“Adam”
sözcüğünün anlamı konusunda daha önce birkaç yazımda ve bir radyo konuşmamda
söz etmiştim. Öyle anlaşılıyor ki bu konuda yeni yazılar yazmak, konuşmalar
yapmak zorundayız.
12
Eylül darbesi yalnızca toplumumuzun siyasal, sosyal, ekonomik, ekinsel yapısını
altüst etmedi. En büyük darbeyi dilimize indirdi. Zaten ekinin temeli de dil
değil mi?
12
Eylül darbecilerinin Türk Tarih ve Dil kurumlarının Atatürk’ün vasiyetini hiçe
sayıp özerk yapılarını ortadan kaldırarak onları birer devlet dairesi durumuna
getirmesi bilinçli bir eylemdi. Bu yolla hem Türk tarihi araştırmalarını
önlemek hem de anadilimizin gelişmesini, çağa ayak uydurmasını, dilimizin
varsıllaşmasını ve her gün dilimize girmekte olan yabanıl sözcüklerin önü kesme
çabalarına karşı durmaktı amaç.
Dil,
kendi kuralları içinde gelişmezse yazın alanı yoksullaşır. Yazın alanının
kısırlaşması, okuma alışkanlığını giderek yok olmasına neden olur. Okuma alışkanlığı
olamayan toplumların bilim, sanat, kültür alanında gelişmeleri olanaksızlaşır.
Kişilerde sözcük dağarcığı daralır. Bu da düşüncenin gelişimini engeller. Böylece
düşünmek yerine, güdüleriyle davranan kişiler çoğalır. Düşüncenin gelişmediği
toplumların yabancıların buyruğu altına girmeleri kolaylaşır. Dili giderek yok
olan ulusların varlıklarını uzun süre sürdürmeleri de olanaksızdır. Ulus, dille
var olup yaşar, düşünür. Onunla düşündüğünü anlatır. İşte, 12 Eylül
darbecilerin anadilimize vurdukları birinci darbe budur.
Darbecilerin dilimize yaptığı ikinci kötülüğe
gelelim şimdi. Evren-Özal, ülkemizdeki siyasal yapıyı değiştirmek için
olağanüstü bir çaba harcadılar. Bunun nedeni, yükselmekte olan siyasal
muhalefetin önünü kesmekti. Muhalifler, ülkemizin tam bağımsızlığını
emperyalist boyunduruktan kurtulmasını istiyordu. Bağımsızlık isteği, dilin
arılaşmasıyla birleşmişti. Güzel Türkçemizi etki altına alamaya çalışan ekinsel
emperyalizme karşı durulmaktaydı Türk Dil Kurumu öncülüğünde. Ekonomik, teknolojik,
sosyal, bilimsel, ekinsel gelişmelere koşut olarak ortaya çıkan yabancı
sözcüklerin Türkçeleri bulunarak dilimize katılıyordu. Böylece dilimiz
varsıllaşıyordu.
12
Eylül’den sonra emperyalizme karşı tam bağımsızlık savaşımının yerine, yeni siyasal
konular getirildi dışardan dayatmayla. Artık siyasete damgasını vuran etnik,
inanç, cinsiyet gibi bezer alanlardaki ayrımcılıktı. Bu ayrımlar, körüklendi.
Farklı etnik kökenden gelenler, değişik inançlarda kümeler birbirine düşman
oldu. Kadınla erkek ayrı insan türleriymiş gibi bir algı yaratıldı toplumda.
Oysa kadın ve erken birbirlerini tamamlayan bir elmanın iki yarısı. Elmayı
ikiye bölsek çok geçmeden her iki yarıda çürümeye başlar. Böyle de oldu. Ayrıştırılan,
karşıtlaştırılıp düşmanlaştırılan taraflarda sosyal çürüme belirtileri de
görülmeye başlandı. Dostluk, yerini düşmanlığa; sevgi ise nefrete bıraktı. Oysa
toplumdaki sorunların neredeyse hepsi, toplumun tüm kesimlerinin yaşadığı
sorunlardı. Çözüm de toplumun tüm kesimlerinin katılımıyla olmalı. Örneğin, parmağınız
yaralandığında kolunuz, yüreğiniz, beyniniz bu acıyı duyumsamaz mı? Duyumsar,
hem de sonuna dek. Toplumda bir acı ve haksızlık varsa hepimizin bunu
duyumsaması kadar kolay ne var?
Toplum
kesimlerinin bölünüp düşmanlaştırılmasıyla oluşturulan siyasal anlayışın hem
ülkemize hem de dünya uluslarına büyük zararları oldu. Bu anlayış birçok toplumda
sağaltımı güç yaralar açtı. Bu ayrımcılığın körüklenmesiyle milyonlarca insan
yaşamını yitirdi. Bir o kadarı da yerinden yurdundan oldu.
Siyasal
ve sosyal alanlardaki gelişmelerin dili etkilememesi düşünülemez. Bu ayrımcı
siyaset, Türkçemizi de etkiledi başka dillerde olduğu gibi.
Türkçemiz,
insanı yüceltir. Bu nedenle başka dillerde karşılığı olmayan sözcüklerimiz,
deyimlerimiz vardır duygu yüklü. Sözcüklerimize yüreğimizden kopup gelen
değişmece anlamlar yükleriz. Bu anlamlar, insancıl anlatımımızı varsıllaştırır.
Türkçemizde
eril, dişil sözcükler yoktur. Yani Türkçe cinsiyet ayrımı yapmaz. Erkeği de
kadını da bir tutar. Elmanın iki yarısı olarak düşünür. Her ikisi de eşdeğerde
insandır dilimize, anlayışımıza göre. Kadına en güzel önadı yaratan dildir
Türkçemiz. Ona “hanım” demişiz. Yani hepimizin hanı. Bundan daha güzel önad var
mıdır başka dillerde kadın için kullanılan?
TBMM’de,
Cumhuriyet’in yönetim biçimi olarak kabul edildiği oturumda bazı karşıt
milletvekilleri, cumhuriyetin ne olduğunu sorarlar, biraz da dalga geçerek.
Atatürk, onlara: “Cumhuriyet, adam olmaktır.” der bağırarak. Buradaki “adam”
sözcüğü cinsiyet vurgusu değil, insan vurgusudur. 12 Eylül’le liberalizmin
egemen olduğu ülkemizde her şey bozulmaya çalışıldı, doğaldır ki dil de… Şimdilerde
bazıları kadınları adam saymamakta. Ne kadar acı değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
3
Kasım 2021
Yazdığınız gibi,12Eylül’den sonra TDK hızla değişime girdi. Yabancı kelime kullanmamak adına yaptığı -gereksiz- çalışmaları halk tarafından da onay görmedi. Oturgaç-götürgeç-tütünsel dumangaç gibi akla, mantığa uymayan kelimeler, bırakın kabul görmeyi, neredeyse küfür yerine kullanılır oldu. Yazıklar olsun diyorum…
YanıtlaSilŞükran Balekoğlu Yamak
Adamlık erkekler ve kadınlar içindir.Adamlık özü sözü bir olmak yüreği başka dili başka yaşamamaktır.Adamlık iyiniyet , dürüstlük, cömertlik , kahramanlıktır.Efendi olmak sözünde durmaktır.İnsan olabilmek yüce gönüllü , koca yürekli olmaktır.Hocam yüreğinize sağlık .Esen kalınız ✍️👏🌺🙏🏻Fulya Kırımoğlu
YanıtlaSil