Yanıtlanması
gereken soru şudur: Çocuklar niçin yalan söyler, yalan söylemeyi kimlerden
öğrenirler?
Çocuklar
doğduklarında yalanın ne olduğunu, nasıl söylendiğini bilmez. Yalan, zamanla
öğrenilir. Öğretenler de ne yazık ki en yakınlarındaki büyükleridir. Büyükler
dediğimiz de anne, baba, abla, ağabey, amca, hala, teyze, dayı, enişte, gelin,
dede, nine ve çocuğun çevresinde bulunan diğer kişilerdir.
Bebek,
doğduğunda günahsız bir yavrudur. Ne yalan bilir, ne iftira… Ne kötülükten
anlar, ne nefretten… Ne kin tutar, ne intikam almayı düşünür. Yüzü, gözü, teni,
sesi, soluğu, kokusu, ağlayışı, gülüşü gibi dupdurudur bebek. Her davranışı içtendir.
İçinden geldiği gibi gülüp ağlar. Yapmacıklık bilmez. Her şeyiyle doğaldır.
Yapmacıklık,
asıl duygu ve düşüncelerini saklama, içten olmama durumu büyüklerden öğrenilir
tıpkı yalan gibi. Duygu ve düşünceye gem vurmayı, onları saklamayı da zamanla
öğrenir. İçinden gelenleri değil de çevresindekiler gibi duyup düşünmeyi de
öğrenir ebeveynlerinden günler geçtikçe.
Öncelikle
şunu söyleyelim ki çocuklar; kirletilmemiş temiz tinsel yapıları, içtenlikleri,
olumsuzluklara kapalı düşünsel oluşumları nedeniyle karşısındaki kişilerin
yalan söylediğini kolayca fark ederler. Büyüklerin birçoğu çocukları kandırmak,
onların bitmek tükenmek bilmeyen isteklerini ötelemek, onların öğrenme hızına
yetişememek nedeniyle sıkça yalana başvururlar. Ebeveynler, çocukların sürekli
sorup öğrenmek amacıyla sordukları soruları çoğu kez saçma ve gereksiz
bulurlar. Soruların çoğu geçiştirilir. Ebeveynler geçiştirerek yanıtlamadıkları
soruları çocukların unutacaklarını sanırlar. Oysa onlar, yanıtlarını
alamadıkları hiçbir soruyu unutmazlar. Yanıtlarını alamadıkları soruları daha
da geliştirerek ve yanlarına yenilerine de ekleyerek yeniden sorarlar. Ne
zamana dek mi sorarlar? Yanıtlarını alıncaya dek…
Çocuğun
zor ya da kolay sorduğu her soru yanıtlanmalı. Türlü bahanelerle onun sorusunu
yanıtlamamak, çocuğa verilecek en büyük zarardır. Çocuğa zaman ayırarak onun
sorularına usçu yanıtlar vermek, ona doygunluk sağlayacak ortamı yaratmak
öncelikle anne ve babanın birincil görevidir. Anne ve babanın evlerinde
yapacakları hiçbir iş, çocuğun sorduğu soruların yanıtını beklemesinden daha
önemli değil. Ebeveynlerle çocuğun nitelikli zaman geçirmesi, onun sorulara
verilecek doygun yanıtlarla başlar. Bir çocuğun ailenin en değerli varlığı
olduğunu düşündüğümüzde onun sorularına doygun yanıtlar vermemiz kadar da doğal
bir durum yok!
Çocukların
sordukları soruları geçiştirmek büyük bir yanlış. Çünkü o sorular
çevresindekileri tanımak, bilmediklerini öğrenmek için sorulmakta. Sorulara
yanıt vermeyerek, çocuğun öğrenmesi engellenmekte. Hele ki bu sorulara yarım
yamalak, yalan yanlış yanıtlar vermek daha da büyük bir yanlış. Hem çocuklarımıza
yanlış bilgiler vermekteyiz, hem de bu yanıtların yalan olduğu çocuğun güvenini
yitirmekte ebeveynler. Kişiler arasında yitirilen güven duygusunu yeniden
oluşturmak çok zor. Hele de karşımızdaki çocuksa…
Çocuklar,
karşısındaki kişiye güvenini yitirince ve onunla sağlık iletişimi yok olunca
içine kapanır. Artık çocuk suskunlaşır, sorular sormaz olur. Çevrenin ilgisini
çekmek için kendisine zarar vermeye giden yaramazlıklar yapar. Bu
yaramazlıklar, çoğu ailece sertçe bastırılmaya çalışılır. Baskıcı, şiddet
içeren sert davranış, çocuğun sorununu çözmez daha da derinleştirir.
Yaramazlık, artarak sürer, daha yüksek perdeden yinelenir. Bu çocukların yapmak
istediği şey, sesini duyurmak isteğidir. Karşısındaki kişinin kendisiyle
iletişim kurmasını istemektedir. Sözle isteğini, derdini anlatamayan çocuk
kırıp dökerek, çevresini uyarmaya çalışmaktadır. Çocuğu, bu iletişim diline
zorunlu kılan aslında anne ve babadır. Çocuğuna kulak vermeyerek, onun öğrenmek
için sorduğu tertemiz ve içten soruları yanıtlamayarak çözülmesi güç bir sorun
ortaya çıkıyor anne ve baba sayesinde.
Çocukların yalanları çok kolay fark ettiklerini söylemiştik. Neden mi? Çünkü çocuk dünyası tertemizdir. Tertemiz doğa kiri, pası, sahte olanı kolay gösterir. Çocuğa söylenen bir yalan, berrak suya dolu bardağa düşen bir çöp gibidir. Berrak suda çöpü fark etmemek olanaksız bir durum. Çocuğun tertemiz, berrak yüreği yalanı ortaya çıkaran ve hemen anlayan bir makine gibidir. Çocuğa söylenen yalanlar, onun berrak, arı su gibi yüreğini kirletir. Çocuk, yalanın ne olduğunu bilmediğinden yalanı çok kolay anlar. Çünkü yalan onun doğası dışındadır, sırıtır.
Çocuklar, iyi bir kopyacıdır. Yakın
çevresinden başlayarak tanıdığı büyüklerinin davranışlarını, yaptıklarını
kopyalarlar. Doğaldır ki çevresinde sıkça yalan söyleyenlerin de davranışları
da bu kopyalamanın içindedir. Çocuk kendi kendine: “Büyüklerim sıkça yalan
söylediklerine göre yalan kötü bir şey değil demek ki ben de söyleyeyim.” der
içinden. Böylece yalanlar başlar.
İnsanların
sosyal, ekonomik, tinsel durumları aynı ve eşit değil. Çoğu aile, çocuklarının
isteklerini karşılayacak ekonomik olanaklara sahip değil. Çocuklar neredeyse
her gördüğünü ister. İstemesinin nedeni ona ivedi gereksinimi değil, merak
duygusudur. İlk kez karşılaştığı bir nesneyi tanımak istemektedir. Görerek,
dokunarak, elleriyle ezip büzme sırasında çıkan sesleri işiterek, ağzına götürüp
tadarak, hatta burnuna getirip koklayarak elindeki nesneyi tanımak ister. Merak
duygusu, onun öğrenmesini hızlandırır. Her yeni nesne, çocuk için yeni bir
konu, yeni bir derstir. Ekonomik yetersizlik nedeniyle alamayacağımız bir şey
için gerçeği söylemek gerek. Bu konuda çocuğa yalan söylemek, onu çıldırtır,
karşısındaki kişiye olan güvenini yitirmesine neden olur. Bu nedenle ona, onu
alacak yeterli paralarının olmadığı söylenmeli. Paraları olunca alabilecekleri
anlatılmalı bağırıp çağırmadan, terslemeden. Böylece hem çocuğun güvenini
yitirmemiş oluruz hem de ona yaşamda hesaplı davranması gerektiğini öğretiriz.
Böylece halden anlayan çocuk yetiştirilmiş olur.
Çocuğu
yalan söylemeye zorunlu kılan nedenler arasında aile, okul ve çevrede
zorbalığın çocuk eğitiminde vazgeçilmez görülmesidir. En küçük hatada çocuğu
bağırıp çağırmak, onu azarlamak, hatta ona şiddet uygulamak yapılması gereken
en kötü davranış. Böyle bir davranışla çocuk yüreğinin mahvedildiğini, onun
tinsel durumunun altüst olduğunu, duygusal ve düşünsel dengesinin ortadan
kaldırıldığını, dünyasının başına yıkıldığını söyleyebiliriz. Bir durum, olay
karşısında gerçeği söyleyen çocuğa inanmamak, hatta onu bu nedenle
cezalandırmak tinsel bir kıyım. Bu kıyım, her gün olmakta türlü sosyal ortamda.
Başarı
da başarısızlık da insanlar içindir. İnsan kimi zaman başarılı, kimi zaman da
başarısız olur. Çocukların başarısızlıkları durumunda, bu olağan değilmiş gibi
aşırı tepki göstermek ve onları cezalandırmak son derece yanlış. Büyükler nasıl
zaman zaman başarısızlık yaşıyor, hatalar yapıyorsa küçükler de bunları yaşayıp
yapacak. Her yanlışın doğruyu yapmak için bir fırsat olduğunu belirtmek gerek.
Cezalandırılacağını
düşünen çocuk, cezadan kurtulmak için yalana sığınmakta. Onu, yalan limanına
sığınmaya zorunlu kılan kim? Büyükleri… Neden? Bir insanın çocuk da büyük de
olsa yanlış yapabileceği gerçeğini aile ve okulun anımsamaması. Çocuk düşe
kalka büyür, diyoruz. Bu düşüp kalkmalar, onun yaptığı yanlışlardır. Zaten bir
kişinin yaşamı boyunca hep doğru yapması hem doğaya hem de diyalektik düşünceye
aykırı. Çocuklara yanlış yapmaktan korkmamalarını söylemek gerek. Onların her
hatasını görmek sağlıklı bir tinsel durum değil. Çocuklara anlayış, hoşgörü
göstermek ve onların yanlışlarına karşı bağışlayıcı olmak büyüklerinin biricik
görevi. Onları zorlayıp cezalandırarak, özellikle de toplum içinde küçük
düşürerek yalana zorladığımızın farkında değil miyiz?
Büyüklerin
amacı; küçüklerin yüreklerine korku salmak değil, onların içlerini sevgi
tomurcuklarıyla bezemektir. O sevgidir ki çocuğun doğuştan getirdiği içtenliği
büyüten.
Son
yıllarda “beyaz yalan söylemek” diye bir kavram dilimize yerleşmekte ve bu
büyüklerin davranışı durumuna gelmekte. Bu da son yıllarda dünyayı saran
liberal esintinin dünyaya yaydığı ve insan yüreğini kirlettiği bir yeni moda. Ne
yazık ki bu “beyaz yalanları” çocuklar da öğrenmekte. Öncelikle altını çize
çize çize söyleyeyim ki “Yalanın akı karası olamaz. Yalan, yalandır. Söylemek
yanlıştır. Zamanla alışkanlık durumuna gelir.” “Beyaz yalan” söylemek yerine,
gerçeği uygun bir dille kırıp dökmeden söylemeyi niye denemiyoruz? Çocuklarımızın
yüreklerini gerçeğin ışığıyla aydınlatıp doğruluğun gücüyle neden donatmıyoruz?
Çocuk
doğduğunda apak, tertemiz bir sayfadır. Büyükler o sayfaya ne yazarsa o kalır.
Çocuğa önce yalanı öğreteceksin, sonra da derlenip yakınacaksın “Çocuğum niye
yalan söylüyor?” diye. Niye mi söylüyor yalanı çocuklar? Büyükler öğrettiği
için, ebeveynler ve öğretmenler baskı kurup zorbalık gösterdikleri için.
Cezalandırmanın çocukları eğitmek için vazgeçilmez bir araç olduğu düşünüldüğü
ve topluma yerleşmiş bir kanı olduğu için…
Çocuklar
ailenin, toplumun geleceği… Onları doğru yetiştirmek herkesin görevi… Onlara
yalan söylemeyi öğreterek toplumumuzun geleceğini yalanlar üzerine kurduğumuzun
farkına varalım. “Üzüm üzüme baka baka kararır.” Atasözüyle yüzyıllar
öncesinden atalarımız bizi uyarmaktalar. Büyükler, küçüklere doğru örnek
olmalı. Her çocuk bir dünyadır. Dünyayı karartacak, ışığını söndürecek,
coşkusunu dindirecek, devinimini yavaşlatacak, canlılığını söndürecek,
içtenliğini köreltecek davranışlardan kaçınmalı. Her çocuk bir gelecek, her
gelecek de bizim…
Adil
Hacıömeroğlu
16
Ekim 2020
Maalesef zehirli anne -baba davranışlarından korunamayan çocuklar,ebeveynlerine benzemekle kalmıyor;ayrıca kişilik bozuluklarının yanında daha derin travmalar yaşıyorlar.
YanıtlaSil"Yalan" kendini,inkar ve riya gibi çeşitli normlara sokuyor.
Tekrar kaleminize kuvvet,hocam👍🏻
Türkçemizde "At sahibine göre kişner" sözü bu durumu anlatıyor.Onun için çoçuklar yalan söylüyor diye onlara değil kendimize kızmamız gerekiyor.Çünkü onlar bizim eserimiz.
YanıtlaSil