Televizyonlarda
depremle ilgili konuşan neredeyse herkesin dilinde bir soru var: “İnsanlar,
oturdukları yapıların çürük olduklarını ve bu yapıların depremde
yıkılacaklarını bildikleri halde neden hala bu evlerde yaşamayı
sürdürmekteler?” Bu soruyu soranlar çürük yapılarda oturanları bellek yitimine
uğradıklarını söylemekteler. Bu bellek yitimi sonunda “deprem gerçeği”ni
unuttuklarını vurgulamaktalar ısrarla.
Yukarıda
belirttiğim soruyu gerçekten deprem uzmanı olanların sormadıklarını öncelikle
söyleyeyim. Çünkü bir işin uzmanı olunca insan, gerçeği tüm yönleriyle
araştırıp bilir. Ancak uzmanlığın uzağından yakınından geçmemiş kişiler,
karşısındakini, özellikle de halkı suçlayarak görüşlerini söyler ekranlardan.
Gerçekten
depremi unutuyor muyuz? Nasıl unutalım ki, usumuzdan hiç çıkmayan şeyi? Deprem
toplumumuzun çok acı bir gerçeği… Çoğu zaman da karşısında eli kolu bağlı
beklediğimiz acı bir gerçek… Öyle bir felaket ki, ondan kurtulmanın yollarını bildiğimiz
halde her seferinde onun tuzağına düşerek can vermekteyiz. Her depremden sonra
siyaset tüccarının söylediği sözlere, verdikleri vaatlere inanmaktayız.
Belediye yöneticilerinin süslü sözlerle zaman kazanmasına kanmaktayız. Hükümet
yetkililerinin sahte gözyaşları içimizi burkmakta.
Halk
“deprem gerçeği” karşısında duyarsız mı? Değil, çaresiz…
Halkımız,
neden çaresiz deprem karşısında?
Türkiye’ye
baktığımızda çalışanların üçte biri aşkın bölümü, en düşük aylıkla çalışmakta.
Aylık kazandığı parayla boğazını zor geçindirmekteler. Nüfusumuzun önemli bir
bölümü emekli. Emeklilerin (Vekil emeklileri dışında) ortalama aldıkları aylık
da en düşük aylığın biraz üzerinde. Bu sayıya, yaklaşık on milyon işsizi de
eklediğimizde insanların her gün yatıp kalktıkları “deprem gerçeği”ni niye
unutmuş göründüklerini anlarız.
Ülkemizde
deprem, yoksulların, dar gelirlilerin gerçeğidir. Çünkü varsıllar, depreme
dayanıklı yapılarda zaten yaşamaktalar. Onların depreme karşı aile
güvenliklerini sağlayacak gelirleri var. Sağlam yerlerde güvenli yapıları yapma
olanaklarına sahipler. Bu nedenle depremde varsıllar sorun yaşamaz, yoksullar
yaşar.
Depreme
dayanıksız yapılar yenilensin?” Ama nasıl, hangi parayla, kim yenileyecek?
Karnını doyurmaya yetmeyen bir geliri olan adama evini yenilemesini salık
veriyoruz? Diyelim ki kazancıyla yemedi, içmedi, aç yatıp aç kalktı yine de
aylık geliri böyle bir yenileşmeyi karşılayacak düzeyde mi? Üstelik karşısında
aç sırtlanlar gibi bekleyen yapsatçılar, yapsatçıların sırtına kene gibi
yapışmış kimi belediyeciler varken bu işi nasıl yapacak? Elindeki avucundakini,
yılların emeği olan birikimini (İki oda, bir salon evini) bir anda yitirmesi de
söz konusu sırtlanlar sofrasında.
Devletimizin
ne yazık ki kentleri, depreme karşı oluşturma kaygısı düşük. Olanlar ise
göstermelik ve kâğıt üzerinde. Köklü çözümler bulmak için çaba yok gibi.
Böylesi ulusal bir konuda muhalefet de kulağının üzerine yatmış durumda. O da
pusuda beklemekte. Neden mi? “Deprem karşısında iktidar halkın güvenini yitirsin,
biz iktidar olalım.” düşüncesindeler. Dünyada bir muhalefet düşünün kendi
izlenceleriyle değil, iktidarın başarısızlığıyla hükümet olmak istesin.
Belediyelere
gelince… Onların da durumu, anlayışı, “deprem gerçeği”ne bakışı iktidar ve
muhalefetten farksız. Zaten belediyeler iktidar ve muhalefet partilerinin
elinde. Günü kurtarma peşinde herkes, yarına Allah kerim…
İktidarıyla
muhalefetiyle yandaşlara olanak sağlama savaşımı var Türkiye’de. İnsanlığın
geleceği için kendinden verme düşünsel ülküsü yok neredeyse. Ne yazık ki anlı
şanlı Türk demokrasisinin içinde halk yok! Bunun içindir deprem yıkıntıları
arasında halkın can vermesi, acı çekmesi. Bunun içindir yıkıntıların başında
halkın gözyaşı dökmesi. Bunun içindir yurttaşın depremle ilgili “bellek yitimi”
içinde olduğunun söylenip suçlanması.
Evet,
kentlerimizdeki yapıların yarıdan çoğu depreme dayanıklı değil. Ne yapacağız bu
durum karşısında? Öncelikle bu gerçeği doğru, yürekten kavrayan yöneticilere
gereksinim var. Halkın kesesindekileri boşaltmadan, elindeki varlığını yok
etmeden soruna çözüm bulacak ülkücü yöneticiler gerek. Parsel ölçeğinde değil
de ada, hatta kent ölçeğinde sorunu çözecek yöneticiler işbaşına gelmeli. Halk
bu konuda örgütlenip söz söylemeli. Eşitlikçi çözümler peşinde koşulmalı. Bireysel
kurtuluşun değil, toplumsal kurtuluşun yolları aranmalı. Bilmeli ki toplumun
tümü tehlikeden kurtulduğunda birey de kurtulacak.
Halkı
suçlamak yerine, onun sorunlarını anlayarak çözüme kavuşturmaktır aydınların da
yöneticilerin de görevi ve sorumluluğu. “Deprem gerçeği” halkımızın belleğine
çivi gibi çakılı durmakta. O gerçekle yatıp o gerçekle kalkıyor. Böylesine
büyük bir sorun, suçlayarak çözülmez. Bazı kişiler, karşısındaki halkı
suçlamakla üstlendikleri sorumluluktan kurtulmaya çalışmaktalar. Bu, yalın bir
şark kurnazlığı. Sorunlar şark kurnazlığıyla değil, bilimsel ve usçu yollarla
çözülür.
Adil
Hacıömeroğlu
7
Kasım 2020
Sadece ülkücü yönetici,politika ile,eleştiri ile değil ülke ve kentsel bazda bilim hükümet ve yerel yönetimlerin işbirliği ve,muhalefet partilerinin çözüm önerileri destekleri ile birlikte halkın sorunları çözülür.Eleştiriler,sen ve benlerle değil TÜRKİYE HALKI bu işi çözer.
YanıtlaSilSevgili ADİLBey. Kısa Özet duygu ve düşünce bilgi paylaşımınıza katılıyorum TEŞEKKÜRLER. Paylaşılmayan BİLGİ bilgi değildir. Paylaşılmayan SEVGİ sevgi değildir. Paylaşılmayan DEĞER değer değildir. Bizler her manada her konu dahilinde SORGULAMA ve SAHİPLENME = Zafiyeti ( YANLIŞI ) yaşıyoruz yaşatılıyoruz. Gerekçesi çok önemli olduğu düşüncesindeyim. Bu zafiyet ve yanlışlardan nasıl kurtulabiliriz??? paylaşımını bizlerin anlayabileceği usul uslüp dahilinde sunmanı rica ediyorum. Bizlerde OKUMA + DİNLEME + İZLEME kültürel zafiyet ÜLKEMİZ olarak maksimum olduğumuzu ifade edebilirim. SİZ varsanız BİZ varız. SELAMLAR - SEVGİLER…..
YanıtlaSil