş olarak milletin kurtuluş iradesinin sesi olacak İrade-i Milliye gazetesinin çıkarılması oldu. Çünkü İstanbul’da yayımlanan gazetelerin çoğu, milletin sesine kulaklarını tıkamıştı. Onlar; işgalcilerin, teslimiyetçilerin, mandacıların yayın organıydı. Bu nedenle İrade-i Milliye’nin ilk sayısı 14 Eylül 1919’da Sivas’ta yayımlandı. Sivas’ta 16 sayısı çıkarılır bu gazetenin. Burada Vilayet Matbaası’nda basılır. Gazetenin adının altında: “Metalib ve Amal-i Milliye’nin Müdafiidir (Milletin arzu ve isteklerinin savunucusudur.).” yazmaktaydı. Daha sonra Temsil Kurulu Ankara’ya gelince burada yayınlarını 1922’nin sonuna dek sürdürür.

Temsil Kurulu’nun karşısına çıkan en büyük sorun, paradır. Bunun için de halka başvurulur. Yurttaşlarımızın helal kazançlarından bağışlar yapılır. Yurdumuzun kurtuluşu için insanlarımız, lokmalarını küçülterek artırdıkları paraları Temsil Heyeti’ne verirler.

“Sivas Kongresi bir bildiri yayımladı. Erzurum Kongresi’nin aldığı kararları bütün yurt için geçerli hale getiren kararların özeti şöyle: Ateşkes sınırları içinde kalan topraklar birbirinden ve Türkiye topluluğundan ayrılmaz bir bütündür. Bu bölgedeki İslam unsurları birbirinden ayrılmaz öz kardeştirler. Milli bağımsızlık için milli kuvvetleri etken ve milli isteği hakim kılmak esastır. Her türlü müdahale ve işgale, özellikle bağımsız Rum ve Ermeni devleti kurma çabalarına karşı birlikte savunma ve direnme ilkesi kabul edilmiştir. Müslüman olamayanlar için yeni ayrıcalıklar kabul edilmeyecektir. Hükümet bir baskı karşısında yurdun herhangi bir yerini terk veya ihmal ederse, buna karşı her türlü tedbir alınmıştır. İtilaf Devletleri’nden birinci maddedeki sınırların parçalanmasından vazgeçmesi ve halkın haklarına saygı göstermesi beklenmektedir. İstila amacı beslemeyen, milletin haklarına saygılı bir devletin fenni, sınai ve iktisadi yardımları kabul edilecektir. Hükümet meclisi toplamalı ve milli isteğe uymalıdır. Milli tehlikelere karşı kurulmuş dernekler, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilmiştir.

Temsil Kurulu Başkanı Mustafa Kemal, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Kuruluş bildirisini Sivas Valiliği’ne verdi. Dernek 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar, Anadolu hareketini yönetecek ve ikinci bir hükümet gibi çalışacaktır. Derneğin kuruluşu, daha sonra Cumhuriyet Halk Partisi’nin de kuruluş tarihi olarak kabul edilecektir.

Sivas Kongresi imzasıyla İngiltere, Amerika, Fransa, İtalya, Sırbistan, Felemenk, İsveç, Danimarka ve İspanya’nın İstanbul’daki temsilcilerine bir tel çekilerek millet meclisini toplamayan Damat Ferit Paşa Hükümeti’nin milleti temsil etmediği bildirildi. Bu hükümetin zulüm ve şiddetle ayakta kalmaya çalıştığı, milli birliği bozmak için İslam milletleri birbirine kırdırmaya giriştiği, milletle Padişah’ın temasına engel olduğu, bu nedenle hükümetle ilişiğin kesildiği anlatıldı. ‘Sulhun takarrürü de ancak millete müstenit bir Osmanlı kabinesi teşekkül etmekle kabul olunabilir.’ denildi. Telgrafta, genel güvenliği bozacak hiçbir harekete meydan verilmeyeceği üstlenilerek büyük devletlerin manevi yardımlarından emin olunduğu bildirildi.

Temsil Kurulu, kolordulardan doğrudan doğruya Padişah’a başvurulmasını istedi. Kolordulara verilen tel örneğinde Hükümet’in Kürdistan’ı ayaklandırarak yurdu parçalatmaya kalkıştığı, İstanbul Hükümeti’ne milletin inancı kalmadığı bildirilerek bu casus örgütünün, hakkında ivedilikle soruşturma yapılıp cezalandırılması istendi. Adaletli bir hükümetin kurulmasına kadar Hükümet’le ilişkinin kesildiği bildirildi. Kolordu komutanları telgrafları çekmeye başladılar. Temsil Kurulu’nun isteği üzerine telgraf merkezleri işgal edildi.

12. Kolordu Komutanı Ali Sait Paşa Konya’ya gelerek görevine başladı. Burada görev yapamayacağını anlayan Sait Paşa, 25 Eylül’de şehirden ayrılacaktır.

7 Eylül’de İstanbul’dan yola çıkan General Harbord Kurulu, Konya’ya geldi. Harbord 20 Eylül’de Sivas’a gelecek, Mustafa Kemal ile görüşecek ve oradan Doğu’ya hareket edecektir.

İngiltere’nin İstanbul Yüksek Komiseri Amiral de Robeck, İstanbul’a geldi. İlk Yüksek Komiser Calthorpe, 13 Kasım 1918’de gelmiş, 5 Ağustos’ta İstanbul’dan ayrılmış ve 26 Ağustos’ta görevini Robeck’e devretmiştir. Calthorpe’un ayrılışından beri yerine Amiral Webb vekâlet ediyordu. Üçüncü başkomiser Rumbold ise İstanbul’a 17 Kasım 1920’de gelecektir.

Salih Bey (Bozok) Bekirağa Bölüğü’nden tahliye edildi.

Ticaret ve Ziraat Bakanı Tahir Hayrettin Paşa’nın istifası kabul edilerek yerine Hadi Paşa atandı. Hadi Paşa 2 Ağustos’ta Genelkurmay Başkanlığı’na atanmıştı.

Albayrak: Sivas Kongresi ile ilgili haberler. -İstanbul’daki İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne ve yardakçılarına hediye. -Hükümet ne yapmak istiyor? Sivas Kongresi’nin Hakipay-ı Şahane’ye bildirisini İçişleri Balanı çektirmek istemiyor. İfham’da H. Ragıp: Yalnız iki parti var: Türk’e yardımın Türklerden geleceğini bilerek hak isteyenler, merhamet dileyenler. Akşam: Avusturya ile İtilaf Devletleri arasında barış imza edildi. Akşam, Anadolu’dan haber alınabilmesi için, Soysalllıoğlu İsmail Suphi’yi Anadolu’ya göndermiştir. Her hafta birkaç mektup yazacak. Türk Dünyası: Hürriyet ve İtilaf’ın adı edilmeye değer bir önemi kalmadı. Yeniden iktidara gelemeyecek kadar perişan haldeler. Peyam: Yeni Almanya’nın bugünkü durumu. -Ali Kemal: Almanya’da İhtilal. İleri’de Celal Nuri: Fransa’yı, İngiltere’yi, İtalya’yı işlerimize daha fazla ortak ettirmek lazımdır. Bunun dışında bir kurtuluş yolu göremiyorum. Şu fesih topraklara bu kadar milyon lira döken Büyük Britanya ve Fransa o paraların heba ve heder olmaması için buraya biraz daha akıl ve para ikraz etmelidirler. Alemdar’da R. Cevat, İttihatçılar devlete kundak sokmak istiyorlar. Arzu ederiz ki, Sadrazam Paşa Hazretleri, ocağın önünde çömelip devlet binasına sokuşturduğu kundağı üfleyen bu haydutları bir tekme ile ocağın içine savursun. Şiddetli icraat zamanındayız. İstiklal’de Selim Sırrı: Ahlak bozukluğu. (Aynı yapıt, 97-98-99)”

Yukarıda anlatılardan anlaşıldığı gibi İstanbul Hükümeti giderek yazgısını emperyalistlerle birleştiriyor. Tam bir teslimiyet içinde Damat Ferit ve Hürriyet İtilaf Partisi. Bundan yüreklenen İtilaf devletleri ve ABD, kendi aralarında egemenlik savaşımı vermekteler. İstanbul Hükümeti, tam bir teslimiyet içinde. İşgalcilere direnmek, uslarının köşesinden bile geçmiyor.

İstanbul basınının öne çıkan köşe yazıcılarının bazıları, işbirlikçilikte vites yükselttiler. Onların gelecekteki Türkiye kurgusunda Türk ulusu yok! Her şeyi işgalcilerin düşüncelerine, inisiyatiflerine bırakmış durumdalar.

Ülkemizin dört bir yanının ihanet çemberiyle sarıldığı bir anda, Mustafa Kemal Paşa’nın tam bağımsızlığa olan inancı zerre kadar sarsılmadı, ulusuna olan inancını, kurtuluşa olan umudunu hiç yitirmedi. Onu başarıya ulaştıran bu inanç ve umuttur.

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         11 Eylül 2024


10 EYLÜL 1919 ÇARŞAMBA


Mustafa Kemal, Ali Galip Bey ve adamlarını yakalamakla görevli Süvari Alayı Komutanı İlyas Bey’e, Kongre adına verdiği emirde, kaçakların ivedilikle yakalanmasını, Kürtlük akımına hiçbir elverişli alan bırakılmamasını, Malatya ve Elazığ’da yönetime el konulmasını, buralarda millete ve halka karşı hiçbir davranışa meydan verilmemesini, kaçaklara uyanların acımadan yok edileceğinin duyurulmasını ve namuslu halka gerçeğin açıklanmasını istedi. Malatya’da Hükümet’i basan Ali Galip Bey, sandık emininden ‘Mustafa Kemal ve avanesini tepeleme masraflarına karşılık’ olarak altı bin lira aldı. Ali Galip Bey, üzerine asker sevk edildiğini duyunca yanındakilerle birlikte Malatya’dan Kâhta’ya kaçtı. Bölgede nüfus araştırması yamakta olan İngiliz Binbaşı Noel de Ali Galip Bey’le birlikte bölgeyi terk etti. Bunlar, Urfa yoluyla Halep’e gideceklerdir. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 94)”

Elazığ Valisi Ali Galip ülkesine ihanet etmeyi sürdürmekte. Yurtsever askerler, onu köşeye sıkıştırdıkları için kaçmak zorunda kaldı İngiliz Binbaşı ile. Binbaşı Noel, bölgede niye nüfus araştırması yapar ortalık toz dumanken? Bu kişiye bu izni veren kimler?

“Sivas Valisi Reşit Paşa, baştan beri takındığı ikircikli tutumu bırakarak Mustafa Kemal ve Kongre yanında yerini aldı. Ali Galip olayından ötürü Hükümet’e çıkıştı. Sivas Kongresi’nin dağıtılamayacağını, Mustafa Kemal ve Rauf Bey’in tutuklanamayacağını bildirdi. ‘Canice tertipler içinde bulunuyorsunuz, memleketi felakete sürüklüyorsunuz’ dedi. İçişleri Bakanı Adil Bey, cevabında Ali Galip Bey’i Kongre’yi dağıtmakla görevlendirdiğini inkâr etti. ‘Vatanseverliğim kimseden aşağı değildir’ dedi. Reşit Paşa, makamı kime bırakacağını sordu. (Aynı yapıt, s. 94)”

Vali Reşit Paşa, Ali Galip’in İngilizlerle ihanete varan birlikteliğini yakından gördü. Ayrıca Kongre’ye katılanların nasıl büyük bir özveri ve yurtsever duygularla çalıştıklarına tanık olunca Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanında yer aldı.

“Sivas Kongresi’nin yedinci oturumu, Kongre bildirisi hazırlanarak kabul edildi (yarınki tarihle yayımlanacak); dün kararlaştırıldığı üzere Amerikan Senatosu’na bir yazı yazılarak Senato üyelerinden bir komitenin İmparatorluğun her tarafını gezip incelemek üzere Türkiye’ye gönderilmesi istendi. Kongre Başkanlık Kurulu’nun imzalarını taşıyan ve gazeteci Browne’a verilen mektupta Kongre’nin amacı, ‘halkın isteklerini yerine getirmek, azınlıkları koruma altında bulundurmak, yurttaşların haklarını güvenceye bağlamak’ diye anlatıldı, Kongre kararı bildirildi. Kongre, Batı Anadolu’daki Kuvayı Milliye’nin yönetim ve donatım sorunlarını görüştü. Mustafa Kemal, yeterli kaynakları bulabilmek için gerekirse mal sandıklarına el koyabileceklerini söyledi.

Sivas Kongresi tarafından Batı Anadolu Kuvayı Milliye Komutanlığı’na atanan Ali Fuat Paşa, emrindeki birliklerle Ankara’dan Eskişehir’e hareket etti.

Alaşehir ve Havalisi Umum Kuvayı Milliye Kumandanı Mustafa imzasıyla Akhisar Kaymakamlığı’na gönderilen yazıda, İzmir (Aydın) Valisi İzzet Bey’in Kuvayı Milliye hakkında ‘çeteler’ ifadesini kullanması protesto edildi. Valinin bu görüşünü değiştirmesi için kaymakamın girişimde bulunması istendi. Türk ve Yunan askeri bölgelerinin ayrılmasından sonra Kuvayı Milliye’nin ateşi kestiği ancak Yunanlıların saldırılara devam ettiği belirtilerek buna devam ederlerse Kuvayı Milliye’nin karşılık vereceği yazıldı, ordu kuvvetlerine ihtiyaç olmadığı ileri sürüldü. Vali İzzet Bey, kendisine ulaşan bu yazıyı Hükümet’e gönderecek, İngilizlere de gösterecektir. (Aynı yapıt, s. 94-95)”

İzmir’i buyruğundaki birlikleri kışlalara kapatarak, halk direnişini önleyerek Yunanlılara teslim eden İzmir (Aydın) Valisi Kambur İzzet, şimdide halkın örgütlediği direniş örgütü Kuvayı Milliye’nin yazışmalarını İngilizlere bildirmekte. Bu haini görevde tutan da Padişah ve Sadrazam Damat Ferit Paşa. Ne yazık ki bazı bilgisizler, Padişah Vahdettin’in ve İstanbul Hükümeti’nin Kurtuluş Savaşı’nı desteklediklerini savunmaktalar. Vahdettin’in valilerinden yalnızca ikisi Ali Galip ve Kambur İzzet. İstanbul Hükümeti kışkırtıp desteklediği birçok iç isyanla ulusumuzun işgalcileri yurttan kovma savaşımına engel oldu bir süre. Bilgi sahibi olmadan tarihsel olaylar hakkında konuşmak; tarihe, ülkemize, halkımıza ihanet değil de nedir?

“Batı Anadolu’da Yunan zulümlerinde şikayetleri incelemekle görevli Müttefik Komisyonu, Çine’ye geldi. Yörük Ali Efe’yi, halktan bazı kişileri ve 57. Tümen Komutanı Albay Şefik Bey’i dinledi. İngiliz Amirali Heck, Amerikan Amirali Bristol, Fransız Generali Binozet, İtalyan Generali Dalolyo’dan kurulu heyet Albay Şefik Bey’den ordunun direnişe katılıp katılmadığını, yurtlarını terk eden Aydınlı Türklerin niçin geri dönmediğini sordu. Şefik Bey, direnişe ordunun katılmadığını ileri sürdü ve Kuvayı Milliye teşkilatının halkın Yunan zulmüne tepkisinden doğduğunu anlattı. Şefik Bey generallerin tarafsızlığı konusunda olumlu bir izlenim edindi.

İtilaf Devletleri ile Avusturya arasında Saint Germain Anlaşması imza edildi. Anlaşmaya göre İtalya, Yugoslavya, Macaristan, Romanya, Çekoslovakya Avusturya’dan toprak alıyor. Avusturya, deniz kuvvetleriyle ticaret filosunu galiplere teslim ediyor. Anlaşma metninde Avusturya’nın besleyebileceği asker sayısı 30 bin kişiyle sınırlanıyor ve Almanya ile birleşemeyeceği hükmü yer alıyor. Dünya Savaşı’nda Almanlarla birlikte savaşan ve yenilen Avusturya ve Macaristan İmparatorluğu, savaş sonunda dağılmış, Avusturya, 3 Kasım 1918’de ateşkes imza etmişti. Alman Barışı ise Versay’da 28 Haziran’da imza edilmişti.

Türk Hükümeti’nin şikâyeti ve İngiliz Kuvvetleri Başkumandanı General Milne’in uyarısı üzerine, Yunan İşgal Kuvvetleri Kumandanı Nider, birliklerine verdiği emirde, kendi tasvibi olmadan bulundukları hatlardan ileri geçmemelerini ihtar etti, karşı saldırıların ise Türklerin ilk karakollarına kadar yapılabileceğini bildirdi. Nider, 1 Ekim’de verdiği emirde, saldırıya uğramaları durumunda karşı saldırıda serbest olduklarını bildirecektir.

Temsil Kurulu, milli hareketin karşısında olan Niğde ve Kayseri mutasarrıfları ile Niğde muhasebecisi ve komiserinin tutuklanarak Sivas’a getirilmelerine karar verdi. Temsil Kurulu, Kongre kararına dayanarak Padişah’a çekilen telgrafın İstanbul merkezince alınmaması üzerine, bütün merkezlerin İstanbul’la ilişiği kesmelerini emretti.

Biga ve Gönen’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin şubeleri kuruldu. Gönen Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin başkanı Binbaşı Hazım Bey.

8 Ağustos gecesi Bekirağa Bölüğü’nden kaçan eski Şark Orduları Komutanı Halil Paşa, Ankara’ya geldi. Buradan Sivas’a geçecek olan Halil Paşa, Mustafa Kemal tarafından Bolşeviklerle ilişki kurmakla görevlendirilerek Bakü ve Moskova’ya gönderilecektir.

Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Erzurum Heyet-i Merkeziyesi milletin güvenine layık yeni bir kabine kurulmasını Padişah’tan istemeye karar verdi.

Paris Barış Konferansı’ndaki Hicaz delegasyonu, Faysal’ın talimatıyla İngiliz delegasyonuna bir muhtıra vererek İngilizlerin Suriye’yi Fransızlara bırakma planına karşı çıktı. Crane-King Komisyonu’nun bu bölgede yaptığı soruşturma sonuçlarına saygı gösterilmesini istedi. Crane-King Komisyonu’na Suriyeliler, Fransız egemenliği istemediklerini bildirmişlerdi. Bu konuda görüşmelerde bulunmak üzere Faysal da 18 Eylül’de Londra’da olacaktır.

Fransız Doğu Orduları Başkumandanı d’Esperey, Milne’in geri çağrılmasını istedi. İngiliz Yüksek Komiser Vekili Webb, raporunda Venizelos’un istatistiklerinin yalan olduğunu belirtti. Akhisar’daki denetim subayının raporundan: Erlere 50, subaylara 100 piastre (Liranın yüzde biri değerinde Türk parası-AH.) veriliyor ama Kuvayı Milliye’ye katılmaları bundan olmasa gerek. Çünkü tarımda şu iş gücü azlığından daha fazlasını rahatça kazanırlar. Türk köyleri başta bir başkaldırı içinde değillerdi. Herhangi bir müttefik ülkenin işgaline ses çıkarmazlar, hatta tercih ederlerdi. Yunanlılar katliam yapıncaya kadar da bekleyiş içindeydiler. Ama artık Yunan yönetimini reddetmek için savaşmaya kesin olarak hazır durumdalar.

Fransız Le Temps’ın başyazısı: Anadolu’da teşkilatlanmakta olan Türk kuvvetleri, yetenekli önderlerin idaresi altında siyasi ve milli bir programa uygun olarak kurulmuştur. İfham: Yeni Dünya ve Biz: Milliyet prensiplerine göre kurulan yeni dünyada yerimizi kuvvetli olarak almalıyız. Bizi bugünkü halden kurtarmak için müzaheret edecek maddi refahı manevi hakimiyete değişecek bir kavim olmadığımızı göstermeliyiz. İstiklal: Son gelen Rus gazetelerinin yazdığına göre, Bolşevik aleyhindeki Kırım Müslümanları, uzun müddet serseri bir hayat geçirdikten sonra Moskova’da Bolşevik reisleri arasına karışan Mustafa Suphi Bey’i kurşuna dizmişlerdir. Akvam’da Rıza Nur: Vahim bir halet-i ruhiye: Herkes ye’se, fütura düşmüş. Herkes şahsını kurtarmaya çalışıyor, yangından ne kurtarırsak kârdır diyor. Devlet ölüyorsa, yağma edilecek bir teneşiri, kefeni kalmış demektir. Oysa eskisinden daha vatanperver olmak vaziyetindeyiz. İnşallah Türkiye, tam istiklaliyle yine yaşayacak, eskisinden daha iyi olacaktır. Peyam: Ermeni katlinden kimler sorumludur? Olay nasıl başladı? Almanya’nın sorumluluğu yok mudur? Türk Dünyası: Harbiye Nazırı’nın askerlerle bayramlaşması. Akşam: Babıali’nin Wilson’a verdiği cevap. Amerikan Fevkalade Komiserliği’ne dün verildi. (Aynı yapıt, s. 95-96-97)”

Yukarıda anlatılanlar, yorum gerektirir mi? Her şey çok açık… İşgalcilere yanaşmalık yapanlar, batan bir devletin selinden kütük kapmaya çalışanlar, halka yapılan kırımı görmeyenler ve Sivas’ta yurdun kurtuluşu için bin bir sorunla uğraşanlar… Bunları okuyup öğrenenler Atatürk’e dil uzatırken bin kez düşünmeliler. Çünkü Mustafa Kemal Paşa’ya dil uzatanların yeri, İngiliz uşaklığı…

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         10 Eylül 2024

9 EYLÜL 1919 SALI


Gündüz Kongre’de tartışmalar, görüşmeler hız kesmeden sürmekte. Gece de uyku durak yok Mustafa Kemal Paşa’ya. İnsanüstü bir erkeyle mandacılık konusunu savunanları caydırmaya, tam bağımsız Türkiye ülküsünü onlara benimsetmek için çabalamakta bıkıp usanmadan.

“8/9 – PAZARTESİ/SALI

Sivas’ta Temsil Kurulu’nun kaldığı lise binasında gece manda konusu tartışıldı. Tıbbiye delegesi Hikmet ‘Tıbbiyeliler beni istiklal davamıza katılmak için gönderdiler. Manda fikrini siz dahi kabul etseniz, sizi de reddederiz.’ dedi. Mustafa Kemal, Hikmet’in bu sözleri karşısında ‘İşte benim anladığım Türk gençliği! Gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz ekalliyette kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: Ya istiklal, ya ölüm!’ diye konuştu. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 92)”

Gece tartışmalarında Tıbbiyeli Hikmet’in mandacılığa karşı çıkışı önemli bir dönüm noktası. Atatürk’ün “Ya istiklal, ya ölüm!” sözüyle ona karşılık vermesi ulusal bir kararlılığın göstergesi. İşte Atatürk ve arkadaşlarını başarıya, Türk ulusunu bağımsızlığa götüren kararlılık bu. Ölümü göze alanlar emperyalizme karşı savaşı kazanabilir. Ölümden korkanlar ise emperyalistlerle uzlaşmayı seçtiler o yıllarda.

“Sivas Kongresi’nin beşinci günü. Rauf Bey’in önerisi üzerine ABD Senatosu’ndan bir inceleme kurulu istenmesine karar verildi. İç siyasetin görüşülmesine geçildi. Kazım Karabekir’in gönderdiği Hükümet’in ihanetleri ile ilgili telgrafın yayımlanmasına karar verildi. Ali Fuat Paşa’nın Eskişehir ile ilgili aldığı tedbirler kabul edilerek kendisinin Batı Anadolu Kuvayı Milliye Kumandanlığı’na atanması kararlaştırıldı. Mustafa Kemal, Elazığ Valisi Ali Galip Bey ve Noel’in çalışmalarıyla ve bunlara karşı alınan tedbirlerle ilgili bilgiler verdi. Geçici bir hükümet kurmanın sakıncalı olacağını söyledi. Hem seçim koşullarını ilan etmek hem de bunları uygulamak gerektiği benimsendi. Seçim kurallarını belirlemek için bir kurul oluşturuldu. Gece yapılan altıncı oturumda da Damat Ferit Paşa’nın düşürülmesi için Padişah’a yazılacak muhtıra üzerinde duruldu.

İçişleri Bakanı Adil Bey, Sivas Kongresi hakkında tamamlayıcı bilgi isteyen Ali Galip Bey’e verdiği cevapta ‘Bunlar işe milli bir şekil vermek istiyorlar. Halbuki millet bu işlere taraftar değildir.’ dedi. Mümkün olduğu kadar çok kuvvetle bir gün önce Sivas’a hareket etmesini istedi. Ali Galip Bey, verdiği karşılıkta, ayın 14’ünde yeteri kadar kuvvetle, ‘haydutların’ izlenip yakalanması için Malatya’dan yola çıkmak üzere tedbirler alındığını bildirdi. Ali Galip Bey ve adamlarını yakalamak için katırlara bindirilmiş bir birlik, Harput’tan yola çıkarıldı. Sivas Kongresi, Ali Galip olayından ötürü Hükümet’i protesto eden bir bildiri yayımladı. Bildiride Ali Galip ve yanındakiler ‘alçak, hain’ olarak nitelendi ve yakalanmaları yoluna gidildiği belirtildi. Malatya Telgraf Müdürü, hakkında alınan tedbirleri Ali Galip’e söyledi. Ali Galip Bey, korkuya kapıldı. Bir takım koruyucu tedbirler almak istediyse de uygulatamadı.

Mustafa Kemal, Antep, Adana, Sis, Mersin, Cebelibereket (Osmaniye) Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine çektiği telgrafta, Antep ve Maraş’ın el değiştirmesi ve Fransız işgalinin, bütün memurlar, dernek merkez kurulları, belediye başkanları tarafından kamuoyu ve Amerika nezdinde protesto edilmesini istedi.

Aydın Valisi İzzet Bey, General Milne Kurulu’yla görüşmesini iki yazı ile İçişleri Bakanlığı’na bildirdi. Görüşme hakkındaki yorumu yazarken Kuvayı Milliye aleyhinde bulundu. Kuvayı Milliyecileri ‘melanet’ işlemekle suçladı. Durumun ‘nezaketi’ konusunda Hükümet’in yeniden dikkatini çekti.

General Milne, Yunanlıların birçok başvurusu sonucu, Türk kuvvetlerinin saldırılarına uğramaları durumunda Yunanlıların 1000 – 1500 metreye kadar karşı saldırıya geçmelerine izin verdi. Bu karşı saldırılar Türk saldırılarını önlemeyince Yunanlılar Milne’e yeniden başvuracaklar ve 11 Ekim’de mutlak bir seferberlikle hareket izni alacaklardır. Albay Anderson ve Hambury, Nider’e, Milne’in çizdiği hattan ileriye geçmemelerini ihtar ettiler.

Yüksek Komiser Vekili Webb, bugünkü raporunda İstanbul’daki mandacı akımlar hakkında bilgi verdi: İngiliz Muhipler Cemiyeti kesinlikle İngiliz mandası istiyor ama rakiplerinden çekindiği için ‘müzaheret’ diyor. Fransız mandası isteyenler de var. ABD mandası isteyenler İttihatçı, Yahudi, Selaniklidir.

Bir ay kadar önce Batum’da İngiliz hapishanesinden kaçan, Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Paşa, Oltu’dan Karabekir’e yazdığı mektupta, Üç İl’in Ermeni ve Gürcülerden alınarak Cumhuriyet’le idaresini önerdi. (Aynı yapıt, s. 93-94)”

Ali Galip, İngiliz Binbaşısı Noel’le omuz omuza verip Sivas’ı basmayı düşünmekte. Mustafa Kemal Paşa’yı ölü ya da diri İstanbul’a götürmenin çabası içinde. İstanbul Hükümeti’nin bağımsızlık savaşımını bastırmak için tek umudu Ali Galip. Ne yazık ki İngilizler ne istiyorsa onu yapmakta Damat Ferit’le Ali Galip.

İngiliz, Fransız ve ABD mandası isteyenler; birbirleriyle yarış içindeler. Hiçbirinin usundan ulusuna güvenerek tam bağımsızlık geçmiyor. İstanbul Hükümeti tamamen İngilizlere teslim olmuş durumda. İngiliz Muhipleri, Kürt ve İslam Teali cemiyetleri işgalcilere yaranma peşinde. Ne rastlantıdır ki o gün Sivas Kongresi’ne, Mustafa Kemal önderliğindeki tam bağımsızlık ülküsüne karşı çıkarak emperyalist devletlere bel bağlayıp manda isteyenler, İngilizlere yaranmak için cemiyetler kuranlar, kutsal yurt topraklarını işgalcilere teslim eden yöneticilerin kurtuluştan sonra da Atatürk’e ve onun devrimlerine karşı çıktılar.

Günümüzde de durum değişmedi. Batıcı ABD muhipleri, emperyalizmin buyruğundaki Ortaçağ artığı yobaz takımı, Washington ve Brüksel’e bel bağlayan bölücüler; Atatürk’e de onun devrimlerine de Cumhuriyet’e de karşılar. Değişen bir şey yok dünden bugüne. Sivas Kongresi’nin “Ya istiklal ya ölüm!” ülküsüyle bir araya gelip ayağa kalkmanın zamanı gelmedi mi daha?

Evet… Günümüzde Atatürk’e karşı çıkmayı düşünsel özgürlük sayanlar, söyleyin bakalım kimden yanasınız? “Ya istiklal ya ölüm!” diyen Atatürk ve Türk ulusundan mı, yoksa batılı emperyalistlere yaranmak için doğup büyüdüğü topraklara ihanet edenlerden mi?

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  9 Eylül 2024

 

 

 

8 EYLÜL 1919 PAZARTESİ


“7/8 - PAZAR/PAZARTESİ: Mustafa Kemal, Ali Galip sorunuyla uğraştı. Diyarbakır’daki 13. Kolordu Kurmay Başkan Halit Bey, Malatya’daki 12. Süvari Alay Komutanı Cemal Bey, Elazığ’daki alayın komutanı İlyas Bey’le telgraf görüşmeleri yaptı. Ali Galip ve onunla birlikte 3 Eylül’de Malatya’ya gelen Kamuran, Celadet ve Ekrem Beylerle Binbaşı Noel’in bu gece yakalanarak Sivas’a getirilmelerini istedi. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 91)”

7 Eylül’ü, 8 Eylül’e bağlayan gece Mustafa Kemal Paşa, neredeyse uyumadı. Padişah, Damat Ferit Paşa Hükümeti, İngiltere ve Kürt Teali Cemiyeti üyesi birtakım aşiret liderlerinin desteklediği Elazığ Valisi Ali Galip; Sivas Kongresini basıp dağıtmak, Mustafa Kemal Paşa’yı öldürmek için görevlendirildi. Malatya Mutasarrıfı Halil Bey de Ali Galip’i desteklemekteydi. Bu işin içinde İngiliz İstihbarat Binbaşısı Covbertin Noel’in bulunması, Ali Galip’in bu girişiminin kimlere hizmet ettiğini açıkça ortaya koymakta. Buradaki amaç, ulusal hareketi başlamadan boğmak, işgalleri kalıcı kılmaktı. Mustafa Kemal Paşa’nın ivedi önlemler alması, yurtsever askerlerin bu emperyalist tertibe karşı uyanık olmasıyla bu ihanet girişimi boşa çıkarıldı.

“Sivas Kongresi’nde dördüncü oturum. On üçüncü Kolordu ile Yusufeli Hukuk-u Milliye Cemiyeti’nden gelen kutlama telgrafları okundu. İsmail Hami Bey’in verdiği Amerikan mandasının kabulünü isteyen muhtıra tartışıldı. Refet Bey, İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami Bey, Vasıf Bey mandanın lehinde, Raif Efendi ile Ahmet Nuri Bey aleyhinde konuştular. Mustafa Kemal, hazırlık komisyonunda esasları kararlaştırılıp yazma işi İsmail Hami Bey’e (Danişmend) verilen muhtıranın kabul edilmemesi için oyalayıcı öneriler getirdi. Yanlış anlaşıldığı gerekçesiyle İsmail Fazıl Paşa, Bekir Sami ve İsmail Hami Beyler, muhtıralarını geri aldılar. Bundan sonra da Refet Bey, manda lehinde uzun bir konuşma yaptı; Yirminci Yüzyılda beş yüz milyon lira borcu, harap bir millet için, dış koruyucu olmaksızın hayatını devam ettirme imkânı olmadığını ileri sürdü. Başkan Mustafa Kemal, tartışmalar devam ederken kongreyi yarına erteledi.

Mustafa Kemal, Ali Galip olayıyla uğraşmaya devam ediyor. 12. Süvari Alay Komutanı Cemal Bey’den yakalamasını istediği kişilerin gene orada olup olmadığını ve gözetlemeye ne ölçüde güvenebileceğini sordu. 13. Kolordu Komutanı Kurmay Başkanı Halit Bey, yakalama için Elazığ’daki alay komutanına emir verildiğini bildirdi.

Ali Galip Bey, Hükümet’e çektiği telde, Harput ve Sivas bölgeleri Jandarma Müfettişi Fransız Binbaşı Brunot’un ve Noel’in Malatya’da olduklarını, her ikisi ile de samimi temas içinde bulunduğunu bildirdi. Ali Galip Bey’in verdiği bilgiye göre Brunot, Mustafa Kemal’in girişimini yurtsever bulmakta, Binbaşı Noel ise ihanet saymaktadır. Ali Galip Bey de bunları aydınlatmaya çalışmıştır. Ali Galip Bey, Sivas’taki “düşman” hakkında tamamlayıcı bilgi istedi, bir hafta içinde görev yerine gideceğini bildirdi. (Aynı yapıt, s. 91-92)”

Ali Galip Bey’in “düşman” dediği Sivas Kongresi’nde yurdun emperyalist işgallerden kurtarılması için çareler arayan Mustafa Kemal ve arkadaşları. Dostları ise İngiliz ve Fransız binbaşılar… Bu dostluğun mimarları da Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit Paşa.

“Damat Ferit Paşa, İngiliz Yüksek Komiser Vekili Webb’e göre 30 Mart’ta verdiği İngiliz himayesi isteyen projesinin gerçekleşmesi işinin çabuklaştırılmasını rica etti. 9 Ağustos tarihli İngiliz-İran anlaşmasını hatırlattı. Webb, İran’ın savaşta tarafsız kaldığını belirterek sakıncası yararından çok olduğu için bu önerisinden vazgeçmesini istedi. Webb raporunda, Damat Ferit Paşa’nın gizli bir anlaşma önerdiğini bildiriyor. (Aynı yapıt, s. 92)”

Acaba Damat Ferit Paşa’nın İngiliz Webb’ e önerdiği anlaşmanın içeriği neydi? İngilizlerden başka bir şeyi gözü görmeyen Sadrazam’ın Türk ulusunun yararına bir anlaşma önerdiğini düşünmek büyük saflık olur.

“Dersim Mutasarrıflığına atanmış olup görev yerine gitmekte olan Osman Nuri Bey, Sivas’ta alıkonuldu.

Alemdar Matbaası’nda yapılan bir toplantıda, Hürriyet ve İtilaf Fırkası içindeki anlaşmazlıkların toplanacak kongreye bırakılması ve Zeynelabidin Efendi’nin desteklenmesi kararlaştırıldı.

İngiliz Yüzbaşı Solter, Sinop Mutasarrıfı Mazhar Tevfik Bey’in evine giderek onu tutuklamak istedi. Mutasarrıf kaçtı. Bunun üzerine Solter, mutasarrıflık binasını işgal etti ve binaya İngiliz bayrağı astı. Sinop halkı silahlandı ve binayı kuşattı. Solter binayı terk etmek zorunda kaldı. İngiliz bayrağı indirildi.

Fransız tüccarlarının Türk tüccarlardan 54 milyon Frank alacakları var. Türkiye’nin borçlu olduğu ülkeler arasında % 60’la Fransa başta geliyor. Borcun % 26’sı Almanya’ya, % 14’ü ise İngiltere’ye. Fransa Le Temps gazetesi bugünkü sayısında şöyle diyor: Bu paraların kaybolmasına razı olabilir miyiz? Asla!

Edirne’de Mehmet Behçet Bey tarafından çıkarılan Ahali Gazetesi’nin ilk sayısı yayımlandı: ‘Halkın yoludur. Hak yoludur tuttuğumuz yol’ diyen gazete, Trakya’nın Türklüğünü savunuyor. Edirne’nin Yunanlılar tarafından işgalinden sonra Ahali, bir süre Bulgaristan’da yayımlanacaktır. (Aynı yapıt, s. 92)”

Yukarıda anlatılardan anlaşıldığına göre Türk ulusu ölüm kalım savaşı verirken İstanbul Hükümeti ise işgalcilerle iyi geçinmek için ödün üzerine ödün vermekteydi. İşgalcilerin işlerini kolaylaştırmak için büyük çaba içindeydi işbirlikçi Damat Ferit ve arkadaşları. Her türlü olumsuzluğa, ihanete karşın halk; Mustafa Kemal Paşa’sını bağrına basmış, onun ardına düşüp yurdunu kurtarmak için büyük bir özveriyle Kurtuluş Savaşı’nın için kolları sıvamıştı.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  8 Eylül 2024

 


7 EYLÜL 1919 PAZAR


“Sivas Kongresi’nin üçüncü oturumu. Hacim Muhittin Bey, Erzincan eşrafından Eşref, kolordu komutanları Ali Fuat ve Kazım Karabekir Paşaların kutlama telgrafları okundu. Bir grup delege ile İsmail Fazıl Paşa askeri, siyasi konularda acele tedbir alınmasını isteyen önergeler verdiler. Fazıl Paşa önergesinde, Amerikan “müzahereti”ni sağlamak için vakit kaybedilmemesini de önerdi. Şarki Anadolu M. H. C. tüzüğünde yapılacak değişiklikler tartışıldı. Bunların bir kısmı komisyona gönderildi. Bayram kutlamak için gelen belediye kuruluna karşılık olarak, bir kurul gönderilmesi kararlaştırıldı.

Mustafa Kemal, akşam arkadaşlarıyla sohbet ederken kendisini başkan seçtirmemek isteyenlerin niyetleri üzerinde durdu. Manda isteyenleri Türk milletinin uyanışından, milli irade ve eğilimin gelişmesi yönünden habersiz, gafil, bunalmış insanlar olarak nitelendirdi. Hemen geçici bir yönetim kurulmasını isteyenlere zamanın henüz erken olduğunu söyledi.

Sinop Limanı’na iki Amerikan savaş gemisi geldi. Gemiden çıkan İngiliz Yüzbaşı Solter, eski Rus Konsolosluğu’na giderek İngiliz bayrağı çekti. Solter, yarın, Mutasarrıf Mazhar Bey’i tutuklamak isteyecek, ancak başaramayacaktır. Mazhar Bey İngilizlerin aradığı Samsun eski Mebusu Osman Bey’i iç bölgelere kaçırmış bulunuyor.

General Harbord, Haydarpaşa’dan trenle Anadolu yolculuğuna başladı. 2 Eylül’de İstanbul’a gelmiş olan Harbord, 20 Eylül’de Sivas’a varacak, incelemelerini tamamlamak üzere oradan Kafkasya’ya geçecektir. Harbord, Ermenistan mandası konusunda incelemeler yapıyor.

Eskişehir Bölge Komutanı Arif Bey, Solly-Flood’un emriyle İngilizler tarafından evinden alınarak tutuklandı. Eskişehir’e İngiliz kontrol birlikleri 17 Kasım 1918’de gönderilmişlerdi. İstanbul’la Kuvayı Milliye merkezleri arasında önemli bir kavşak noktasında bulunan Eskişehir, bundan sonra da birçok çekişmelere sahne olacaktır.

İngiliz Yüksek Komiseri Vekili Webb’in raporu: Yunan çıkarması sonucu Türk milli hareketi genişledi. Doğu illeri, Hükümet’i tanımamaya başladı. Anadolu’nun parçalanmasına gelirse karışıklıklar çıkabilir. İller, İstanbul’la ilişiği kesip, milli askeri kongreler kurabilirler. Anadolu için en iyi çözüm, İngiliz veya Amerikan mandasıdır. Webb’in başka raporu: Ali Kemal, bir dönme hareketiyle İngiliz dostu oldu.

Gandi, bir Hint gazetesine gönderdiği yazıda şöyle dedi: Türkiye meselesi, Hindistan’daki 70 milyon Müslüman’ı, dolayısıyla bütün Hindistan’ı ilgilendiriyor. Müslümanların isteği, Türk topraklarının temiz kalmasıdır, Türkiye’nin parçalanmamasıdır.

İstanbul’da günlük ve iki sayfa yayımlanan Mesuliyet Gazetesi’nin 12. (ve koleksiyondaki tek) sayısı: Gazetede Anadolu hareketi için şöyle deniyor: “Eser-i vücudu yıkmaktan ibaret olan bu hezele, muratlarına erdi. Artık bir gayeleri kalmadı. Bari, muratları yapmaktan, ihya etmekten ibaret olanları serbest bıraksalar… Bunlar daha ne istiyor? Milletin başından niçin eksilmiyorlar? -Memurların düşüncelerinden: Elbise alsam mı, almasam mı? Alsam bu ay aç kalırım, almasam çıplak… -İntihabat başlıyor. Karagöz: Ali Kemal Bey’in tercüme-i hali (Birçok yere girip çıktığı). Karagöz, seçimlerin yaklaştığını söyleyerek tornadan mebus adayları çıkarıyor. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 89-90-91)”

Yukarıda görüldüğü gibi İngilizler Anadolu’daki halk hareketini durdurmak için ABD ve İngiliz mandasını öne çıkarıyor. Ne yazık ki bazı aydınlar da bu tuzağa düşmekte.

Karagöz Gazetesi, Ali Kemal’in İngilizlerin sözcülüğüne soyunmasını hem maarif ve dahiliye nazırlıkları yapmış hem de gazeteciliği sürdürmüş bu kişinin her yere girip çıkmasına bağlıyor. Ali Kemal bu ihanetinin bedelini; Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasından hemen sonra 6 Kasım 1922’de, İzmit’te halk tarafından linç edilerek ödedi Ali Kemal ne yazık ki. Daha önce İngiltere’de yaşamış, orada evlenmişti. İlk eşi İngiliz Winifred Brun’dan olan oğlu Osman Kemal’in torunu Boris Johnson İngiltere’de başbakanlık yaptı.

Emperyalistlerin saldırılarına, İstanbul Hükümeti’nin işgalcilerle işbirliğine ve bazı kişilerin ihanetine karşın Mustafa Kemal önderliğindeki halk hareketi büyüdü. Sivas Kongresi, her geçen gün ülkemiz üzerindeki kara bulutları dağıtarak kurtuluş ışığını çoğalttı.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  7 Eylül 2024

6 EYLÜL 1919 CUMARTESİ


Kurban Bayramı’nın birinci günü olduğu için Kongre toplanmadı. Ancak yurtseverler boş durmadı. Düşman, bayram seyran dinlemeden ülkemizde işgali genişletmek ve ulusal direnişi kırmak için elinden geleni yaptı.

“Kâzım Karabekir, Sivas’a gönderdiği telde, yanlarında Binbaşı Noel olduğu halde Bedirhanlardan Kamuran, Celadet ve Diyarbakırlı Cemilpaşazade Ekrem’in 15 atlıyla 3 Eylül’de Malatya’ya gelmiş olduklarını bildirdi. Karabekir, bunların yakalanmasına Malatya’daki süvari alayının cesaret edemediğini, 13. Kolordu’nun, tutuklanmaları için İstanbul’a başvurduğunu belirtti.

Kâzım Karabekir, Kongre üyelerinin aydınlatılması amacıyla Sivas’a gönderdiği raporda, ateşkesten bu yana İstanbul hükümetlerinin yaptığı kötülükleri 20 maddede sıraladı. Bunların belli başlıları şunlar: Millete güvenmemek, anayasayı çiğnemek, milletin sesini boğmak, düşmana teslimiyet, milli kudreti inkâr etmek ve aşağı göstermek, milli teşkilatı dağıtmak, Padişah’ı yanıltmak, ordu şifresini çaldırmak…

Yunan zulümlerini incelemekle görevli Müttefiklerarası Komisyon, Aydın’da toplandı. Vansittart’ın, İzmir cephesindeki durumu anlatan bir raporu okurken söyledikleri: Venizelos’u beğenmekte olan en samimi dostları bile, son üç ay içinde olanlardan üzüntülüdürler.

Kurban Bayramı’nın birinci günü. Bugün Sivas Kongresi toplanmıyor.

İngiliz Dışişleri’ne bağlı Orta-Doğu Meseleleri Üzerine Şubeler Arası Konferans’ın Kürdistan’daki durumla ilgili raporu. Raporda, konu ile ilgilenen çeşitli birimlerin çalışmaları, raporları, Kürtleri temsil etme iddiasındaki Bedirhan ailesi, Abdülkadir’in, Şerif Paşa’nın istekleri, bölge üzerinde Kürt-Ermeni çekişmesi anlatılarak hükümete alternatifler sunuluyor.

Gazetelerde Jandarma Umum Kumandanı Kemal Paşa’nın Ege Bölgesi teftiş sonuçlarıyla ilgili demeci: Alemdar: Milli teşkilat fena bir şey değilmiş. Vakit: Milli hareketin saiki: Eski bilgimiz onda bir bile değilmiş… Zaman: Nikbinlik. Türk Dünyası: Türk Bayramı. – Vatan kahramanlarına olan şükran borcumuzu unutmayalım (Bir ayağı kopuk, koltuk değneğine yaslanmış temsili asker resmi). (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 89)”

İtilaf devleri görevlileri, Yunanlıların işgal ettiği yerlerdeki insan kırımlarını, kıyımlarını, yerleşim yerlerini yakıp yıkmalarını yerinde gördükleri halde önlemek için bir şey yapmıyor; yalnızca üzülüyorlar. İşgalciler, halka benzeri görülmemiş bir zulüm yapmakta. Ayrıca işgal ettikleri yerleşim yerlerindeki evler, insanlar soyulmakta. Değerli değersiz ne varsa yağmalıyor Yunan askerleri ve onlarla işbirliği yapan yerli Rumlar. Ne yazık ki itilaf devleri bu insanlık dışı olaylar karşısında susmakta ve Yunanlılara her türlü desteği vermekte. Üstelik işgalin gittikçe genişlemesine yol vermekteler.

İşte, bu olumsuz koşullara karşın başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere Sivas Kongresine katılanlar ve yüreği yurdumuzun bağımsızlığı için çarpan her yurttaşımızın güvendiği tek şey, ulusun gücüydü.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  6 Eylül 2024

 

 

5 EYLÜL 1919 CUMA


Sivas Kongresi’nin ikinci günü… Delegeler hazır… Çalışmalar kaldığı yerden sürdürüldü. Boşa geçirilecek zaman yok! Ülkemizin de yurttaşlarımızın da Kongre’ye katılan delegelerin de birincil görevi yurdu kurtarmak.

“Sivas Kongresi’nde ikinci oturum. Mustafa Kemal’in başkanlığında, İsmail Hami ve Mehmet Şükrü’nün katipliklerinde yapılan oturumda üyeler, İttihatçılık yapmayacaklarına ilişkin metni teker teker okuyarak yemin ettiler. Padişah’a çekilecek tel ufak tefek değişikliklerle kabul edildi. Telde Hükümet’in milli iradeye dayanmadığı, milletin yurdu çöküşten kurtarmak için meşru hakkına dayanarak bu kongreyi topladığı belirtildi. Padişahlık makamına bağlılık bildirildi ve Padişah’ın kurban bayramı kutlandı. Millete hitaben yayımlanan bildiride de ‘Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Umumi Kongresi’nin dün toplandığı belirtildi. Bu bildirimin ve buna ekli olarak sunulan Padişah’a çekilen telin bucak ve köylere kadar ulaştırılması istendi. Oturumlar bayramın ikinci günü (Bayramın birinci günü olmalı. AH) olan yarından sonraya ertelendi. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 88)”

Yukarıda belirtildiği gibi halkla bayramlaşmak ve bayramın gereğini yapmak için Kongre’ye bir gün ara verildi. Buna karşın düşman tarafından yurt topraklarını işgaller ve halkımıza saldırlar sürüyordu.

“Dörtyol çevresinde bir İngiliz ve bir Fransız taburu, milis kuvvetlerini yok etmek için Nur Dağları’nı taramaya başladı. Altı saat süren çatışma sonunda Fransız kuvvetleri kayıplar vererek Dörtyol’a çekilmek zorunda kaldı.

Umurlu yönünde ilerleyen Yunanlılar, milli kuvvetlerce geri püskürtüldü. Yunanlılar 120 ölü bıraktı.

Mersin’de Yeni Cami minaresinin tepesine Müezzin Hacı Dede tarafından Türk Bayrağı çekildi. Fransız işgali altında bulunan Mersin’de gençlerin isteği, Jandarma Tabur Komutanı Ali Rıza Bey’le Türk İslam Cemiyeti’nin rızası ile çekilen bayraktan ötürü yargılanan Hacı Dede, Hintli, Tunuslu, Cezayirli sömürge askerlerinin sıkıştırması sonucu, bayrak astığını söyleyecek ve bir daha yaptığı takdirde Beyrut Yüksek Mahkemesi’ne gönderileceği söylenerek affedilecektir.

Peyam’da Ali Kemal: Muvafık, muhalif, zengin, fakir, Müslüman, gayri Müslim uzlaşmazsak kurtulamayız. Uzlaşmanın en birinci şartı adalettir. İstiklal’de Reşit Hikmet, toplumsal hastalık dediği programsızlık üzerinde duruyor. (Rahatsızlığından ötürü 2 ay izinli olarak İsviçre’ye gidiyor.) Alemdar’da R. Cevat, Ali Kemal’in ‘Bizi ancak Anadolu kurtarabilir’ sözünü onaylayarak, Anadolu’nun yoksulluğu ve fedakârlığı üzerinde duruyor. Devletin ondan fedakârlık bekleyecek yüzü olmadığın yazıyor. Akvam’da Rıza Nur, dönüşünde İstanbul’u nasıl bulduğunu anlatmaya devam ediyor: Fizyolojik sefalet. İstanbul halkının sağlığı giderek bozulmuş. Türk Dünyası: Reis Wilson’un Türkiye’ye notası. Akşam: Jandarma Kumandanı Kemal Bey’in, Ege gezisi hakkında muhabirimize demeci. Bütün İstanbul gazetelerinde Damat Ferit’in Le Temps’te yayımlanan demeci. Vakit: Sadrazam Paşa ile mülakat: Anadolu ahvali. Manda meselesi. Seçimler ne halde? (Aynı yapıt, s. 88)”

Sadrazam Damat Ferit, İngilizlerle yazgısını birleştirmiş durumda. Basının bir kısmı durumun kötüye gittiğinin farkında. Kafalarında kötü durumdan kurtulacak bir çözüm yolu yok! En şaşırtıcı olan da Ali Kemal ile Refi Cevat… Ulusumuzun, yurdumuzun içine düştüğü kötü durum karşısında yukarıda da belirtildiği gibi “Bizi ancak Anadolu kurtarabilir.” diyen bu iki gazeteci, daha sonra Anadolu’nun işgalcilerle savaşması karşışısında emperyalistlerin sözcülüğünü yaptılar. Demek ki onların kurtuluştan anladıkları, emperyalizme teslimiyetti.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  5 Eylül 2024

4 EYLÜL 1919 PERŞEMBE, SİVAS KONGRESİ


“Sivas Kongresi açıldı. Kongrenin açılışı nedeniyle Sivas’ta şenlikler yapıldı. Üç olumsuz oya karşılık kongre başkanlığına seçilen Mustafa Kemal, işgalleri ve bunlara karşı ilgisiz kalan Hükümet’i kınadı. Milli örgütlerin ve çabaların birleştirilmesini istedi. Kongre’nin bu birinci gününde, 28 delege bulundu. İttihatçılık yapılmayacağına ilişkin yemin, halka ve Padişah’a yapılacak bildirim üzerinde duruldu. ‘Biz bir ihtilal kongresiyiz.’ denilerek oturumların gizli yapılması kararlaştırıldı. Sivas’ta bir kongre toplanması 19-21 Haziran tarihli Amasya Toplantısı’nda kararlaştırılmış, ertesi gün gizli bir genelge ile, her sancaktan üçer delege gönderilmesi istenmişti. Kongrenin amacı, tehlikede olan yurt bütünlüğü ve milli bağımsızlığı kurtarmak için milletin iradesini egemen kılma olarak saptanmıştı. Kongre’ye umulduğu kadar katılım olmadı. Müdürü ikna edilerek alınan lise binasında 11 Eylül’e kadar sürecek olan Kongre’ye Afyon’dan 3, Alaşehir’den 1, Bursa’dan 2, Samsun’dan 2, Çorum’dan 2, Denizli’den 4, Erzurum’dan 1, Erzincan’dan 1, Eskişehir’den 3, Hakkari’den 1, İstanbul’dan 5, Kastamonu’dan 1, Nevşehir’den 1, Niğde’den 1, Tokat’tan 1, Tıp Fakültesi’nden 1, Yozgat’tan 1 olmak üzere toplam 31 kişi katılıyor. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’nde alınmış olan bölgesel savunma esasını bütün yurt için geçerli sayacak ve Müdafaa-i Hukuk örgütlerini tek bir dernek altında toplayacaktır. Kongre ile ilgili haberler İstanbul basınında ancak 2 Ekim’de Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin kurulmasından sonra yer alabilecektir. (Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Günlüğü II, Türk Tarih Kurumu Basımevi – Ankara 1994, s. 85)”

Ulaşım ve güvenlik sorunlarının yarattığı güçlükler nedeniyle bazı delegeler, Kongre’nin sona erdiği 11 Eylül tarihinden sonra Sivas’a geldiler. Kongre’ye katılanların sayısı az görünmekle birlikte alınan kararlar çok önemli. O günün koşullarında Sivas’a gelen delegelerin ölüm fermanlarını ceplerinde taşıdıkları söylenebilir. Bu yürekli kişilere ulusça ne denli saygı duysak azdır.

Kongre’de “Biz bir ihtilal kongresiyiz.” denerek bu toplantının devrimci bir çıkış olduğu açıklandı. Bu kararla Türk Devrimi’nin gerçekleşeceği tüm dünyaya duyuruldu.

4 Eylül 1919 Perşembe günü ülkemizde başka neler olduğuna da bir göz atmak yararlı olur sanırım.

“Jandarma Umum Kumandanı Kemal Paşa, Ege Bölgesi’ni teftişten İstanbul’a döndü. Verdiği demeçte Kuvayı Milliye’nin fena bir şey olmadığını, Milli Teşkilat’ın Yunanlılara karşı ahalinin birleşmesinden ibaret olduğunu, yabancıların da Milli Teşkilat’ı pek doğal bulduklarını söyledi. Bu hareketin siyasi olmadığını, sosyalistlikle ve Mustafa Kemal Paşa ile bir ilgisinin bulunmadığını ekledi. Kemal Paşa 7 Ağustos’ta Kuvayı Milliye’yi dağıtması amacıyla İstanbul’dan yola çıkarılmış, Nazilli’de Kuvayı Milliye tarafından tutuklanmış, Alaşehir Kongresi’nin 26 tarihli müdahalesi üzerine serbest bırakılmıştı. Kongre Başkanı Hacım Muhittin’e, Kuvayı Milliye lehinde bulunacağına ilişkin bazı vaatlerde bulunmuştu.

Demirci Mehmet Efe, ‘Umum Aydın ve Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanı’ unvanını aldı. Efe, Hacı Şükrü’nün Köşk Cephesi’nden uzaklaştırılması üzerine de 5 Ekim’de ‘Aydın ve Menteşe Havalisi Umum Kuvayı Milliye Kumandanı’ olacaktır. Demirci Efe, Kuvayı Milliye’ye 11 Haziran’da katılmıştı.

Binbaşı Saffet Bey, İstanbul’dan Erzurum’a geldi. Erzincan’da özel işlerini görmek bahanesiyle İstanbul’dan ayrılan Saffet Bey, İsmet Bey’in Karabekir’e bir mektubu ile İzzet Paşa’nın Sivas Kongresi’ne gönderdiği bir tasarıyı getirdi (İsmet Bey’in mektubu için bkz. 27 Ağustos). Mareşal İzzet Paşa’nın önerisi Hükümet’le İtilaf Devletleri arasında yapılacak barışa ilişkin bazı düşünceleri taşıyor ve devletin bütünlüğü için 15-30 yıl süreli bir Amerikan mandası öngörüyor. Karabekir, Saffet Bey’e Kolordu’da görev almasını önerdi. İsmet Bey’in de İstanbul’dan çekip gelmesi gerektiğini söyledi; İzzet Paşa’nın önerisini alıkoydu, bunu, Kongre bittikten sonra Sivas’a bildirecek.

Başbakan Damat Ferit Paşa, Le Temps Gazetesi’ne verdiği ve bugünkü Fransızca İstanbul Gazetesi’nde yayımlanan demecinde, Amerikan mandasına karşı çıktı ve Avrupa’ya olan inancını dile getirdi: Anadolu hareketi, milletin esaslı kısmına dayanmaz. Bu hareketi icat etmeye çalışanlar, savaş zamanında subay olup bugün herhangi bir sanatı uygulamak için Anadolu’nun ötesine-berisine yayılan birtakım güçlerdir. Bu hareket, alevleri sönmüş bir saman alevi gibidir. Yakında her şey yoluna girecek.

Doğu’da dört aşiretin reisleri olan Hamit, Ali Merze Beylerle Ahmet Haso ve Yusuf Ağalar, Ermeni Baronu Haçador’un 30 Ağustos tarihli mektubunda önerdiği anlaşmayı reddettiler. Cevap olarak gönderdikleri mektupta, Ermenileri geçmişte Ruslarla işbirliği yapıp katliamlarda bulunmakla suçladılar. Kürtlerin Ermenilerden 10 misli fazla olduğunu yazarak Ermenilerin Iğdır’ı boşaltmalarını, Aras’tan batıya geçmemelerini istediler.

Genelkurmay Başkanı Hadi Paşa, General Milne’den Yunan saldırılarının durdurulmasını rica etti. Yunan saldırılarının, Kuvayı Milliye’yi karşı saldırıya teşvik edeceğini bildirdi.

Oltu Şura Hükümeti, Kafkas Rumları Başkanı’na verdiği cevapta, Şura elinde rehin tutulan Rumların, mallarını tazminat olarak bırakmaları durumunda serbest bırakılabileceklerini bildirdi. Anlaşmaya varılınca bu Rumlar, Kars-Batum yolu ile Yunanistan’a gidecektir.

Önceki gün İstanbul’a gelen General Harbord, Robert Kolej’i ziyaret etti.

Gazeteci Browne’un Sivas’tan raporu: Milletin iradesi dinlenirse Kongre, Padişah’ın haklarını koruyacaktır.

Padişah, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’ye ve İçişleri Bakanı Adil Bey’e birinci, Evkaf Bakanı Hamdi Efendi’ye ikinci rütbe Osmanlı nişanı verdi. Harbiye Bakanı Süleyman Şefik Paşa’ya ‘Büyük Yaver’ unvanı verildi. Ödüllendirilenlerden Adil Bey ve Süleyman Şefik Paşa, özellikle Kuvayı Milliye düşmanlığı ile tanınıyor.

Alemdar’da R. Cevat İngiltere’nin ‘yeni siyaset vaziyeti’ni anlatıyor: İngiltere, Doğu siyasetini daha açık hale getirecekmiş. Bu, Türklerde gördüğü ciddi eğilim sonucudur. Tasviri Efkâr: General Harbord ile mülakat. – Sulh için biz hazır mıyız? İkdam: Sivas Valiliği. Ali Galip Bey (resmi), İttihat ve Terakki tarafından gerçekleştirilen 2. seçimde Kayseri mebusluğuna seçilmiş ve bu hükümete karşı mücadelesi ile dikkati çekmişti. -Celalettin Arif Bey İtalya’dan döndü. Akvam: Hürriyet ve İtilaf Fırkası mezatta imiş. Vakit: General Harbord’un gezi amacı hakkında yazarımıza demeci. -İngiliz Muhipler Cemiyeti, amacı. Faydalı bir cemiyet: Çalıştırma Derneği. İleri: Paris konferansı artık Bulgar sulhuyla uğraşmaya başlıyor, fakat Türkiye hakkında herhangi bir karar verilmemiş. Amerika Ayanı, bazı devletlerin isteklerini dinlemek istiyor. Peyam’da Ali Kemal: Bizi ancak Anadolu kurtarabilir. Çünkü orası baştanbaşa Türk yurdudur. İlk ve son yurdumuzdur. Türk Dünyası: General Harbord şehrimizde. Amerikan Temsilcisi Rawndal’ın açıklaması. -Kafkasya (yer yer sansürlü) İfham: Ukrayna sefiri ile mülakat. Akşam: Vergi zamları. -Bolşevikler ne oluyor? Tarık’ta Tevfik Paşa’nın demeci: Manda kabul olunamaz. Seçim güç, ancak gereklidir. Diken’in 22. sayısı: İran’ın genç şahı ‘Zindebat!... Zindebat! (Sonsuza dek yaşa-AH) Albayrak’ın 25. sayısı: Hukuk nazarında: Milli Hareket, Milli Ordu. Hükümet’in vazifesi. Heyet-i tahkikiyeler -Hilal-i Ahmer Heyeti ile mülakat. -Heyet-i Temsiliye’nin Sivas’ta karşılanması milli bir bayrama dönüştü. Servetifünun: Piyerloti’nin evindeki cami. -İran Şahı’nın gelişi dolayısıyla resimler. (Aynı yapıt)”

Mustafa Kemal Paşa ile bir avuç yurtsever, Sivas’ta yurdumuzun ve ulusumuzun geleceği için büyük bir savaşa atılmak için kararlar alırken İstanbul, işgal güçlerine teslimiyetin türlü hesapları içindeydi. İstanbul basınının küçük bir kısmı ile bazı aydınların Anadolu Hareketi’ne destek verdikleri de dikkatten kaçmamakta.

Mustafa Kemal Sivas Kongresi’ne katılanların otelde kalmasını yasakladığından delegeler, Sivaslıların evlerinde konuk oldular. Bu da delegelerle Sivas halkının kaynaşmasını sağladı.

Sivas Kongresi’nin 105. yılında başta Atatürk olmak üzere gözünü budaktan sakınmayarak bu ulusal davaya koşanları saygı ve minnetle anıyorum. Onların yürekli girişimi sonunda tam bağımsız Türkiye’ye kavuştuk.

                                                         Adil Hacıömeroğlu

                                                         4 Eylül 2024