Türkiye’de,
isteyen herkes cebinde yeterli parası varsa yapsatçı olabilir. Bu işin herhangi
bir eğitimi yok! Gerekli olan tek şey, cebinde para ve bir yapıda çalışacak
kişileri bulup örgütlemek. Arsa bulunur. Genellikle yapsatçıların birçoğunun
sermayesi yeterli olmadığından arsa satın alınmaz. Kat karşılığı evler,
dükkânlar yapılır.
2018
yazıydı. Dinlenceden yeni dönmüştük İstanbul’a. On sekiz yaşındaki arabamızın
elektronik sisteminde bir arıza vardı. Evimize yakın olan Bostancı Sanayi
Sitesine gittik. Önceden birkaç kez gittiğimiz bir yerdi burası. Eşim ve
oğlumla bekledik. Usta söktü, taktı, denedi. Yeniden söküp taktı, denedi. Bu
eylemleri kan ter içinde sürüp gitti. Arızayı bulamamanın sıkıntısının
terlemesiydi bu. Ne de olsa usta, “Arızayı bulamadım. Bu işi çözemedim.”
Diyemiyor. Bunu kendine yakıştıramıyor. Uğraşısından anladım bu işten
anlamadığını. Ben de bir şey söylemedim ona; morali bozulmasın, gururu
kırılmasın diye.
Neyse
ustamız uğraşıp didindi, sonunda “Tamam!” dedi. Yapılan iş içime pek sinmedi.
Ustanın tavrından da bulunan çözümün geçici olduğunu fark ettim. Burcumuzun ne
kadar olduğunu sordum. “Ağabey! Gördün, çok uğraştım, çok zaman harcadım.
Borcunuz … lira!” dedi.
İstenen
para, yapılan işe göre epeyce çoktu. Ben: “Az daha isteseydin arabayı bırakıp
gidecektik. Senin çok zaman harcamanın nedeni, işin çokluğundan değil, senin
arızayı nasıl onaracağını bilmemenden kaynaklanmakta.” diye yanıtladım onu.
Sonrasında sanayi sitesinden arabalarda neredeyse her gün değişen teknolojik
yenilikler konusunda hizmet içi eğitim yapılıp yapılmadığını sordum. “Hayır!”
dedi biraz da üzüntü ve şaşkınlıkla. Bu konuyla ilgilenmesi gerektiği anlattım.
Sanayi sitelerinde bu tür eğitimlerin ustaların işlerini kolaylaştıracağını
belirttim.
Ayrılırken
ona, emeğinin karşılığı olabileceğini düşündüğüm parayı verdim. Doğaldır ki
onun istediğinden epeyce azdı benim verdiğim. Sesini hiç çıkarmadan “Bereket
versin ağabey!” dedi, biraz da yüzü pembeleşerek.
Yukarıda
anlattığım başımdan geçen bir olay. Çoğumuz bu ve benzer olayları farklı
ustalarla yaşamışızdır. Evimize usta diye çağırdığımız bazı kişilerin bir yeri
yaparken başka bir yeri bozduğuna defalarca tanıklık ettik. Çoğu ustanın
mesleğini, bozup yaparak öğrendiğini gördük üzüntü ve şaşkınlıkla. Peki, neden?
Almanya’da
yapsatçılık yapan arkadaşım Hasan Kılıç’la mesleğini konuştuk uzun uzun. Bu
işin Almanya’da nasıl yapıldığını anlattı. Yapsatçılar dâhil, ustaların tümünün
her yıl eğitimden geçirildiğini anlattı. Zaten sanat lisesi mezunu olmayan
birinin yapı ustası olması olanaksız. Sanat lisesini bitiren bir usta her yıl
kurslara katılarak değişen yapı sistemlerini öğrenmek zorundaymış. Bu kurslara
yapılarda çalışan herkesin katılması zorunluymuş. Bu kurslarda aktöre eğitimi
de varmış. Denetim sisteminin çok sıkı ve ödünsüz çalıştığını vurguladı Hasan
Kılıç. Yapılan bir hatanın denetçiler tarafından görmezden gelinmesi ya da
bağışlanmasının olanaksızlığının altını çizdi. Yapsatçılar sattıkları evlere
beş yıl garanti veriyorlarmış. Aslında çok ayrıntılı konuştuk. Sağ olsun beni
bu konuda epeyce aydınlattı. Ancak ben yapım işinde çalışmadığımdan asıl
aydınlanması gereken bu işte çalışanlar.
Ülkemizde
yapsatçıların eğitimi ön koşul. Hem piyasada hem de belediyeler ve devlet
kurumlarında çalışan mühendislerin zaman zaman hizmet içi kurslarla hem
bilgilerini yenilemeleri hem de yapı alanındaki yeni gelişmeleri öğrenmeleri
büyük gereklilik. “Ben biliyorum.” Demekle bir şey bilinmez. Bu nedenle bir
kişi hangi işi yaparsa yapsın mesleki yenilenmeye gereksinmesi var. Kalfa, usta
ve ameleler olmak üzere yapı işinde çalışan herkes eğitimden geçmeli. Öncelikle
bir işi yapan kişi mesleki kuralları, incelikleri, teknolojiyi bilmeli.
Çalıştığı sırada kullandığı malzemenin özeliğini iyi bellemeli. Mesleksel
aktöreyi kavramalı. Yapılan işin bir namus konusu olduğu kişiye benimsetilmeli.
İyi iş yapmanın bir erdem olduğunu anlatmalı çalışanlara. Ayağa diktiği yapının
bir anıt olduğunun farkına varmalı. İnsanların erinç içinde, güvenle
oturacakları bir konutun yapımının ne büyük bir iş olduğu ve tüm çalışanların
bundan onur duyması gerektiği onlar tarafından içselleştirilmeli.
Ülkemizde
nedense en eğitimsiz işçi kümesi belki de yapı işçileridir. Hiçbir yerde iş
bulamayan birinin kolayca çalıştığı bir alandır yapı işi. Kişi önce amele olur.
Çok geçmeden usta, biraz işte pişince de kalfa.. Öncelikle kendini ilgilendiren
ustalık alanında projeyi okuyup anlamayan kişilere ustalık yaptırılmamalı. Yeni
yapılan birçok eve taşınan çoğu kişinin çokça sorunla karşılaşmasının nedeni
budur. Yani işlerin, yapının tam olarak projeye göre yapılmamasıdır. Eline keser,
mala, tornavida, somun, vida, çekül alan her kişi usta olmaz. Ustayı, usta
yapan bilgisi, deneyimleridir. Bu nedenle eğitim vazgeçilmez koşul diyoruz.
Yapılarda
emek harcayan kim olursa olsun eğitimden geçirilmeli. Yapıların garantisi
olmalı beş, altı ya da on yıl. Evimize aldığımız ucuz eşyaların garantisi
varken içinde oturup canımızı emanet ettiğimiz konutların niye yok? İnsanımızın
canını alan deprem değil, işi bilmeyen yapıcılar ve sorumsuzluk gösteren
yöneticilerdir.
Ülkemiz
doğal afetlerde insanını kırdırmamak için aktöresel bir devrim yapmak
zorundadır. Liberalizmin çürütüp yok ettiği toplumsal değerlerimizi yeniden
yeşertmeliyiz. Yaşamımızın her alanında eğitimin gücünü duyumsamalı. Devlet
yönetimini ve belediyeleri saran bilgisizlik, açgözlülük, soygunculuk,
vurdumduymazlık, sorumsuzluk, kayırmacılık zihniyetinden kurtulmanın zamanı
geldi de geçiyor bile.
Adil
Hacıömeroğlu
5
Kasım 2020
"Bilmiyorum.", "İlk defa duydum." gibi cümlelerden kaçınmaktan ilerleyemediğimizi düşünüyorum. Uzmanı olması gereken konuyu geçelim, en basiti yol tarifi sorduğumuz vatandaş bile "Bilmiyorum."diyemiyor. Tek kişilik sahne gösterilerinde bile gülerek geçtiğimiz trajikomik gerçeklerdendir. "Faruk Eczanesi nerede acaba?" diye sorarsınız, "Faruk Kıraathanesi olabilir mi,acaba?" diye cevap alırsınız."Bilmiyorum" demek egolu insanlar için çok zordur,aşamamışlıktır..İnşallah aşacağız ümidiyle...
YanıtlaSilBilgi dolu,aydınlık yarınlara...