ATALARA KULAK ASMAYAN YAPILAŞMA (Deprem Yazıları-4)


Ülkemizi doğudan batıya, kuzeyden güneye adım adım dolaşıp yerleşim yerlerine baktığınızda ilginizi bir şey çeker. Köy, kasaba ve kentlerin neredeyse hepsi dağ yamaçlarına kurulmuştur. Sırtlarını dağa, önlerini düzlüklere, varsa akarsulara dönmüştür evler.

Eski insanlar, atalarımız yaşadıkları ülkenin deprem bölgesi olduğunu çok iyi bilmekteydiler. Bu nedenle de yerleşim yerlerini oluştururken bu gerçeğe uygun davrandılar. Evleri alüvyonlu gevşek toprakların üzerinde değil, sağlam kayaların üzerine yaptılar. Bu evlerin çoğunda demir ve çimento yok! Çoğu, kerpiçten yapılmış. Bazıları da ahşap… Buna karşın bu evlerin çoğu yıllara meydan okumuş.

Yeri gelmişken tanığı olduğum bir anımı anlatayım. Denizli’nin Çal İlçesinin İsabey Kasabası, Çökelez Dağı’nın eteğinde kurulmuş eski bir yerleşim yeri. Dağ eteğinin bittiği ve ovanın başladığı yerden başlayarak yükselir. Sırtını dağa dayamış kasabanın evleri, ovanın derinliğini görür. Mevsimlere göre değişen bin bir renkli ve bereketli ovanın görünümü bakanları duygulandırır. Kimi zamanlar bakışlar dalıp gider. Ovanın derinliğinde anılar canlanır gözlerde. Yılların bıraktığı duygusal izler, belleklerde güzel imgelere dönüşür.

Dört dayımın üçü köyde yaşamadılar. İkisi memur oldu, bir diğeri yurtdışına gitti. Köyde kalansa yalnızca Süleyman Dayı’mdı. O yıllarda ekonomik durumu biraz iyileşenler, dağın eteğindeki toprak damlı, kerpiçten evlerini terk ederek köyün aşağısındaki düz alanda beton evler yapmaya başladılar. Süleyman Dayı’m da bu yeni modaya uyup ev yapmak için genişçe bir arsa aldı ovanın başlangıç yerinden. Dedem, bu işe karşı çıktı. “Orası deprem bölgesidir, yapma oğlum. Orada ev yapılmaz. Onun için yüz yıllardır buradayız.” dedi ısrarla. Jeoloji eğitimi almamış, doğru düzgün bir okul bitirmemiş dedem; dayımı yüz yılların birikimi olan deneyimiyle uyarmaktaydı. Çoktan rahmetli olmuş dayım, bu uyarıyı dinlemeyip kasabadaki birçok kişi gibi ataların öğüdünü dinlemedi, kuşaktan kuşağa aktarılan deneyimlere kulak asmayıp evini yaptı oraya. İnşallah deprem olmaz da dedem haklı çıkmaz.

Yıllardır kayaların üzerine tünemiş küçücük evlerde yaşayan insanımıza ne oldu? Niye evlerini tarlalara, bahçelere, sulak alanlara, balçık yerlere, bataklıklara yapmaktalar? İnsanları, yer kırıklarının üzerinde ev yaptıran vurdumduymazlığın nedeni ne?

İsabey’den söz etmişken şunu da belirtmeliyim. Kasabanın tam ortasından dere akar. Derenin suyu, kış mevsiminde özellikle de baharda çoğalır. Zaman zaman taşkınlar da olur. Ancak yılların verdiği deneyimle dere yatağına ev yapılmamıştır. Depremde de kimsenin yaşamını yitirdiği işitilmemiştir bu beldemizde. Bunun içindir ki İsabey’de sel baskınından ölen bir kişi bile duyulmamıştır. Bundan da anlaşılacağı üzere bu kasaba, hem depreme hem de sel baskınlarına karşı doğanın kurallarına uyularak kurulmuştur. 

Aslında birazcık dikkatle baktığımızda doğa, bize nerede yapılaşmak gerektiğini söylemekte. Atalarımızın yerlere verdikleri adlara baktığımızda yerleşim konusunda bizi yıllar öncesinden uyardıklarını görürüz.

İzmir’de depremin en çok yıktığı Bayraklı’da felaketin olduğu yere baktığımızda burası sulak bir alan. Bu nedenle de belki de dünyanın en lezzetli bamyaları burada yetiştirilirdi. Bamyanın yetiştirdiği yere, apartmanlar dikersen doğa sana dur, der.

Hasarın olduğu yerlerden biri Bornova (Burunova). Adından belli, ova burası… Sen, ovanın ortasına neden kent kuruyorsun? Burası yapılaşırken yer incelemesi yapılmış mı uzmanlarca?

Bostanlı, bostan yetiştirilen bir yer. Sen, bostanın yetişeceği yere yapı dikiyorsun. Doğa da sana “Burada bostan yetişir, yapı yapılmaz.” Demekte depremde.

Balçova’ya gelince… Buranın asıl adı, Balçıkova… Zamanla ses değişimi ve kolay söylensin diye Balçova olmuş. Yani balçığın üzerine kurmuşsun kenti.

Çiğli… Eskiden bataklık sazlık, yemyeşil bir yer. Bundan da anlaşılıyor ki burası alüvyonlu bir arazi… Yeşil alanlardan oluşan bu yere sabahları çok çiğ düştüğünden atalarımız Çiğli demiş. Sen, Çiğli sözcüğünün ne demek istediğini anlamak istemedin ve atalarımıza kulaklarını tıkadın.

Karabağlar, adından belli kara üzüm bağlarının olduğu bir yer. Sen ne yaptın lezzet deryası kara üzüm asmalarını yok edip yapılaşmaya açtın o güzelim verimli toprakları.

Ali Onbaşı Deresinin kıyıları nar ağaçlarıyla bezenmişti yıllar öncesi. Bin bir lezzete sahip nar ağaçlarını yok ederek Narlıdere kuruldu.

Peki, bu kentleşme sırasında hükümet yetkilileri, yerel yöneticiler ne yaptılar? Hiçbir şey… Onlar, selden kütük kapmaya çalıştılar, kapabildikleri kadar… Baksanıza yıllardan beri depremlerde can ve mal yitiklerimiz olur ve ortada bir tane sorumlu kişi olmaz. Bunda da haklılar… Çünkü sorumlu olarak gördüklerimizin sorumsuzluklarıdır bu felaketleri ortaya çıkaran.

                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           2 Kasım 2020

 


2 yorum:

  1. Elinize sağlık hocam. Sözde İzmir farklı, İzmir demek Cumhuriyet demek, güya sadece İzmirliler Atatürkçü, sanki İzmir Cumhuriyetin en berkitilmiş kalesi...Hayal aleminde olanların düşünceleri böyle, oysa rantın temel kural olduğu bir sistemde istisnalara da yer olmadığını anlamak lazım. Neoliberal iktisat rant sürecini hızlandırdı. Felaketlerin artma sebebi bu.

    YanıtlaSil
  2. Cenab-ı Hak bal arısına vahyettiğini buyuruyor. Bal arısına vahyettide,aslana vahyetmedi mi? Aslan dinlenmeye çekildiğinde kendini güvene alarak,sırtını dağın yamacına,yüzünü ovaya dönerek uyur.

    YanıtlaSil