ÜRETEN KENTLER


Serbest piyasacı vahşi kapitalizm, kentlerimizi tüketimin doruğa çıktığı alanlara çevirdi. Usumuza gelebilecek her alanda tüketmekte her şeyi, kentler ve buralarda yaşayanlar. En çok da insanı tüketmekte kentler. Tüketen kentlerden önümüzde gri-kara yapılar, homurdayan taşıtlar ve onların amaçsız, anlamsız korna gürültüleri. Oysa kentler, üretimin ve uygarlığın geliştiği yerler. Hem ekonomik alanda hem de eğitim, kültür, sanat, bilim, sporda üretimin öncü yerleridir kentler.

Kent dediğimizde eğitim, kültür, sanat, bilim ve sporun her alanıyla ilgili üretimlerin yapılması gerek. Üretilen yapıtlar, gündeme gelen yeni akımlar, oluşturulan öncü düşünceler, bulunan yenilikler; toplumsal gelişmeye, yenileşmeye, ülkülere, dayanışmaya öncülük etmeli. Kentler devimselliğin merkezi, öncüsü olmalı. Oysa bizim kentlerimizde devimsellik söz konusu bile değil. Anlaşılmaz bir durağanlığın, cansızlığın, her gün yinelenen tekdüzeliğin alanı olmuş kentlerimiz.

Kentleşmede yapılan yanlışlar, kentlerimizi insanların yaşam alanı olarak değil; iç karartıcı, sele ve depreme dayanıksız yapılarla taşıtların bulunduğu yerler olarak planlandı ne yazık ki. Kent insanı, gri ve karanın egemen olduğu yapılarla korna seslerinin oluşturduğu karmaşayla tutsaklaştırılmış durumda. Tutsak insan, özgürlüğünü de özgünlüğünü de düşünsel, sanatsal ve bilimsel üretkenliğini de yitirmiş kişidir. Tutsaklık, kişiyi tekdüzeliğin içine sokar ister istemez. Bu tekdüzelik, giderek kişiyi bıkkınlık ve adı konamaz bir yorgunluğun içine sokmakta.

Kent insanı; tinsel erince ulaştığında eğitim, bilim, sanat, kültür alanında eşsiz yaratıları ortaya çıkarır. Tinsel erinç; yardımlaşmayı, dayanışmayı, düşünce alışverişini, uygar ölçülerde tartışma yapma anlayışını getirir. Bu da düşünsel gelişmeyi, insan bilincini üst düzeye çıkarır. İnsan bilincinin gelişmesi, onu üretmeye zorlar. İşte, böyle bir ortamda bilim, sanat, kültür üretimi gelişir.

Kentlerin ikinci üretim alanı teknik alandır. Bilim, eğitim, kültür ve sanat alanındaki gelişmeler ister istemez teknolojik alanı besleyecektir. Çünkü sorgulayıcı, araştırıcı, gözlemci nitelikleriyle üretken duruma geçen kentli insan, içinde uyanan merak duygusuyla teknolojide yeni buluşların kapısını açar.

Kent üretmeli. Her türlü atığı; bilinçli bir dönüşümle yararlı, kullanımlı bir gereksinim maddesine çevirmeli. Kısıtlı dünya kaynaklarından üretilen ve çoğu zaman çöpe atılan atıklar, türlü geri dönüşüm teknikleriyle insanın hizmetine yeniden sokulması gezegenimizin yaşam süresini uzatır. Kullandığımız her türlü kaynaktan olabildiğince az atık çıkması için belediyeler halkı bilinçlendirmeli. Bu bilinçlendirme sistemli ve sürekli bir eğitime dönüşmeli. Savurganlık, açgözlülük, tüketime odaklı bir yaşam anlayışının terk edilmesi kentlerimizi koruyacak en büyük zırh. Tüketimin en çok olduğu kentlerin bu konuda özenli davranması tüm doğa üzerinde etkisini gösterecek; toprak, hava ve suyu kirlenmekten, yok olmaktan kurtulacaktır.

Kentlerde atıklardan erke üretilebileceği gibi güneş ve rüzgârdan da bu üretim yapılabilir. On binlerce çatı bomboş durmakta. Buralara güneş enerjisi panelleri kurmayı belediyeler zorunlu kılmalı. Bu, erkede dışa bağımlılığı azaltacaktır. Kentlerde birçok yapının üzerine rüzgârgülleri konabilir. Metrolar sıkça işleyen taşıtlar. Geçtikleri yeraltı tünellerinde sürekli rüzgâr estirmekteler. Bu esintilerden erke üretilebilir.

Karadeniz’den Marmara’ya doğru Boğaz’dan sürekli olan bir akıntı var. Deniz geçişlerini engellemeyecek teknolojilerle bu akıntı, erke üretimi için kullanılabilir. Kuzeyden gelen akıntı, Sarayburnu önünde sıkışarak büyük bir nehir gibi sert bir akışla güneye doğru gitmekte. Bu doğal kaynak, erke üretimi için değerlendirilebilir. Otoyollar, yeni teknolojik gelişmeler ışığında erke üslerine dönüşebilir.

İstanbul’un kuzeyinde yer alan Karadeniz, neredeyse on iki ay boyunca sürekli dalgalı. Bu dalgalardan niye erke üretilmez?

Yıllardır güneş alan balkonumda yazın domates, salatalık, biber, fesleğen; kışın ise taze soğan, maydanoz, marul, roka yetiştirmekteyim. Bu, aile bütçemize katkı yapmakta. Bu sebzeleri, mutfakta yıkadığımız sebze ve meyvelerin suyunu biriktirerek sulamaktayız. Böylece kanalizasyona akıp gidecek suyu da atık olmaktan kurtarıyoruz. Bunun tüm kentlilere yaygınlaşması en büyük dileğim. Bu konuda belediyeler, halkı özendirici çalışmalar yapmalı. Küçük çapta da olsa böyle bir üretimin tinsel bir sağaltım olduğunu söyleyebilirim.

Nüfusumuz gittikçe yaşlanmakta. Emekli yurttaş sayısı, çalışan nüfusa oranı her geçen gün artmakta. Emeklilerin üretimden kopması, onları tinsel ve bedensel olarak çökertmekte. Bu nedenle onları, kurulacak düşkü evleriyle üretime katmalı. Düşkü evlerinde el işleri, oymacılık, kakmacılık, metal işleme, marangozluk… gibi el becerileri alanları oluşturarak onların üretim yapmaları sağlanmalı. Beyinsel ve bedensel etkinlik var oldukça yaşlılığa bağlı birçok sayrılık da önlenmiş olacak. Böylece emeklilerimizin sağlıklı bir yaşlılık dönemi geçirmesi sağlanacak.

Düşkü evlerinde sanatın tüm dallarıyla bilim alanlarında deneysel eğitimler verilmeli.

Kentin uygun yerlerinde düşkü bahçeleri oluşturulmalı. Buralarda, yurttaşlarımızın dört mevsim üretim yapması sağlanmalı. Onlara, yerel yönetimlerce her türlü destek verilerek üretmenin getirdiği mutluluk yaşatılmalı. Üreten kişinin mutlu olacağı gerçeği hep anımsanmalı.

Üreten kentliler arasında üretimin yaratacağı erinçle yardımlaşma, dayanışma, zaman zaman ekip ruhuyla iş yapma anlayışı gelişecek. Bu da birbirine yabancı kentliler yerine, sosyalleşen komşuları getirecek.

Üreten kentlerde suç oranı düşer. Üreten kentler, aynı zamanda güvenli yaşam alanlarıdır. Asalakların azaldığı, ortak emeğin çoğaldığı yerlerde üretmenin getirdiği özgüvenle gülümseyen insanların kenti olacak yaşadığımız yer.

Kentler, betona yatırım yapılan yerler değil; emeğe değer verilen yerler olmalı. Emeğin egemen olduğu yerde dostluk, barış, kardeşlik, erinç olur. Bunların yok olduğu yerde bunalım, kargaşa, gerginlik egemenlik kurar. İnsanoğlu, var olduğundan beri hep iyinin güzelin peşinden koşmadı mı?

                                                                            Adil Hacıömeroğlu

                                                                            16 Ocak 2024

 

4 yorum:

  1. Dediklerinizin hepsine katılıyorum. Ancak önce zihinleri dönüştürmeli! (Tarihsel materyalizm dinine göre küfre saptım şimdi ama...) Faydacılık, rantçılığın önüne geçtiği zaman bir şeyler değişebilir ve bir şeyleri değiştirmek için hiçbir zaman geç değildir.

    YanıtlaSil
  2. Cenab-ı Hak,Mekke için Ümmü-l Kura tanımlaması yapmaktadır.Buna göre Mekke,şehirlerin anası,diğer şehirlerde Mekke'nin yavruları,şubeleri olmaktadır. Mekke'de İbrahim makamının olması üniversite anlamında,eğitim yapılması anlamındadır. Bu ayeti Mevlamızın şu buyruğu ile birleştirerek bir açılım yapabiliriz. "Kuşkusuz sizin için hayvanlarda büyük ibret vardır. Zira size,onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından,içenlerin boğazından kolayca geçen halis bir süt içiriyoruz.Nahl 66:.. Yani şu husus vurgulanıyor,nasılki benim sünnetim iki haram arasından(bağırsak fışkısı ve kan) helel olan süt üretiyorsam,sizde iki düşmanınız olan şeytan ve nefsinizin arasından,dostunuz olan aklınızı kullanarak,şehirlerin anasından bilim,kültür,teknoloji üretecek yeni şehirler kurun.. Yeni şehirler kurarken de yukarıdaki sünnetimi tatbik ederek,kanalizasyon ve evsel atıklar gibi iki pis şeyin arasından , arıtma tesisleri yaparak,hem içimlik hemde sulamada kullanılacak halis su elde edin.Bu sünnetimi uygularsanız insanlar mutlu olur,yüzleri güler.Yüzün gülmesini şöyle tanımlayabiliriz.İnsan vücudunu bir ev gibi düşünürsek,yüzün gülmesi,vücudun dış dünyaya açılan penceresi olup,ev sahibinin yani kalbin evde olduğunun göstergesidir.

    YanıtlaSil
  3. Adil hocamın enfes yazılarından biri daha.Okurken mutluluk veren bilgimizi çoğaltan olay ve olgulara bakış açımızı genişleten Adil hocama sevgi saygılar.Devrim A.

    YanıtlaSil
  4. Hocam aklınıza bilginize sağlık👏Yazınızın her bölümü bir tasarı olur yerel yönetimlerde tarihi ve çevre korumasına da önem ve ağırlık verilmelidir. Bu konuda kentler çalışmalı kültürlerini gelecek kuşaklara aktarmalıdır ve sanatçılar,zanaatçılar sanat yapan el işçiliği yapan becerilerini ortaya koyan meslekler eğitimle gelecek kuşaklara öğretilebilir hem kişiler de öğretmenim mutluluğunu yaşarlar ve bunu aktararak gelecek nesillere de faydalı olurlar. Kent üretmeli , tüketimin çoğaldığı hoyratça kullanıldığı bir toplum olduk . Emek olmadan hazır yemek olamaz .Sivil toplum katılımını ve toplumsal duyarlılığı geliştirmeliyiz . Kıymetli bilgilerinizi bizlerle paylaştığınız için sağolunuz Esen kalınız🙏🏻🍀👏🧿🌺🌱📚Fulya Kırımoğlu

    YanıtlaSil