Atatürk;
öncelikle Türk Tarih (15 Nisan 1931), Türk Dil (12 Temmuz 1932) kurumlarının
kurulmasına öncülük etti. Çünkü bir ulus, dili ve tarihi olmadan yaşayamaz. Bir
ulusu, ulu bir ağaca benzetirsek tarih, o ağacın kökü, gövdesi ve dallarıdır. Her
baharda kökten ve gövdeden çıkan filizler ise o toplumun ülküleri. Bu iki
kurumun gelişmesi için Büyük Gazi, insanüstü bir çalışma gösterdi. Yapılan çalışmaları
yakından izledi. Zaten dil ve tarih birbirine bağlı iki büyük toplumsal ırmak
değil mi?
Büyük
Kurtarıcı, Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’ni özellikle kurdu. Çünkü
coğrafya olmasa tarih de dil de olmaz. Dil de tarih de coğrafya da birbirine
bağlı olmazsa olmazlar bir ulusun varlığı için.
Türk
Tarih ve Dil kurumlarının kurulması, yalnızca ülkemizde değil, tüm dünyada
yaşayan Türkler arasında büyük bir heyecan yarattı. Türk tarih ve dil çalışmalarına
katkı yapmak için konunun uzmanları kolları sıvadı. Atatürk, farklı kişilerce
hazırlanmış Türk tarihi ve diliyle ilgili kitapları, sözlükleri getirtti. Gece
gündüz demeden bu yapıtları inceledi. Okuduklarını, konunun uzmanlarıyla tartıştı.
Araştırmacılarla görüş alışverişinde bulundu. Halk bilgeleri, öğretmenler ve
üniversite öğretim üyeleriyle görüştü. Bu iki kurumun bilgi belleğini
oluşturmak için olağanüstün bir çaba gösterdi.
Dönemin
tanınmış Macar profesörlerinden Zayti Ferenç’i Türkiye’ye çağırdı. Onu, Türk’ün
üstün konukseverliğiyle ağırladı. 6, 8, 12 ve 15 Temmuz 1931 taihlinde onunla dört
kez uzun görüşmeler yaptı Gazi Paşa. Ferenç’in Türk tarihi ve dili üzerindeki
görüşlerini dinledi. Ona, kendi düşüncelerini anlattı.
“Macar
alimi ve Türk-Macar Derneği Başkanı Prof. Zayti Ferenç 1932’de yapılan Türk Tarih
Kongresi’ne davet edilmişti. İri cüssesi ve tecessüs içinde yanan gözleriyle, misafir
alim, bir akşam yemeğinde, Atatürk’ün sağında yer aldı. Çok geçmeden, sofra,
cazibesine doyulmaz bir ilim ve kültür sahnesi oldu. Atatürk, bir aralık, kendine
has ruh değişimlerinin en güzellerinden biri içinde, sima ve mana değiştirdi. Ve
gördük ki, kudretli aksiyon ve hayat adamından, şimdi, birdenbire bir fikir ve
hikmet adamı olmuştu. Keskin zekâsı, hâkim ruhu, realist görüşü, alevden bir
hitabet seli halinde sofrayı sardı. Ve yanındaki seçkin misafire dönerek:
‘Profesör’
dedi ‘Türkler ve Macarlar iki kardeş millettir… Dilleriyle, kültürleriyle iki
kardeş millet… Fakat bu iki kardeş millet ne yaptı? İki kardeş millet gibi mi,
kendi yüksek milli gayelerini ve büyük geleceği düşünen ve gören iki olgun
kardeş gibi mi hareket etti? Hayır, ne yazık ki hayır… Biz Türkler, ilayi kelimetullah
diye, bir fedai gibi İslam aleminin önüne geçtik, siz Macarlar ruhullah diye
yine bir fedai gibi Hıristiyan dünyasının önün düştünüz ve asırlarca
birbirimizi kırdık ve karşılıklı kırıştık, değil mi? Fakat ne için? Hangi büyük
maksat, hangi milli gaye, hangi yüksek gelecek için? Ve kimin için? Kimin
hesabına? Böyle yapacağımıza, eğer gurur ve ihtirasa, boş davalara, manasız,
hayalperest emellere ve başkalarının maksatlarına kapılmayıp da iki kardeş
millet el ele barış içinde birleşseydik, hem kendi milletimizin, hem de bütün
insanlığın refah ve saadetine hizmet etmez miydik?..’
Bu
derin hikmet ve cesur realist görüş tecellisi önünde, Macar alimi, ruhundan
yaralanmış bir canlı heykel gibi, yüzü kıpkırmızı ve gözleri dolu ayağa kalktı,
sandalyesini geriye itti ve Atatürk’ün önünde iki dizi üstünde çökerek ve onun
elini iki eli arasına alarak, tekrar tekrar öptü, öptü, mukaddes hakikat önünde
huşu ile ibadet eder gibi yüzüne, gözlerine sürdü. Bu ulvi manzara önünde
sofrayı bir mabet sessizliği kaplamıştı. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları,
Cilt: 25, Birinci Basım: Nisan 2009, s. 378-379, dipnot)”
Atatürk’ün
bir akşam yemeğinde, Macar bilim adamı Prof. Zayti Ferenç’e yönelik
konuşmasında görüldüğü gibi Ulu Önder’in derin bir tarih bilgisi var. Tarih
konusundaki gerçekçiliğine, derinliğine, çözümleyici mantığına şapka çıkarılır.
Tarihsel gerçeği ve somut durumu, doğru kavramayan bir kişiden siyasetçi olmaz.
Olursa ne mi olur? O kişi, ülkesini felaketlere sürükler. Tarih bunun
örnekleriyle dolu. Tarihten ders almayan uluslar, bunun bedelini çok ağır öder.
Aynı
kökten, aynı kültürden geldiğimiz birçok toplumla yabancılaşmak, hatta onlarla
düşman olmak ulusumuza hep zarar verdi. Bu nedenle kültür, dil, tarih ve köken
birliği olan toplumlarla ilişkilerimizi düzeltmek, yıkılan köprüleri yeniden
kurmak siyasetçilerin de yurttaşlarımızın da görevi. Dünyanın dört bir yanında aynı
dilin farklılaşmış biçimlerini konuşan uluslarla yakınlaşmayı sağlamak, ayrılıkları
ortadan kaldırmak amaç edinilmli.
Atatürk’ün
Sayın Ferenç’e anlattığı tarihsel gerçekleri unutmamalı, onlardan ders almalı. Gerçekçi
ve içten bir konuşmanın etkileyemeyeceği bir kişi yoktur bu dünyada. Zaten
insanoğlunun yaşamdaki amacı, gerçeğe ulaşmak değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
29
Eylül 2024
Değerli Adil Öğretmenim , elinize, emeğinize sağlık 👏👏📚🙏🏻🍀🇹🇷Tarihimizin gerçeklerini, öğrenmeden geçmişimizi bilemez geleceğimize yön veremeyiz.Bilgeliğinizle sizden öğreniyoruz.👏🙏🏻🇹🇷Varolunuz .Saygılarımla👩Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSilTeşekkür ederim...Yüreğinize sağlık...Saygılar
YanıtlaSil