İNSANLAR, ÇÜRÜK YAPILARDA NİYE OTURUR? (Deprem Yazıları-7)


Televizyonlarda depremle ilgili konuşan neredeyse herkesin dilinde bir soru var: “İnsanlar, oturdukları yapıların çürük olduklarını ve bu yapıların depremde yıkılacaklarını bildikleri halde neden hala bu evlerde yaşamayı sürdürmekteler?” Bu soruyu soranlar çürük yapılarda oturanları bellek yitimine uğradıklarını söylemekteler. Bu bellek yitimi sonunda “deprem gerçeği”ni unuttuklarını vurgulamaktalar ısrarla.

Yukarıda belirttiğim soruyu gerçekten deprem uzmanı olanların sormadıklarını öncelikle söyleyeyim. Çünkü bir işin uzmanı olunca insan, gerçeği tüm yönleriyle araştırıp bilir. Ancak uzmanlığın uzağından yakınından geçmemiş kişiler, karşısındakini, özellikle de halkı suçlayarak görüşlerini söyler ekranlardan.

Gerçekten depremi unutuyor muyuz? Nasıl unutalım ki, usumuzdan hiç çıkmayan şeyi? Deprem toplumumuzun çok acı bir gerçeği… Çoğu zaman da karşısında eli kolu bağlı beklediğimiz acı bir gerçek… Öyle bir felaket ki, ondan kurtulmanın yollarını bildiğimiz halde her seferinde onun tuzağına düşerek can vermekteyiz. Her depremden sonra siyaset tüccarının söylediği sözlere, verdikleri vaatlere inanmaktayız. Belediye yöneticilerinin süslü sözlerle zaman kazanmasına kanmaktayız. Hükümet yetkililerinin sahte gözyaşları içimizi burkmakta.

Halk “deprem gerçeği” karşısında duyarsız mı? Değil, çaresiz…

Halkımız, neden çaresiz deprem karşısında?

Türkiye’ye baktığımızda çalışanların üçte biri aşkın bölümü, en düşük aylıkla çalışmakta. Aylık kazandığı parayla boğazını zor geçindirmekteler. Nüfusumuzun önemli bir bölümü emekli. Emeklilerin (Vekil emeklileri dışında) ortalama aldıkları aylık da en düşük aylığın biraz üzerinde. Bu sayıya, yaklaşık on milyon işsizi de eklediğimizde insanların her gün yatıp kalktıkları “deprem gerçeği”ni niye unutmuş göründüklerini anlarız.

Ülkemizde deprem, yoksulların, dar gelirlilerin gerçeğidir. Çünkü varsıllar, depreme dayanıklı yapılarda zaten yaşamaktalar. Onların depreme karşı aile güvenliklerini sağlayacak gelirleri var. Sağlam yerlerde güvenli yapıları yapma olanaklarına sahipler. Bu nedenle depremde varsıllar sorun yaşamaz, yoksullar yaşar.

Depreme dayanıksız yapılar yenilensin?” Ama nasıl, hangi parayla, kim yenileyecek? Karnını doyurmaya yetmeyen bir geliri olan adama evini yenilemesini salık veriyoruz? Diyelim ki kazancıyla yemedi, içmedi, aç yatıp aç kalktı yine de aylık geliri böyle bir yenileşmeyi karşılayacak düzeyde mi? Üstelik karşısında aç sırtlanlar gibi bekleyen yapsatçılar, yapsatçıların sırtına kene gibi yapışmış kimi belediyeciler varken bu işi nasıl yapacak? Elindeki avucundakini, yılların emeği olan birikimini (İki oda, bir salon evini) bir anda yitirmesi de söz konusu sırtlanlar sofrasında.

Devletimizin ne yazık ki kentleri, depreme karşı oluşturma kaygısı düşük. Olanlar ise göstermelik ve kâğıt üzerinde. Köklü çözümler bulmak için çaba yok gibi. Böylesi ulusal bir konuda muhalefet de kulağının üzerine yatmış durumda. O da pusuda beklemekte. Neden mi? “Deprem karşısında iktidar halkın güvenini yitirsin, biz iktidar olalım.” düşüncesindeler. Dünyada bir muhalefet düşünün kendi izlenceleriyle değil, iktidarın başarısızlığıyla hükümet olmak istesin.

Belediyelere gelince… Onların da durumu, anlayışı, “deprem gerçeği”ne bakışı iktidar ve muhalefetten farksız. Zaten belediyeler iktidar ve muhalefet partilerinin elinde. Günü kurtarma peşinde herkes, yarına Allah kerim…

İktidarıyla muhalefetiyle yandaşlara olanak sağlama savaşımı var Türkiye’de. İnsanlığın geleceği için kendinden verme düşünsel ülküsü yok neredeyse. Ne yazık ki anlı şanlı Türk demokrasisinin içinde halk yok! Bunun içindir deprem yıkıntıları arasında halkın can vermesi, acı çekmesi. Bunun içindir yıkıntıların başında halkın gözyaşı dökmesi. Bunun içindir yurttaşın depremle ilgili “bellek yitimi” içinde olduğunun söylenip suçlanması.

Evet, kentlerimizdeki yapıların yarıdan çoğu depreme dayanıklı değil. Ne yapacağız bu durum karşısında? Öncelikle bu gerçeği doğru, yürekten kavrayan yöneticilere gereksinim var. Halkın kesesindekileri boşaltmadan, elindeki varlığını yok etmeden soruna çözüm bulacak ülkücü yöneticiler gerek. Parsel ölçeğinde değil de ada, hatta kent ölçeğinde sorunu çözecek yöneticiler işbaşına gelmeli. Halk bu konuda örgütlenip söz söylemeli. Eşitlikçi çözümler peşinde koşulmalı. Bireysel kurtuluşun değil, toplumsal kurtuluşun yolları aranmalı. Bilmeli ki toplumun tümü tehlikeden kurtulduğunda birey de kurtulacak.

Halkı suçlamak yerine, onun sorunlarını anlayarak çözüme kavuşturmaktır aydınların da yöneticilerin de görevi ve sorumluluğu. “Deprem gerçeği” halkımızın belleğine çivi gibi çakılı durmakta. O gerçekle yatıp o gerçekle kalkıyor. Böylesine büyük bir sorun, suçlayarak çözülmez. Bazı kişiler, karşısındaki halkı suçlamakla üstlendikleri sorumluluktan kurtulmaya çalışmaktalar. Bu, yalın bir şark kurnazlığı. Sorunlar şark kurnazlığıyla değil, bilimsel ve usçu yollarla çözülür.

                                                           Adil Hacıömeroğlu

                                                           7 Kasım 2020

                                   
           

 

 

2 yorum:

  1. Sadece ülkücü yönetici,politika ile,eleştiri ile değil ülke ve kentsel bazda bilim hükümet ve yerel yönetimlerin işbirliği ve,muhalefet partilerinin çözüm önerileri destekleri ile birlikte halkın sorunları çözülür.Eleştiriler,sen ve benlerle değil TÜRKİYE HALKI bu işi çözer.

    YanıtlaSil
  2. Sevgili ADİLBey. Kısa Özet duygu ve düşünce bilgi paylaşımınıza katılıyorum TEŞEKKÜRLER. Paylaşılmayan BİLGİ bilgi değildir. Paylaşılmayan SEVGİ sevgi değildir. Paylaşılmayan DEĞER değer değildir. Bizler her manada her konu dahilinde SORGULAMA ve SAHİPLENME = Zafiyeti ( YANLIŞI ) yaşıyoruz yaşatılıyoruz. Gerekçesi çok önemli olduğu düşüncesindeyim. Bu zafiyet ve yanlışlardan nasıl kurtulabiliriz??? paylaşımını bizlerin anlayabileceği usul uslüp dahilinde sunmanı rica ediyorum. Bizlerde OKUMA + DİNLEME + İZLEME kültürel zafiyet ÜLKEMİZ olarak maksimum olduğumuzu ifade edebilirim. SİZ varsanız BİZ varız. SELAMLAR - SEVGİLER…..

    YanıtlaSil