TÜRK DİL KURULTAYI


Atatürk, Türk dilinin varsıllaşması ve yabancı dillerin etkisinden kurtulması için önemli çalşmalar içindeydi. Fırsat buldukça dil uzmanlarıyla görüşüyor, Türkçe konusunda yazılan makaleleri ve kitapları okuyor, bunlara koşut olarak farklı sözlükleri inceliyordu. Kimi zaman dil uzmanları, yazarlarla bir araya gelip konuyla ilgili tartışmalar yapıyordu. En iyiyi ortaya çıkarmak için her düşüncedeki kişiyle konuyu görüşüyordu. Çalışmaları sonunda Türk Dil Kurultayı’nın toplanmasına karar verdi. Bu Kurultay’a yazarların, dil uzmanlarının ve öğretmenlerin katılmasını istiyordu. Ne yazık ki dil uzmanı sayısı, parmakla sayılacak kadar azdı. Var olanların Kurultay’a katılmasını sağlayıp onların düşünce ve önerilerinden yararlanılmalıydı.

Türk Dil Kurumu, 12 Temmuz 1932’de kurulduğunda başkanlığına Samih Rifat’ı (Şiirde Garip akımını başlatanlardan Oktay Rıfat’ın babasıdır.), yazmanlığa Ruşen Eşref Ünaydın’ı, üyeliklere de Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Celal Sahir Erozan’ı öneren Atatürk’tü.

Birçok yazar ve dil uzmanı Kurultay’a çağrıldı. Çalışmalar, Samih Rifat’ın öncülüğünde yapılacaktı. Atatürk, sık sık onunla ve Ruşen Eşref’le görüşmekteydi. Ancak Samih Bey çok hastaydı. Atatürk Yalova’dayken çağrılmasına karşın sağlığı nedeniyle gelememişti oraya. Paşa, Dolmabahçe’ye döndüğünde Samih Bey’e telgraf çekildi. Ancak onun sağlığı buna el vermedi. Evinde yatıyordu iyileşmek için. Burada sözü Ruşen Eşref’e verelim:

“Samih Rifat Bey’den ne ertesi gün bir cevap alınabildi ne de daha ertesi gün… Kısıklı polis noktasına telefon edildi. Samih Rifat Bey’in gelemeyecek kadar hasta olduğu öğrenildi. Bunu Reisicumhur Hazretleri’ne arz ettim. Üzüldüler. Buyurdular ki: ‘Yarın Operatör Kemal Bey ve Hasan Rıza Bey’le birlikte gidip görürseniz çok iyi olur, tarafımdan hatırını sorunuz. Yürüyebilecek gibiyse alır gelirsiniz. Dolmabahçe’de bana misafir olsun. Burada tedavisine baktırılır. Doktorlar daha kolay gidip gelebilir.’

Ertesi gün, Operatör M. Kemal Bey, Riyaseti Cumhur Kalemi Mahsus Müdürü Hasan Rıza Bey ve ben, bir motorla Üsküdar’a geçtik. Samih Rifat Bey’in köşküne çıktık. […]

Getirdiğimiz selama, davete pek sevindi. Nasıl teşekkür edeceğini bilemedi. ‘Ben zaten kaç gündür Yalova’ya gideceğim diye Oktay’a kitap bavulumu hazırlatıyordum’ diye iki kanadı büyük bir kitap gibi açık duran bavulu gösterdi. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt: 25, Birinci Basım: Nisan 2009, s. 381-382)”

Hasta yatağındaki Samih Rifat, Dolamabahçe Sarayı’na getirildi. Kendisine ayrılmış odaya yerleştirildi. Hem doktorların sıkı gözetimi altına girdi hem de Atatürk’le Türk dili konusunda yapılacaklarla ilgili görüş alışverişinde bulundu. Samih Rifat’ın Dolmabahçe’ye getirilmesi, Gazi Paşa’nın Türkçeye ne denli önem verdiğinin göstergesi. Çünkü o, Türk ulusunun sonsuza dek diliyle var olacağının bilincindedir.

Gelelim Agop Martayan’ın (Dilaçar’ın) Türk Dil Kurultayı’na katılmasına…

“Kurultay toplanacağı sözü, değil yurtiçindeki bilirleri, sınırlarımız aşırı dil bilginlerini bile hıza getirmişti. Bir sabah, Ermenice iki makale aldım: Agop Martayan imzalı… Tercüme ettirdim: Türk dilinin eksikliği ve köklülüğü, başka dillerde bıraktığı izler üzerine idi… Hami Reis’e arz ettim. Bir iki gün sonra yine o imzanın yeni bir tezi daha geldi. Reisicumhur Hazretleri bu yazıları yazanın nerede olduğunu sordular. Öğrendik ki Sofya’da imiş. Kurultay’da hazır bulunmak ve tezini anlatmak üzere getirilmesi için emir verdiler. (Aynı yapıt, s. 386-387)”

İçişleri ve dışişleri bakanlıkları devreye girer ve Agop Martayan’ın Kurultay’a katılımı sağlanır. Atatürk, yalnızca çok bilinen dil bilginlerinin değil; yurdun her köşesindeki ve yurt dışındaki dil uzmanlarının da dil çalışmalarına katılmasını sağlamak için elinden geleni yaptı. Onun için önemli olan, diliyle sonsuza dek yaşayacak olan Türk ulusuydu.

Atatürk, tüm çalışmalarında tek başına değildi. Konuyla ilgili uzmanların görüşlerine değer verdi. Yararlandığı uzmanların kimliğine, etnik kökenine, inancına bakmadı. Hz. Muhammed’in “İlim, Çin’de olsa alınız.” sözü uyarınca davrandı. O, usçu bir bakış açısıyla bilimi kılavuz edindi. Bilim adamlarına, herhangi bir alanda uzman olanların düşüncelerine çok değer verip saygı duydu. İşte, Atatürk’ü Atatürk yapan da bu değil mi?

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  27 Eylül 2024

 

 

 

1 yorum:

  1. Işık kaynağı nerede ve kim olduğuna bakılmaksızın bulunup değerlendirilmeli, sahip çıkıp geliştirilmeli ki Ulus yaşasın sonsuza dek ...
    Çünkü dil; bağımsızlık ve varoluş kaynağıdır

    YanıtlaSil