DERELER ÜZERİNDEKİ KENT, İSTANBUL

Çocukluğumdan beri yer adları ilgimi çeker. Kent, kasaba, köy, mahalle, akarsu, göl, deniz, orman, koru, cadde ve sokak adlarını irdeler, üzerinde düşünürüm. Adlardan yola çıkarak o yerin tarihiyle ilgili kafamda bir düşünce oluşturmaya çalışırım. İlk kez gittiğim yerlerde ilgimi çeken yer adlarını, önüme gelene sorarım. Çoğunlukla yanıt alamam. Bu ilgisizlik ve ilgisizlikten doğan bilgisizlik canımı sıkar. Kendi kendime: “İnsan, yıllardır yaşadığı yerdeki bir coğrafi adı niye merak edip öğrenmez?” diye sorarım.

İstanbul’da “Avcılar, Bağcılar” adında ilçeler var. Adından belli Bağcılar’ın kurulduğu topraklarda eskiden üzüm bağları varmış. Yani tarım alanıymış burası. Avcılar da adıyla bağırmakta olduğu yerden eskiden av alanı olduğunu. Av alanı olmak için türlü kuşların ya da farklı av hayvanlarının yaşadığı sulak bir alan olmalı değil mi? Bunun için de toprağın verimli, besleyiciliği söz konusu.

İstanbul’un “Büyükçekmece, Küçükçekmece” adlı ilçelerimiz bulunmakta. Bu ilçeler, adlarını yanlarına kuruldukları göllerden almakta. Kahramanmaraş merkezli depremlerde en çok yıkım ve can yitimi olan yerlerden biri, Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesi. Adından belli… Gölün başında kuruldu bu ilçemiz. Atalarımız yer adlandırmada nasıl da usçu davranmakta. Ancak ataların sözüne kulak asan kim?

Göl başında ne yapılır? Dinlenilir. Gölde balık varsa balık tutulur. Gölde yaşayan su kuşları doya doya izlenir. Su sporları yapılır. Atalarımız adlandırmaları yaparken orada ne yapılacağını da bize söylüyor. Demek ki göllerin yanı başında konut alanları olmazmış.

17 Ağustos 1999 Gölcük depreminde İstanbul’da en çok yıkım ve can yitiminin olduğu yer, Avcılar… İkinci yer ise Bağcılar… Bu yıkımlarda yapı kusurlarının önemli olduğunu belirtmeliyim. Bu iki ilçede yapılaşma olurken zeminin nasıl olduğu göz ardı edildi. Bu konuda bilimadamlarının söz dinlenmedi. Büyükçekmece ve Küçükçekmece ilçelerinin olası Marmara depreminde en çok yıkımın olacağı yerler olarak gösterilmekte bilimadamlarınca. Bu konuda bu iki ilçenin fay hattına yakınlığını da unutmuyoruz. Ancak göl kıyısında kentleşmek niye?

Son yıllarda bir semt oluştu pahalı konutlarıyla. Buranın adı, Maslak… Peki maslak ne demek?

“Maslak: 1- Sürekli su akan boru.

               2- Boruları aşırı basınçtan korumak amacıyla su yolu üzerinde yapılan içi su dolu hazne.

               3- Büyük yalak. (TDK Sözlüğü)” Görüldüğü gibi bu semtin olduğu yer, sürekli akan suların olduğu bir alan. Peki, burada yapılaşmaya izin verilirken yerin adından yola çıkarak gerekli incelemeler yapıldı mı? Maslak, yakın zamana dek ormanlarla kaplı bir alandı.

Ayrıca İstanbul’da “maslak” sözünün geçtiği yirmi tane sokak var farklı ilçelerde.

İstanbul’da birçok sokak ve caddenin adında “dere” var. Bu dereler kurutularak mahalleler kuruldu buralara. Birçok sokak ve adında ise “çeşme” bulunmakta. (Mimar Sina ve Su, Sultangazı Belediyesi, Editör Coşkun Yılmaz)

Eskiden çeşmeler su kaynaklarına yakın kurulmaktaydı. Bu yapılırken çeşmelere gelen suyu hem yağmur ve atık sularından korumak hem de suyun niteliğini bozmamak içindi. Ne yazık ki çeşmelerin bir bölümü kaynağı ile yok edilip üstüne sokak ya da konut yapıldı. Bir bölümünün suyu kesildi, adları ise üstünden geçen sokakta yaşamakta.

Tarihsel kentte adında “dere” olan 210, “çeşme” bulunan 167, “kuyu” sözcüğünün yer aldığı 62 sokak var. Görüldüğü gibi su kaynakları yok edilerek üstlerine sokak yapılmış. Doğaldır ki sokakların her iki yanında da yapılaşma söz konusu. İstanbul’un yalnızca taşı toprağı altın değil; dereleri, çeşmeleri, kuyuları, su yolları, gölleri, avlakları, bağları da altın.

Yapsatçıların kazanma isteği, yöneticilerin iş bilmezliği ve aymazlığıyla birleşince yapılaşmada bilim ikinci plana atılmakta. Bilimadamlarının uyarıları, kulak ardı edilmekte. Kentin doğası yok edilirken insanların soluklanacağı bir ortam da kalmıyor. Bu açgözlülük yalnızca insanlara mı zarar vermekte? Doğaldır ki hayır!

Derelerde, göllerde, su kaynaklarında ve bunların yaşam verdiği yaşayan onlarca bitki, hayvan türü yok olmakta. Çeşme yalaklarından su içen hayvanlar bir bir ortadan kaldırıldı bilinçsizce. Neredeyse şiddetli yağışın olduğu zamanlarda su yatağını ararken sele dönüştü. Bazı yapıların birinci katları göl oldu. Bazı yerlerde yurttaşlarımız yaşamlarını yitirdi. Zamanı gelince su yatağını buluyor da insanlar bir türlü ders çıkarmıyor yaptığı yanlış işlerden ve böylece gideceği bilim yolunu bulamıyor. Atalarımız: “Deli bile düştüğü çukura ikinci kez düşmez.” demiş. Demiş de bu sözün anlamını anlamış mı kentlerimizi ve ülkemizi yönetenler? Aynı çukura kaç kez düştüklerini sayamıyoruz artık. Çukura düşmeyi alışkanlık duruma getirmiş yöneticiler çok.

Depreme dayanıklı, sağlıklı, yaşanabilir kentler yaratmak için atalarımıza kulak versek ya da cadde sokak adlarına bakıp azıcık düşünsek yeterli sanırım.

Yaşam derslerle dolu. Yeter ki ders almayı bilelim.

                                                                  Adil Hacıömeroğlu

                                                                  10 Ocak 2024

 

3 yorum:

  1. Sizin yazılarınızdan bilmediğım çok şey öğrendim.

    YanıtlaSil
  2. Ülkede uygulanan ekonomi rant ekonomisi olduğundan,nufusun önemli bir kısmı kıyılarda toplandı.Anadolunun içleri bomboş,çölleşmeye yüz tutmuş topraklarla dolu.. Cenab-ı Hak,Hz.Yahya üzerinden bize mesaj veriyor.Yahya;bir yerin ihya edilmesi,imar edilmesi demek.. Allah,şunu ima ediyor. Ben nasıl ki,100 yaş seviyesine gelmiş,adeta kurumuş çölleşmiş toprak durumuna gelmiş olan Hz.Zekeriya ve eşini ihya-imar ederek,Hz.Yahya'yı halk ettiysem,sizde toprakları çölleşmeye bırakmadan onları imar edin,yoksa o topraklar nereden düştüm bu cahillerin eline diye ağlarlar.

    YanıtlaSil
  3. Çok güzel bir yazı. Teşekkür ederiz verdiğiniz bilgiler için hocam. Sadece bir konuda itirazım olacak. Ben sorunun salt yönetim sorunu olduğunu düşünmüyorum. İnsanlığın da alacakaranlığını yaşadığımız bir dönemdeyiz. Bunun altını çizmek isterim. Saygılarımla

    YanıtlaSil