Kentlerin
cadde ve sokaklarının oluşma biçimi, yapıların konumlanmaları, merkezden
çevreye doğru yerleşimin yayılması oldum olası ilgimi çeker. Kentlerin oluşumundaki
mantıksal örgüyü anlamaya çalışırım. Ülkemizdeki kentlerin çoğu birbirine benzer.
Çoğunda özgünlük yok! Özgün kentler gördüğümde hayranlığım bin kat artar.
Tarihsel
kentlerin eski bölümlerini kıyı bucak gezerim. Her ayrıntıyı belleğime kaydederim.
Eski kentlerin, hatta yıkıntı durumundaki antik kentlerin mantıksal örgüsünü düşünürüm.
Kıyı kentleriyle denizden uzak kentler arasındaki oluşum ayrımlarıyla
ilgilenirim.
Eski
kıyı kentlerinin denize dik olarak uzanan cadde ve sokaklarını gördükçe
hayranlığımı gizleyemem. Hafif bir eğimle tepelere doğru uzanan sokakların her
iki yanında bulunan evlerde yaşayanların neredeyse hepsi denizi görüp deniz
kokusunu alır. Denizden esen yel, sokağın başından girip tüm yol boyunca her
eve uğrayarak tepelere çıkar. Tepelerden esen yel de aynı yolu tersten
izleyerek denizle kavuşurken dağ kokusunu yayar kente. Bu kentlerde, bugün
olduğu gibi kıyı boyunca uzanan cadde ya da bulvarlar boyunca kale duvarları
gibi birbirine bitişik yapıları göremezsiniz.
Günümüz
kıyı kentlerinde, denizi gören konutlar daha pahalı olduğu için caddeler denize
koşut uzanmakta. Yüksek yapılar, kıyıyı yüksek duvarlarla kapamakta. Deniz
yeli, bu duvar engelini aşıp iç kısımlara giremiyor. Böylece denize çok yakın yapılarda
yaşayanlar bile denizi soluyamıyor. Kentlerde yaşayan her kişinin türlü
yönlerden esen yellerden yararlanma hakkı ve gereksinimi var. Kentlerin
oluşumunda bu durum göz önüne alınmalı.
Atalarımız:
“Güneş girmeyen eve doktor girer.” sözünü, boşuna söylemedi. Demek ki her eve
güneş girmeli. Her yurttaşın yaşamın var olmasında en büyük etken olan güneşten
yararlanma hakkı var. Ne yazık ki bu hak, yapsatçıların yüksek kazanç hırslarıyla
belediye yöneticilerinin yapsatçılarla ekonomik ve zihinsel ortaklıkları
yüzünden engellenmekte. Kentlerimizdeki konutların çoğu güneş almaz. Özellikle
en çok gereksinim duyulan kış aylarında güneşi görmek olanaksız. Oysa kentler
oluşturulurken hangi kat olursa olsun her konutun güneşi alabileceği bir
biçimde planlama yapılmalı. Yapıların yükseklikleri, cadde ve sokakların
genişlikleri, uzanış doğrultuları evlerin güneşi alacak açıları hesaplanarak
yapılmalı. Kıyı kentlerimizin çoğunda güneş almayan konutların duvarlarında
nemden oluşan ıslaklıklar çok belirgin. İç ve dış duvarlarda nemden oluşan
küflenmeler açıkça görülür. Bu durum, yapıları hızla çürütüp insanların da sağlığını
bozar.
Güneşten,
havadan, yelden yeterince yararlanmayan kentler; sayrılıkların ortaya çıktığı
yerler olmuş eskiden beri. Salgınların çıkıp yayıldığı yerler buralar. İnsanın
soluklanamadığı, güneşi teninde duyumsayamadığı yaşam alanları kişinin tinsel
ve bedensel sağlığını da bozmakta.
Kentlerimizde
deniz kıyılarını boydan boya kaplayan yapılar ve kıyıya koşut olarak uzanan
caddeler, yağmur sularının denize akmasını engeller. Bu yapılar, suyun önünde
baraj görevi yapar. Bu nedenle özellikle kıyı kentlerimizde neredeyse her
yağmurda sel baskınlarının olması şaşırtıcı değil. Çünkü kentteki yanlış yapılaşma
sellerin nedeni. Cadde ve sokakların denize dik olarak uzanmasının selleri engellemede
etkili olacağını söyleyebiliriz.
Kentleşmede,
usçuluk egemen olmalı. Buna koşut olarak da kentlerde yaşayan herkesin doğal
olanaklardan eşit olarak yararlanma hakkı olduğu gerçeğini öncelikle kent
yöneticilerinin, plancılarının içselleştirmeleri gerek. Kentleşme yaşama
geçirilirken tin ve toplum bilimcilerden yardım alınmalı. Kentle ilgili her
konuda bilimadamlarının önerilerine kulak verilmeli. Bilimin, usun, kamuculuğun,
toplumculuğun elinin değmediği kentlerin yaşanabilir olması olanaksız. Ayrıca
kentler oluşturulurken toplumun tüm kesimlerinin görüşü alınmalı ve ortak akıl
kullanılmalı. Hepimizin aklı, bir yöneticinin aklından çok üstündür. O zaman
ortak aklı niye kullanmıyoruz?
Adil
Hacıömeroğlu
11
Ocak 2024
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor. "Ev yapılmasında dikkat edilecek iki husus var.Evlerin birbirlerinin güneşini engellememesi ve ev yıkıldığında diğer evlere zarar vermemesi".. Bu tavsiyeden yatay mimari sonucu çıkmaktadır. Şöyle basit bir hesap yapılsa,Türkiyedeki 80 milyon insan için 300 m2 bahçeli ev yapılsa,bunun için Konya ilinin arazisi yeterli oluyor.Böyle olduğunda,herkes bahçesinde tarımsal aletler,bahçenin büyüklüğüne göre traktör bulundurup,üretime katkıda bulunmuş olacağı gibi ayağı toprağa temas ederek,elektriği,gerilimi boşalmış olacak.Halbuki rant ekonomisiyle beraber insanlar yüksek binalara hapsedilmek suretiyle üretim yerine tüketime yönlendirilince her ürünü neredeyse yurt dışından ithal eder olduk. Adeta durumumuz,cennet gibi vatanda oturarak,bir nevi altın madeninin üzerinde ikame edip de dilenen dilenciler durumuna düşmüş oluyoruz.
YanıtlaSil