Ülkemizi
doğudan batıya, kuzeyden güneye adım adım dolaşıp yerleşim yerlerine
baktığınızda ilginizi bir şey çeker. Köy, kasaba ve kentlerin neredeyse hepsi
dağ yamaçlarına kurulmuştur. Sırtlarını dağa, önlerini düzlüklere, varsa
akarsulara dönmüştür evler.
Eski
insanlar, atalarımız yaşadıkları ülkenin deprem bölgesi olduğunu çok iyi
bilmekteydiler. Bu nedenle de yerleşim yerlerini oluştururken bu gerçeğe uygun
davrandılar. Evleri alüvyonlu gevşek toprakların üzerinde değil, sağlam
kayaların üzerine yaptılar. Bu evlerin çoğunda demir ve çimento yok! Çoğu,
kerpiçten yapılmış. Bazıları da ahşap… Buna karşın bu evlerin çoğu yıllara
meydan okumuş.
Yeri
gelmişken tanığı olduğum bir anımı anlatayım. Denizli’nin Çal İlçesinin İsabey
Kasabası, Çökelez Dağı’nın eteğinde kurulmuş eski bir yerleşim yeri. Dağ
eteğinin bittiği ve ovanın başladığı yerden başlayarak yükselir. Sırtını dağa
dayamış kasabanın evleri, ovanın derinliğini görür. Mevsimlere göre değişen bin
bir renkli ve bereketli ovanın görünümü bakanları duygulandırır. Kimi zamanlar
bakışlar dalıp gider. Ovanın derinliğinde anılar canlanır gözlerde. Yılların
bıraktığı duygusal izler, belleklerde güzel imgelere dönüşür.
Dört
dayımın üçü köyde yaşamadılar. İkisi memur oldu, bir diğeri yurtdışına gitti.
Köyde kalansa yalnızca Süleyman Dayı’mdı. O yıllarda ekonomik durumu biraz
iyileşenler, dağın eteğindeki toprak damlı, kerpiçten evlerini terk ederek
köyün aşağısındaki düz alanda beton evler yapmaya başladılar. Süleyman Dayı’m
da bu yeni modaya uyup ev yapmak için genişçe bir arsa aldı ovanın başlangıç
yerinden. Dedem, bu işe karşı çıktı. “Orası deprem bölgesidir, yapma oğlum.
Orada ev yapılmaz. Onun için yüz yıllardır buradayız.” dedi ısrarla. Jeoloji
eğitimi almamış, doğru düzgün bir okul bitirmemiş dedem; dayımı yüz yılların
birikimi olan deneyimiyle uyarmaktaydı. Çoktan rahmetli olmuş dayım, bu uyarıyı
dinlemeyip kasabadaki birçok kişi gibi ataların öğüdünü dinlemedi, kuşaktan
kuşağa aktarılan deneyimlere kulak asmayıp evini yaptı oraya. İnşallah deprem olmaz
da dedem haklı çıkmaz.
Yıllardır
kayaların üzerine tünemiş küçücük evlerde yaşayan insanımıza ne oldu? Niye
evlerini tarlalara, bahçelere, sulak alanlara, balçık yerlere, bataklıklara
yapmaktalar? İnsanları, yer kırıklarının üzerinde ev yaptıran vurdumduymazlığın
nedeni ne?
İsabey’den
söz etmişken şunu da belirtmeliyim. Kasabanın tam ortasından dere akar. Derenin
suyu, kış mevsiminde özellikle de baharda çoğalır. Zaman zaman taşkınlar da
olur. Ancak yılların verdiği deneyimle dere yatağına ev yapılmamıştır. Depremde
de kimsenin yaşamını yitirdiği işitilmemiştir bu beldemizde. Bunun içindir ki
İsabey’de sel baskınından ölen bir kişi bile duyulmamıştır. Bundan da
anlaşılacağı üzere bu kasaba, hem depreme hem de sel baskınlarına karşı doğanın
kurallarına uyularak kurulmuştur.
Aslında
birazcık dikkatle baktığımızda doğa, bize nerede yapılaşmak gerektiğini
söylemekte. Atalarımızın yerlere verdikleri adlara baktığımızda yerleşim
konusunda bizi yıllar öncesinden uyardıklarını görürüz.
İzmir’de
depremin en çok yıktığı Bayraklı’da felaketin olduğu yere baktığımızda burası
sulak bir alan. Bu nedenle de belki de dünyanın en lezzetli bamyaları burada
yetiştirilirdi. Bamyanın yetiştirdiği yere, apartmanlar dikersen doğa sana dur,
der.
Hasarın
olduğu yerlerden biri Bornova (Burunova). Adından belli, ova burası… Sen,
ovanın ortasına neden kent kuruyorsun? Burası yapılaşırken yer incelemesi
yapılmış mı uzmanlarca?
Bostanlı,
bostan yetiştirilen bir yer. Sen, bostanın yetişeceği yere yapı dikiyorsun.
Doğa da sana “Burada bostan yetişir, yapı yapılmaz.” Demekte depremde.
Balçova’ya
gelince… Buranın asıl adı, Balçıkova… Zamanla ses değişimi ve kolay söylensin
diye Balçova olmuş. Yani balçığın üzerine kurmuşsun kenti.
Çiğli…
Eskiden bataklık sazlık, yemyeşil bir yer. Bundan da anlaşılıyor ki burası
alüvyonlu bir arazi… Yeşil alanlardan oluşan bu yere sabahları çok çiğ
düştüğünden atalarımız Çiğli demiş. Sen, Çiğli sözcüğünün ne demek istediğini
anlamak istemedin ve atalarımıza kulaklarını tıkadın.
Karabağlar,
adından belli kara üzüm bağlarının olduğu bir yer. Sen ne yaptın lezzet deryası
kara üzüm asmalarını yok edip yapılaşmaya açtın o güzelim verimli toprakları.
Ali
Onbaşı Deresinin kıyıları nar ağaçlarıyla bezenmişti yıllar öncesi. Bin bir
lezzete sahip nar ağaçlarını yok ederek Narlıdere kuruldu.
Peki,
bu kentleşme sırasında hükümet yetkilileri, yerel yöneticiler ne yaptılar?
Hiçbir şey… Onlar, selden kütük kapmaya çalıştılar, kapabildikleri kadar…
Baksanıza yıllardan beri depremlerde can ve mal yitiklerimiz olur ve ortada bir
tane sorumlu kişi olmaz. Bunda da haklılar… Çünkü sorumlu olarak
gördüklerimizin sorumsuzluklarıdır bu felaketleri ortaya çıkaran.
Adil
Hacıömeroğlu
2
Kasım 2020
Elinize sağlık hocam. Sözde İzmir farklı, İzmir demek Cumhuriyet demek, güya sadece İzmirliler Atatürkçü, sanki İzmir Cumhuriyetin en berkitilmiş kalesi...Hayal aleminde olanların düşünceleri böyle, oysa rantın temel kural olduğu bir sistemde istisnalara da yer olmadığını anlamak lazım. Neoliberal iktisat rant sürecini hızlandırdı. Felaketlerin artma sebebi bu.
YanıtlaSilCenab-ı Hak bal arısına vahyettiğini buyuruyor. Bal arısına vahyettide,aslana vahyetmedi mi? Aslan dinlenmeye çekildiğinde kendini güvene alarak,sırtını dağın yamacına,yüzünü ovaya dönerek uyur.
YanıtlaSil