BENİM MEMURUM

 

Özal: “Benim memurum, işini bilir.” dedi. Bu söz, daha çok dar gelirli memurları rüşvet yemeye yüreklendirdiği yanıyla tartışıldı zamanında. Toplumu ve devleti kemiren, çürüten, kokuşturan en büyük virüstür yolsuzluk ve rüşvet. Ancak yazının konusu bu değil.

“Benim memurum.” ne demek? Bu memurları babanın evinden mi getirdin? Yoksa bu “benim” dediğin memurları Ortaçağın köle pazarlarından mı satın alıp iş sahibi yaptın? Bu sorular, nedense pek sorulmadı Ozal’a o dönemde.

Memurlar, devletin bütçesinden alır aylıklarını. Bu aylıklar karşılığında yasalar çerçevesinde halka hizmet ederler. Kişilere değil, devlete ve devletin yasalarına bağlıdırlar.

Özal öncesi de birinci tekil kişili benzer tümceler kullanırdı bazı siyasetçiler az da olsa. Çünkü Türkiye kulluktan yurttaşlığa geçti. Ne yazık ki hala kul olmayı isteyen kişiler ve yurttaşı kul olarak gören yöneticiler var. Alışkanlıklar kolay kolay değişmiyor. Kimi zaman bu alışkanlıklar, toplumsal sayrılıklara neden olmakta.

Kişi, bakanlık koltuğuna oturuyor. Başlıyor konuşmaya… “Benim müsteşarım, benim daire başkanım, benim müdürüm, benim sekreterim, benim memurum, benim işgörenim…” Hepsi onun… Alışmış “ben” demeye. Bir türlü “biz” diyemiyor. Çünkü biz olmak özveri, usçuluk, yurtseverlik, çok yönlü bilgi, uzmanlık, ekinsel birikim, özgüven gerek. Çalışma arkadaşlarını aynı takımın farklı oyuncuları, emekçileri olarak değil de malı olarak görme alışkanlığının altında yatan; koltukta oturanın kendini padişahçık olarak görmesi, çalışanları da kulu olarak algılamasıdır.

Küçük bir devlet biriminin başına geçen müdür bile çalışanlardan söz ederken “Benim memurum.” demekte. Kendinden birkaç yaş küçük işgörenini çağırırken “Oğlum!” diye seslenmekte. Yanında çalışan memur kızları “Kızım!” diyerek çağırmakta. Bir işyerinde çalışanların ayrı görevleri de olsa eşit olduklarının ayrımında değil ne yazık ki yöneticilerin birçoğu. Çalışanların adlarının sonuna birinci tekil iyelik ekini getirerek buyruğu altındakilerin sahibi olarak görmekte kendisini.

Okul müdürü iki tanıdığım söyleşmekteler birçok kişinin arasında. “Senin öğretmenin falanca… Benim işgörenim filanca… Benim memurumla seninkini değiştirelim.” gibi tümcelerle sürmekte konuşmaları. Beyefendiler sanki iki Ortaçağ derebeyi. Çalışanlar da köle pazarından satın aldıkları bir dilim ekmeğe muhtaç zavallılar öyle mi?

Bir koltuğa oturan kişi, yanında çalışanlara neden “İş arkadaşım!” demekte zorlanır. Niye kendisinin o koltukta oturmasının nedeni olan çalışanları, “Benim!” diyerek eşitsiz bir konuma getirme çabası içindeler? Bir kurumun memuru yoksa amiri de olmaz.

İnsan, diğer insanlarla eşit olmaktan niye kaçınır? Kişinin kendini, diğerlerinden yüksekte görme isteği niyedir? Koltuğa oturunca biri, neden üstün insan olduğunu düşünür? Yürüyüşü, oturuşu, bakışı, gülüşü, konuşuşu niçin değişir bir anda?

Siyasal partilerin genel başkanları konuşuyorlar kafalarına arkaya atıp gözlerini tavana dikerek. “Onu, ben yapacağım. Şunu, ben getireceğim. Bunu ben düşündüm.” Söylemler, böyle uzayıp gitmekte. “Ben, ben, ben… Hep ben, başkası yok! Her şeyi ben yaparım, başkasına gerek yok! Bunca vekil, on binlerce üye beni alkışlasın yeter.” Konuşmalar, böyle sürüp gidiyor gösterişli alkışlar arasında. Alkışçıların da bir düzeni var. Kim önce ayağa kalkıp göbeğini öne çıkarıp ellerini havaya kaldırarak alkışlıyorsa gelecek seçimde listeye girmesi garanti demektir.

Siyasetçi, neden “Biz yaptık, biz düşündük, biz başardık.” diyemiyor? Niçin sorumluluğu da başarıyı da arkadaşlarıyla paylaşamıyor? Başarı için yazgı birliği yaptığı bir takımın yalnızca kaptanı olduğunu, diğerlerinin emeği olmadan başarının olanaksızlığını niye bilmez?

Yöneticiler, “biz” demeyince ortak usu da kullanamıyorlar. Ortak us olmayınca işbirliği yapılamaz. İşbirliği yoksa o kurumda dostluk ve arkadaşlık da olmaz.

Kendisini padişah, kral ya da ilk çağ tanrısı sanan siyasetçi, alt ve üst düzeydeki yönetici ortaçağ kurallarıyla yönetmeye kalkmakta yanındakileri.

“Ben” değil,  “biz” olduğumuzda her şey yoluna girer. Çok mu zor?

                                                                                   Adil Hacıömeroğlu    

                                                                                   14 Kasım 2021

 

1 yorum:

  1. Ne zaman yukarılara tırmansam,EGO diye bir köpek tarafından takip ediliyorum..
    Friedrich NİETZSCHE

    YanıtlaSil