Reklam
panoları, kentlerin her yerinde var. Üstgeçitlerde, cadde ve sokaklarda, kent
alanlarında, metro istasyonlarında, tren garlarında, iskelelerde… Kısacası usumuza
gelebilecek her yerde… Birçoğunda belediyelerin reklamları var.
Bir
belediye başkanı, kendi reklamını niye yapar? 12 Eylül 1980 Amerikancı
darbesinden önce böyle bir alışkanlık yoktu ülkemizde. 12 Eylül’ün liberal
fırtınaları arasında bu da başladı. Darbecilerin atadığı belediye başkanları,
kentin görülebilir yerlerine fotoğraflarını astılar adlarını da yazarak.
Fotoğraflar neredeyse tek bir örnekti. Zorla gülmeye çalışan (Buna halkımız
“sırıtmak” der.), kollarını göğsüne bağlamış bir kişi. Usumuza gelmişken söyleyelim.
Kolları, göğüste bağlayan kişi, “İletişime kapalıyım.” demek istiyor. Zaten bu
dönemden sonra demokrat belediye başkanlarının yerine kendi çapında diktatör ve
kentin getirimini cebe indirenler moda oldu. Hesap sorulamaz belediye
başkanları dönemi başladı böylece. 1984’te seçilen başkanlar da aynı yöntemi
sürdürdüler. Bu, Özal modasıydı. Amerikancı siyaset anlayışının ülkemizin
başına çöreklenme süreci başlangıcıydı. Ne yazık ki sonraki yıllarda
iktidarıyla muhalefetiyle nerdeyse tüm belediye başkanları bu reklam furyasının
tutsağı oldular.
Belediyeler,
halka hizmet etmek zorundalar. Belediye başkanları da bu hizmeti eylemini
yönetmek, uygulamak için seçilmekteler. Bir yöneticinin görevi olduğu için
yaptığı hizmeti, halkın gözüne sokması doğru mu? Bir memur, görevini yapınca
halkın gözüne mi sokacak bunu? Bir baba eve ekmek aldığında bunu, çoluk çocuğunun
başına mı çalar? “Ey karıcığım, ey çocuklarım; bakın size ekmek getirdim.”
derse gülünç olmaz mı?
Belediye
başkanları, bu göreve kendi istekleriyle seçilmekteler. Bu görevleri sırasında
ise aylıklarını almaktalar. Nedense başkanlık işi görevden sıyrılıp meslek
durumuna getirilmekte. Bu nedenle de bir belediye başkanı, yaşamının sonuna dek
koltuğunda oturmak istemekte. Çünkü kentin getirimi, ballı börek.
Bir
kişi yaptığı bir işin reklamını niye yapar? O koltuğun sıcaklığını terk etmemek
için. Bu reklamlar için belediyenin resmi bütçesinden milyonlar harcanır.
Ayrıca yüklenicilerden de reklamlar için kaynak aktarılmakta. Halkın parasını,
kendi reklamı için harcayan birilerinden halka hizmet beklenir mi? Belediye
başkanları, halkın parasını ya halka hizmet için ya da kendi reklamlarını
yapmak için kullanmalı. Bu konuda bir yol ayrımı gerek. Bu da sistemin
değişmesiyle olur. Bu çürümüş sistemin her yerinde kokuşmalar var. Bu sistemle
halka hizmet üretilmez, bir avuç kişiye dünyalık kurulur.
Belki
ilginizi çekmiştir. “… Belediye Başkanlığı” denmiyor. “… Belediye Başkanı
Falanca Filanca” deniyor. Anlaşılacağı üzere bu başkanlar, kendilerini yüz
yıllık kurumların üstünde görmekte. Sanki kendileri yokken bu belediyeler yoktu
ve halka hiç hizmet etmediler. Bu hazretlerin sayesinde belediyeler var olmuş
gibi davranmaktalar. Bu reklamlar kurum adına olsalar neyse… Belki birazcık
hafifletici nedeni olabilir.
Demokrasi,
bir avuç kişiyi varsıllaştırıp halkı yoksul bir yaşamın ilkelliğine tutsak
etmek değil. Halkın seçmediği, parti genel başkanlarının belirlediği belediye
başkanlarının halkı hizmet edeceğini düşünmek, saflık değil de nedir?
Adil
Hacıömeroğlu
30
Kasım 2021
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder