Korona
salgınına karşı yeni önlemler açıklandı. Önlemler kapsamında okullar, 31 Aralık
2020’ye dek kapatılacak. Bunun yanı sıra sokağa çıkma kısıtlamaları da
getirmekte bu yeni önlemler.
Eğitim,
daha çok da öğretim internet yoluyla uzaktan yapılacak. Ayrıca yirmi yaş altı
çocuklar ve gençler, gün içinde 13.00-16.00 saatleri arasında çıkacak. Yirmi
yaş altı yurttaşların çoğu öğrenci. Bu çocuk ve genç yurttaşlarımızın dışarıya
çıkması öngörülen saatlerde uzaktan eğitimleri olduğunu da söyleyelim.
Öğrenciler, üç saatlik dışarı çıkıp hava alma haklarını mı kullanacaklar, yoksa
uzaktan eğitime mi katılacaklar? Geleceğimizi kuracak öğrencilerimizi böylesine
önemli bir ikilem içine sokmanın doğru olmadığını belirtelim.
Bir
çocuğun, gencin dışarı çıkıp hava alması ve yürümesi çok önemli. Günün önemli
bölümünü evde geçiren öğrencilerin üç saat de olsa dışarı çıkmaları hem
bedensel hem de tinsel sağlıkları için çok zorunlu bir gereksinim. Bu nedenle
uzaktan eğitim izlenceleri buna göre düzenlenmeli. Böylece öğrenciler
özgürlüklerinden de uzaktan eğitimden de yararlanabilsinler.
Uzaktan
eğitimin yüz yüze olduğu gibi olmaması gerektiğini dana önceki yazılarımda
anlattım birkaç kez. Ders içeriklerinin yarı yarıya azaltılması gerek.
Öğrenciler, ağır ders içerikleriyle bunaltılmamalı. Öğrencilerin hem salgın
tehlikesi hem de bu tehlike nedeniyle evde tutsak olmalarının yarattığı tinsel
durum, göz önüne alınmalı. Uzaktan eğitim, bir ödevlendirme dizisine
dönüşmemeli. Elbette ki öğretim açısından büyük yitikler yaşanacak. Bu
yitikleri, öğrencileri bunaltarak ve onların tinsel sağlıklarını bozarak yerine
getirmek olanaksız. Öğreteceğiz derken öğrencilerin sinir sistemlerini
aşındırmanın bir gereği var mı?
Uzaktan
eğitim dersleri, birçok yoldan internet üzerinden yapılmakta. Derslerin çoğunda
coşku ve sevecenlik yok! Öğretmenler, ne yazık ki bir robot gibi ders
anlatmaktalar. Karşılarındaki öğrencilerin de robot gibi dinlemelerini
beklemekteler.
Öğretmenlik
bir sanattır. Bu nedenle diğer mesleklerden ayrılır. Her sanatın, her
sanatçının bir duygusu vardır. Böylesine insanların evlerinde tutsak olduğu bir
salgın döneminde duygunun yeri, her şeyin önüne geçmekte. Dört duvar arasına
sıkışmış öğrencilerde olumlu duyguların yaratıldığı derslere gereksinimi var.
Uzaktan
eğitimde dersler, sınıftakine göre daha soyutlaşmakta. Duygusal değintiler
azalmakta. Bu nedenle ders anlatıcılarının bu gerçeği göz ardı etmemeleri
gerek. Kısıtlanmış, zorunlu bir yaşam tekdüzeliğin içinde olan öğrencilerin duygusal
kırılganlıkları iyi düşünülmeli. Bu nedenle her öğretmen kendisini,
öğrencilerin yerine koyarak derslerini ona göre anlatmalı, konu içeriklerini
ona göre hazırlamalı.
Duygunun
olmadığı yerde iletişim, içtenlik olmaz. Uzaktan ya da yüz yüze olsun eğitimin
en temel koşulu içtenlik ve doğru iletişimdir. Bu nedenle derslerde coşku ve duygu
olmalı. Yasak savma, görevi yerine getirme anlayışıyla yapılan derslerin çok da
yararı olmaz.
Öğrenciler,
uzaktan eğitim derslerine velilerin zorlamalarıyla değil, kendi istekleriyle
girmeli. Ders vakti yaklaşınca öğrenci, sabırsızlanmalı derse katılmak için.
Öğretmenlerin derslerdeki coşkusu ve duygusu öğrenciye tutsaklıkta özgürlüğe
açılan bir kapı olmalı, ona tutsaklığını da salgını da unutturmalı.
Yaklaşık
sekiz aydır olağanüstü bir sabır gösteren korona çocuklarının dünya tarihinde
önemli değişimlere imza atacağını herkes düşünmeli. Korona çocukları,
evlerindeki tutsaklıklarında sabır eğitimi yapmaktalar. Bu sabır eğitiminin
başarılacağından hiç kuşkum yok! Evet, “Sabır acıdır, ama meyvesi tatlıdır.” diyen
atalarımız ne güzel söylemişler, değil mi?
Adil
Hacıömeroğlu
18
Kasım 2020
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder